“Düş müydü, gerçek miydi? Yoksa hepsi birer yanılsama/yansıma mıydı? Belki de gerçekleşmesini istediğim bir hayaldi bilinmez.”
Karanlık gecede, sessizliğin hüküm sürdüğü anda yüzünde gülüşü, dağa rüzgar getiren katran saçları ve elinde keleşiyle biranda karanlığın ortasında ateş başında beliriverdi Sefagül yoldaş, sevecen tavrıyla hemen; “Yoldaş nasılsın, dalgın gözüküyorsun?”
“Yoldaş, sen buradasın ama nasıl olur, nasıl fark edemedim geldiğini… Ya burada nasıl karşılaştık yoldaş?!” Ne diyeceğimi bilemiyorum.
“Karanlıkta kaldığını, yalnızlaştığını düşündüğünü duydum yoldaş. Görüyorsun önümüzde yanan ateşi belki gecedir, zifiri karanlıktır. Meydanlar ama bak yoldaş yıllardır burada bütün kızıllığıyla yükselmektedir proletaryanın şanlı bayrağı”
Önüme eğdim başımı, söyleyecek söz, anlatacak derman bulamamışken yüreğimde Sefagül yoldaş konuşmasını sürdürdü.
“Belki bulunduğun alanda yaptığın pratikler yeterli gelmiyor, belki yetersiz buluyorsun kendini, gelişmek-ilerlemek, bir sonraki aşamaya geçmek istiyorsun…
Çelişkiye düşüyorsun belki de, bilemiyorum yoldaş, anlatmıyorsun anlamaya çalışıyorum ama kendinle çeliş…
Çeliş ki;
Özgürleşesin, çeliş ki prangalarından kurtulasın.
İşte o zaman yoldaş ilerlemiş gelişmiş olacaksın.”
Yoldaş cümlesini bitirdikten sonra kaldırdım başımı, karşımda ateş başında gülümseyerek anlayışlı gözleriyle karşılaştım. Toparlanmıştım, az da olsa yüreğimi açıp beni uykusuzluğa, kararsızlığa, karanlığa iten, ümit kırıcı zannettiğim düşüncelerimi paylaşmak istedim.
“Düşmanın en zayıf, mücadelenin esas olduğu, özgürlüğün göndere çekildiği dağlarda olmak istiyorum yoldaş… Ama ne kadar istesem de hep bir yanım ‘kal’ diyor. Gündüz tamam her şey yolunda derken akşam çökünce kendimi de, düşlerimi de karanlıkta hapsolmuş hissediyorum ve bu beni rahatsız ediyor yoldaş. Kelimeler anlamını yitiriyor, kendime ardından hırsımı alamayıp bütün dünyaya kızıyorum.”
Söyleyecek, konuşacak çok şey vardı. Ama sustu dilim, çünkü her söyleyeceğim cümle bu konu çevresinde dolanıp duracaktı. Yoldaş elleri diz kapağında kenetli, sevecen gözlerle gülümseyerek; “Bizim için, parti için, gerilla mücadelesi nasıl ki MLM bilincinin olmazsa olmazıysa yoldaş aynı oranda kitle çalışması, işçi çalışması, demokratik alan faaliyeti… aklına gelebilecek bütün faaliyetler gereklidir, olmalıdır. Demokratik Halk Devrimi’nin yolunu açan, ilerletendir bunlar, bu yüzden mücadelenin neresinde olursan ol verilen görevi layıkıyla ve küçümsemeden üzerine düşeni, işini yap yoldaş. Herkes işini yapsın, ancak böyle güçlü adımlarla ilerlemiş olacağız.
Yapmak isteyip de yapamadığını, çelişkiye, umutsuzluğa düştüğünü söyledin yoldaş. İlk başta kendine, partiye davaya bütün yüreğinle inan ve güven! Ardından kendini yolda göreceksin.”
Sustu her şey.
Ateşin cızırtıları, dağın esen yeli, Sefagül yoldaşın gülümsemesi kaldı bir tek.
Birden her şey siliniverdi önümden, kirvenin sesiyle doğruldum. “Yine kayboldun, seni beş dakika boş bırakmaya gelmiyor ne düşünüyordun? Yanında top patlasa duymazdın herhalde dalmışsın.”
“Hiç yoldaş düşünüyordum.”
“Haydi gidelim. Yol uzun.”
(Gülsuyu’ndan bir ÖG okuru)