Ülkemizin ve coğrafyamızın içinden geçtiği süreç, halk kitleleri açısından günden güne çelişkilerin keskinleştiği bir tarihsel aşamaya tekabül etmektedir. 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından gelen OHAL, T. Kürdistanı’nda devletin uyguladığı katliam ve yıkım ve AKP’nin ezilen kitleler ve onların demokratik muhalefeti karşısında daha da katılaşan tutumu vb. gelişmeler, bahse konu çelişkilerin keskinleştiği sürecin emareleri olarak karşımızdadır. Tüm bu süreç içerisinde ise kitleler, egemenlerin iç meselelerine, klik dalaşlarına taraf kılınmakta, egemen sınıfların farklı güçlerinin iç iktidar dalaşında kaldıraç olarak kullanılmaktadır.
Bu gerçeklik, bir kez daha kitlelerin örgütlenme ihtiyacını yakıcı hale getirirken, bu iddianın sahibi olan örgütlenmelerin niteliğini tartışmaya açmıştır. Somutumuzda Kaypakkaya yoldaşın “Subjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış, kitlelerle kaynaşmış, teoriyi pratikle birleştiren, özeleştiri metodunu uygulayan, çelik disiplinli bir…” (İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar) şeklinde tanımladığı “olması gereken durum” ile “güncelde olan durum” arasındaki mesafeyi de ciddi bir tartışma başlığı olarak gündeme getirmiştir.
Bu temelde ilk başlık olarak tartışmak istediğimiz konu, demokrasi meselesidir. Zira bu konu, kolektifin gelişiminin temel katalizörü olan iki çizgi mücadelesine yaklaşımı da belirlemekte, örgüt, kadrolar, kitleler vb temel kavramlara yaklaşımı temelden etkilemektedir.
İnisiyatifi açığa çıkarma ve örgütlenme pratiği olarak demokrasi
Kuşkusuz, bahse konu kolektif içi demokrasi meselesi, ustalardan Lenin, Stalin ve Mao’nun da konu özgülündeki boyutlu üretimi göz önüne alındığında, derinlikli bir tartışmayı gerekli kılmaktadır. Ancak sayfanın sınırları dikkate alındığında, burada daha çok olgular arasında bağlar kurarak ve belirli ayrıştırıcılara dikkat çekerek bir tartışma yeterli olacaktır.
Bu temelde ilk dikkat çekilmesi gereken nokta, örgüt içi demokrasi sorununun sadece basit bir “katılımcılık” meselesi olarak ele alınamayacağıdır. En genel tanımıyla örgüt içi demokrasi, örgütün ve onu oluşturan bireylerin inisiyatifini açığa çıkarma ve onları ete kemiğe büründürerek, fikirleri örgütleme ve siyasal inisiyatif kazandırma aracıdır. Bahse konu inisiyatifi örgütleme meselesinde Mao yoldaş “Bu inisiyatif, yönetim organlarının, kadroların ve Partinin sıradan üyelerinin yaratıcı bir şekilde çalışma yeteneklerinde, sorumluluk yüklenmek istemelerinde, çalışmalarında gösterdikleri coşkun gayrette, soru yöneltmedeki, düşüncelerini belirtmedeki ve hataları eleştirmelerindeki cesaret ve yetenekte ve yönetim organları ile yönetici kadrolar üzerinde kurulan yoldaşça denetimde somut olarak ortaya konmalıdır.” (Mao Zedung, Seçme Eserler 2. Cilt) demektedir. Yani burada Mao’nun dikkat çektiği nokta, örgüt içi demokrasi ile devrimci pratik arasındaki derin bağın görülmesi ve örgüt içi demokrasi meselesinin sadece bir “safların tahkimi” sorunu olmayıp doğrudan devrimci pratiğin de meselesi olduğudur.
