Makaleler

Bataklığa atılan can simidi: Ekonomik Önlem Paketi

Son süreçte TC ekonomisinde yaşanan işsizliğin artışı,  ihracat gelirlerinin düşüşü, dolar kurundaki yükseliş ve yabancı sermayenin büyük çıkışları gibi gelişmeler, kapitalist krizin birer fenomeni olarak TC ekonomisini günden güne çöküşe sürüklerken toplamda yaşanan tıkanıklık somut anlamda TC’nin onyıllardır iktidarı olan AKP’nin eliyle inşa edilmekte ve onun siyasal politikalarının sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yaşanan kriz ve öngünlerinde olduğumuz ekonomik çöküntü, bir yandan 2008’den beri süren ekonomik krizin devamı olarak yaşam bulurken diğer yandan da finans kapitalin küresel tıkanıklığının son 8-10 senesinin yarı sömürge TC ekonomisi gibi ekonomilere yüklediği bedelin karşılığı olarak kendisini ortaya koymaktadır. 

Bu noktada ise TC’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın somut duruşu, (2008’de olduğu gibi) “kriz bizi teğet geçecek” vb. ayakları yere basmayan ifadelerin ötesine taşamazken, dolar bozdurma çağrısı ve son olarak Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısında Binali Yıldırım tarafından açıklanan önlem paketi ile bataklığa can simidi atmanın ötesine geçmemektedir. Ancak, açık bir gerçek olarak şu ifade edilebilir, yaşanan kriz bir sürecin sonucu olarak 2017’ye yönelik resesyon sinyalleri vermekte, sadece emekçilere değil patronlara da “dokunacağa” benzemektedir. Geçtiğimiz haftalarda TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Cansel Başaran Symes’in açıktan hükümeti uyaran konuşması şimdiden kuyruğun alev aldığını göstermektedir.

 

Krizin geçmiş bağları ve siyasal ayakları

Yaşanan krizin ve 2017’nin bütününe yayılması beklenen çöküntünün hacmine ve etkilerine dair tartışmanın girişi olarak, ekonomik durumu bu hale getiren kaynak noktaları tartışmayı gerektirmektedir. 15 yıldır iktidar olan AKP’nin “siyasal istikrar ve süreklilik” hali, uluslararası yatırımcıya güven verirken, dayanaksız bir ekonomik büyüme ile geçen yılları ve bu sürecin kaçınılmaz sonucu olarak gelinen çöküntüyü getirmiştir.

Bahse konu realite, esas itibari ile üretime dayanmayan büyümenin çerçevelendirdiği ekonomik yapıdır. AKP’nin özellikle iktidara geldiği ilk yıllarda hummalı bir çalışma olarak giriştiği özelleştirme pratikleri, ülkeyi daha fazla yabancı sermayenin ve küresel tekellerin kucağına atarken, sıcak para akışı ile ekonomiyi diri tutmayı sağlamıştır.

Buna zemin sağlayan esas kaynak ise Amerikan ekonomisinin yaşadığı tıkanıklık ve 2006 yılından beri ABD Merkez Bankaası (FED) tarafından faizlerin artırılmaması ile küresel piyasalara salınan sıcak paranın Türkiye gibi yüksek faiz veren ülkeleri güvenli liman görmesidir. Bu temelde genişleyen balonun küresel piyasalardaki değişimle beraber patlayacağı, emperyalizmin tıkanıklık yaşadığı her alanda katbekat etkileneceği aşikardır. Ki bu temelde en önemli öngörü yine FED kaynaklı gelmiş ve FED’in Şubat 2014 tarihli kırılganlık endeksinde Türkiye en kırılgan ülke olarak tanımlanmıştır.

Gelinen aşamada üretime dayanmadan şişirilen ekonomi, AKP’nin siyasal yıkımları olan Gezi İsyanı, yolsuzluklar ve özellikle Kürt illerine ve Suriye’deki savaşa yönelik yıkıcı etkileri ile sarsıntılara uğramış, ülkenin DAİŞ vb. örgütlerin hedefi konumuna gelmesi ve 15 Temmuz darbe girişimi ile büyük gerilemeler yaşamıştır. Sadece son süreçte ülkeden para çıkışı 8 milyar dolar civarında olurken, dolar kuru ciddi boyutlarda artmış ve istihdam düşerek işsizlik rekor seviyelere çıkmıştır.

Buna ek olarak Donald Trump’ın ABD seçimlerindeki galibiyeti ve FED’in 2006’dan sonra ilk kez 2008 krizinin toparlanmasının son adımı olarak görülen faiz artırımına dair verdiği sinyaller sıcak para akışını yeniden kendisine çekmiş ve Türkiye gibi siyasal çalkantılar yaşayan bir ülke açısından ciddi bir çıkışın temel noktalarından birisi olmuştur.

