Küba eski devlet başkanı Fidel Castro 90 yaşında yaşamını yitirdi. Castro, Küba’da kimine göre devrimci kimine göre de bir diktatör olarak 57 yıl boyunca “hümanist” bir mücadele içerisinde yaşamını sürdürdü.
ABD’nin bağrındaki diken: Küba
ABD, arka bahçesi olarak gördüğü Latin Amerika ülkesi Küba’yı asla kabul etmedi. Onun içindir ki Küba önce askeri ardından ekonomik ve siyasi saldırılara uğradı. 1898 İspanyol-Amerikan savaşı sonucunda Küba’nın iç işlerine karışma hakkının koşullarını hazırlayan ABD, 20. yüzyılın başlarında Küba’ya gönderdiği askeri güç ile tecrit ve işkenceyle nam salan Guantanamo Üssü’nü kurdu. Bununla yetinmeyen ABD emperyalizmi, yer altı ve yerüstü zenginliklerinin çoğunluğunu kontrolü altında tutarak, ekonomisi şeker endüstrisi üzerine kurulu Küba’da işçileri kölece sömürü şartlarında çalıştırdı. Buna ek olarak ABD kumar sendikaları, gayrimenkul operatörleri, otel sahipleri ve mafya için bir yatırım cennetiydi Küba. Başkent Havana, ABD’li patronlar ve turistler için bir seks turizmi merkeziydi. Ülkede 100.000 kadar seks işçisi çalıştırılıyordu. Tüm bu kirli işlerini arka bahçesinde gerçekleştirmek için Küba’da Batista rejimine siyasi, ekonomik ve askeri destek sunan ABD emperyalizmi, bağrında diken bırakacak zemini de böylece hazırlamış oldu.
Marksizm-Leninizm’i hümanizmde aramak
Fidel’in 1950’li yıllarda içerisinde bulunduğu Ortodoks Parti’nin ABD emperyalizminin her türlü imkanı sağladığı Batista diktatörlüğüne karşı ciddi bir karşı koyuşu gerçekleştirememesinin yarattığı kırılma yeni bir arayışı doğurmuştu. Bu arayış, yeni bir oluşuma götürdü. Bu oluşum önceleri Movimiento (Hareket) olarak adlandırılsa da daha sonra gerçekleştirdikleri 26 Temmuz Moncada Kışlası baskını ile adını “26 Temmuz Hareketi” olarak değiştirdi. Tam da burada çoğunluğu gençlerin önderlik ettiği bu dinamizmin sonucu, Moncada Baskını’nı Castro ve yoldaşlarının çıkışı ve sıçrama noktası oldu. Fakat burada eksik giden bir şey vardı. Castro ve yoldaşlarının Marksizm-Leninizm’den etkilendikleri bir doğruydu ama yapmayı düşündükleri devrim sosyal bir devrimdi. Çünkü devrimi yaptıktan sonra Fidel Castro, gerçekleşen devrimin sağ veya sol bir niteliği olmadığını şu sözlerle belirtiyordu: “Bir tanım vermek gerekirse, devrimimiz hümanisttir.”
Her ne kadar SSCB ile oluşturulan ekonomik ilişkilerle “Proleterya diktatörlüğüne” geçiş yapıldığı propaganda edilse de değişmeyenin ortada olduğudur. Onun içindir ki Küba’da ortaya çıkan devrimci durum, ne emperyalist-kapitalist cepheyi ortadan kaldırmak, ne de ataerkil yapı dahil olmak üzere tüm baskıcı sistemleri kökünden kazımayı amaçlıyordu.
Küba’nın ablukaya alınması
Küba’da gerçekleşen sosyal devrimin ardından durumu kabullenemeyen ABD 27 Nisan 1961 tarihinde Ulusal Güvenlik Konseyi’nde “Küba Planı” olarak bilinen ambargoyu hayata geçirdi. “Castro’ya karşı Gizli Eylem Programı” ve “Castro Rejimine karşı Ekonomik Baskılar Programı” başta olmak üzere birçok planı hayata geçiren ABD emperyalizmi uygulanan ambargoyu derinleştirerek sonuç almaya çalıştı. Fakat iki yıl önce Küba yönetimi ekonomik durumun daha da kötüleşmesinden dolayı ABD emperyalizminin sözcüsü Obama ile birlikte ilişkileri normalleştirme açılımına gitti. Bununla birlikte uluslararası sermaye, bu durumdan hoşnutluğunu belirtmeye başladı. Castro yönetimine artan tepkilerin ABD ile ileriki dönemlerde zorunlu olarak açılımların devam edeceği şimdiden gösteriyor. ABD için bir histeriye dönüşen Küba ile açılımlar, pazar arayışına da bağlanabilir, Latin Amerika’daki prestijini yenilemesine de. Fakat Kübalılar için giderek yoksullaşan yaşam koşullarının dayattığı bir gerçek olacak.
Kardeş Raul’e
Castro’nun ölümü sonrası İstanbul’da gerçekleştirilen anmada Küba Büyükelçisi Alberto Gonzalez Casals, “Fidel aynı zamanda Atatürk’ün bağımsızlıkçı düşüncesini örnek aldı” derken içinde bulunan durumu da somutluyor. Onun için Castro, “Saddam’ın emperyalizme karşı direndiğini”, “Esad’ın destekçisi” olduğunu her ne kadar dile getirse de hümanizmin hayal kırıklığı olduğunu anlaması kardeş Raul’e kaldı.