Bunu şu şekilde örneklendirmek yerinde olacaktır: irade ve eylem birliğinin en billur hali olarak devrimci örgüt, sahip olduğu proleter ideoloji ve bunun hayat bulma alanı olarak devrimci pratiği, sürekli bir örgütleme ve örgütlenme pratiğidir. Bu temelde, kadro ve kitlelerin katılımına ihtiyaç duyan örgütün, bu katılımı, en kitlesel biçimde örgütlemesi bir zarurettir. Bu durum, sadece tek tek bireylerin siyasal inisiyatiflerini örgüte katmak ve kitlelerin güncel çelişkilerini politikalaştırmak için değil, devrimci örgütün proleter niteliğini pekiştirmek açısından da gereklidir. İki çizgi mücadelesi şeklinde kavramsallaştırılan ve Marksist literatüre Mao ile dahil olan bu mesele, özellikle komünist partiler içerisindeki sınıf mücadelesinin fenomeni olarak da önemsenmelidir.
Özellikle Büyük Proleter Kültür Devrimi sürecinde Başkan Mao’nun ÇKP’yi ve onun önderliğinin izlediği politikaları kitlelerin tartışma alanlarına taşıması ve kitlelerin süzgecine sunması ve buradan doğan devrimci dinamik, yine PKP’de Gonzalo’nun revizyonistleşen parti içerisinde örgütlediği fraksiyon pratiği bahse konu örgüt içi demokrasi ve bunun açtığı fikirsel mücadele alanlarının örgütü yozlaşmaktan kurtaran yönüne işaret etmektedir.
Kimi hastalıklı tutumlar üzerine…
Örgüt içi demokrasi ardından açısından olması gerekene ve onun işlevine dair değinilerin ardından meseleyi güncelde kronikleşen hastalıklara dönüşen “olmaması halinin” yarattığı dejenerasyona değinmekte fayda var.
İç demokrasiden yoksun örgütlenmenin yarattığı ilk negatif sonuç kadro politikasında yaşanmaktadır. Araştırma ve pratiği sorgulamada yetersiz, yanlışlarla hesaplaşmak noktasında zayıf, örgütü geliştirmede isteksiz ve tüm bunların somut sonucu olarak kendisini örgütlemekte problem yaşayan bir kadronun, devrimi geliştiremeyeceği açıktır. Bunun bir adım sonrası ise kitleleri, onların politik istenç ve taleplerini küçümsemek olacaktır ki, bu da doğrudan devrimci örgütlenmenin varlık zeminini yadsıması anlamına gelmektedir.
Bir diğer negatif sonuç ise, TDH’nin de ciddi boyutta sancısını çektiği şefçilik ve bürokrasiyi açığa çıkarmasıdır. Kitlelerden, onların politik istenç ve talepleri ile doğrudan çelişkilerinden beslenmeyen bir hareketin, kitlelerden koptuğu oranda “kendi kendisi ile meşgul” olması kaçınılmazdır. Bu durum da pratik ekseni “kendisini ayakta tutma pratiğine” kaydırdığı gibi, kadrolarda “memur tavrını”; kadrolardan ve kitlelerden beslenilmediği oranda ise “şefçiliği” ve “profesyonel yöneticiliği” açığa çıkarmaktadır.
Sonuç olarak, devrimci pratik ciddi bir yenilenme, sürekli bir öğrenme ve müdahale etme alanıdır. Her özgün gelişmede “yeni bir süreç, özel bir dönem” tanımı yapmanın ama tüm bunlara ise klasikleşmiş yöntem ve araçlarla yaklaşmanın akılla açıklanabilecek yanı yoktur. Ülkemiz özgülünde ulusal sorundan işçi sınıfının taleplerine, kadın meselesinden kitlelerin politik muhalefetine kadar yaşanan bir dizi gelişme, sürece uygun şekillenen ve her döneminde kitlelerin arasında, onları ihtiyaca uygun kanallarda seferber eden bir devrimci önderliği koşullamaktadır. Tüm bu gereklilik ve bundan doğan sorumluluk ise, öncelikle değişimin, yenilenmenin ve toplumsal koşullara uygun şekillenmenin kanallarını açarak, onları üreterek mümkün olacaktır.
Merkeziyetçilik ise, tam da bu koşullarda ve bu kanallarda üretilebilecektir. Örgütün, ilkelerinin hükmü, ancak bu sorgulanmışlık ve onaylanmışlık süzgeci ile gerçek bir güce dönüşebilecektir.