Bu noktada bir diğer gelişme de, finans sermayesinin temel beklentisi olan “siyasal istikrar ve cari açık” noktasında AKP’nin güven veren genel karakterinin aksine son süreçte yaşadığı sarsıntılar uluslararası kredilendirme kuruluşları tarafından Türkiye’ye verilen “yatırım yapılamaz” notunun etkileridir. Sermaye çıkışını hızlandıran bu gelişmeler, Türkiye’den yabancı yatırımcıyı çeken öğeler olmaktadır.

Bu temelde ise AKP’nin elinde siyasal istikrarı sürdürmek (Başkanlık tartışmaları bunun net gürüngüsüdür) ve dayandığı komprador sermaye kanadına güç vermek dışında enstrüman kalmamıştır. Halka yönelik “milli duygulara” seslenerek “Dolar bozdurun” şeklinde yapılan çağrışların ise hükmü yoktur. Zira, Belediyeler ve Bankalar tarafından yapılan bozdurmalar bir nebze etki yapabilirken, halkın bozdurduğu meblağ ise hayli küçük kalmakta, tüm toplam ise çıkışın önüne set olamamaktadır.

 

Bataklıktaki çaresizlik

Bu temelde hükümetin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinde net bir çözümün olmadığını en açık gösteren görüngü ise Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nun toplantı sonuçlarıdır. Bu sonuçlar ayrıca, devletin meseleye yaklaşımının ve “krizi teğet geçirme” mottosunun esas itibari ile emekçileri, ezilen sınıfları kapsamadığının, bütünsel olarak patronları kurtarmaya çalıştığını da göstermektedir.

Toplantıda Başbakan Binali Yıldırım tarafından yapılan açıklamada, patronlara yönelik hacmi 250 milyarı bulan bir kredi havuzunun kurulacağı, patronların 2017’nin ilk 3 ayına ait prim ödemeleri 2017 sonuna kadar erteleneceği, KOBİ’lere 1 yıl geri ödemesiz 3 yıl vadeli şekilde 50 bin TL kredi sağlanacağı vb. önlemlerden bahsedilirken, 2017’ye yönelik bir “tasarruf yılı olacağı” da ifade edilmiştir. Aynı siyasal iradenin asgari ücrete yönelik olarak olarak yapılan toplantıda “0 zam” tartışması açması ise emekçilere yönelik yaklaşımını deşifre etmektedir.

 Yine aynı konuşmada Yıldırım süreci değerlendirirken, dolar kurundaki artış ile ilgili olarak “piyasa koşullarında böylesi ufak(!) iniş çıkışların mümkün olduğunu, kendi tebirlerinin ise orta ve uzun vadeli olduğunu” ifade etmektedir.

Bu yaklaşımın, gelen sel karşısında bir ince dala tutunmak ve onu koca bir kök olarak hayal etmek dışında bir tanımı bulunmamaktadır. Son dönemde yaşanan siyasal krizlerin bütünsel anlamda ekonomide güveni sarstığı iktisadi koşullarda, AB ile, ABD ile, bir dönem Rusya ile ve son 4 yıldır Suriye ile yaşanan siyasal krizlerin ülkede kâr hacmini kayda değer boyutlarda düşürdüğü aşikardır.

 

Çırpınmak dibe götürüyor

Yaşanan ekonomik krizin ve krizi bu hacme ve kapasiteye ulaştıran siyasal gelişmelerin bütünde işaret ettiği nokta, TC ekonomisinin ciddi bir çöküntüye doğru adım adım yürüdüğü gerçeğidir.

Petrol fiyatlarındaki düşüşe rağmen yaşanan fiyat artışı, ÖTV, MTV vb. vergilere yönelik zamlar, sermayedara verilen “sınırsız destek” sözünün faturanın emekçilere kesildiğinin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “şu an tulumbada su yok” ifadesindeki suyun emekçilerin alınteri olacağının ispatı niteliktedir.

Ancak, tüm bunlara rağmen tüm emareleri ile gelen süreç, emekçilerin faturalandıramayacağı hacimdedir. Bu nedenledir ki, geçtiğimiz yıl % 30 civarı olan kayıt dışı ekonomi girdisi bu yıl daha da katlanacağı tahmin edilmekte, hükümet ekonomik büyüme ölçümlerine “gözlenemeyen ekonomi hesabı” ifadesi ile bunu da katmaktadır.

Ülkenin siyasal ikliminin, patlayan bombaların, Suriye savaşı ve Kürt Ulusal Mücadelesi karşısındanki saldırganlığın, tüm bu tıkanıklığın dönüştüğü bataklığın ise “dolar bozdurma kampanyaları” gibi can simidi atma pratikleri ile telafi edilemeyeceği, bataklıkta can simitlerinin işe yaramadığı bilinmelidir.

Finans kapital açısından “istikrar” temel kriterdir ve  AKP’nin bu batakta tek sarılacağı kaynak olarak elinde bu kalmıştır. Başkanlık tartışmasının hayati önemi, bu noktada anlam bulurken, sürecin telafi edilebilirliği ise küresel piyasanın durumuna, gelişimine ve TC’nin bu noktadaki ilişkilenme düzeyi ile tüm bunların garabet gibi dünyasına çöktüğü emekçi sınıfların muhalefet etme kapasitesine bağlıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu