İngiltere’nin AB’deki varlığına ilişkin gerçekleştirdiği referandum yüzde 52 oyla AB’den ayrılması yönlü kararla sonuçlandı. Bu gelişme birçok kesim açısından bir referandumun halk kitlelerinin talepleri ekseninde medyatik yorumlamalarıyla sınırlı kaldı. Ancak emperyalist-kapitalist ülkelerin şu anki portresinin görülmesi eksik kaldı.Bu referandum, esasta politik dengeler ile değerlendirilmeye çalışılmalıdır. Yani mesele salt kontrolsüz göç karşıtları ile İngiltere’nin AB varlığını önemli bulan kesimlerin oylaması değildir.
Politikada ve çelişki analizlerinde elde tutulan zincir kavranamazsa, aralardaki sürpriz zincir yakalanamaz. Dolayısıyla tüm olgu ve gelişmelere sonuç odaklı yaklaşım böylesi gelişmelerde konunun vahametini anlamsız kılar. Ya da detayları ile incelenmemiş ve konjoktürel etkisi hesaplanmasının önemi olmayan bir habere dönüşür. Dolayısıyla böylesi ciddi bir gelişmede göz önündeki perdenin kaldırılması elzemdir.
Ortadoğu’daki gelişmeler ile ABD ve Rusya arası gelişmeler ve restleşmeler; büyüyen ve Avrasya’da ilerleme kaydederek genişleyen Çin sermayesi, emperyalistler arası dengeleri sarsmaktadır. Dolayısıyla Avrupa Parlamentosu Milletvekili Nigel Farage’nin öldürülmesi; İngiltere halkının aslında kimi politikalara onay vermesi anlamına gelmez, tam aksine İngiliz emperyalist tekellerin David Cameron’a bu referandumu zorla kabul ettirmiş olmaları bu cinayetin esas nedenidir. Zira İngiltere’nin politikası, dünyadaki gelişmelere pragmatik bir adaptasyon eksenlidir. Özellikle ABD’nin Ortadoğu politikası kapsamında Çin ve Rusya ile yaşadığı gerilimler ve bölgede giderek nüfuzunu artıran Çin emperyalizmi politikada dengeleri değiştirmiş ve bu gelişmeler neticesinde birçok devlet medyatik manipülasyon perdesi altında bu dengelere adapte olmaya çalışmaktadır. Gelişmeler artık ABD’nin dünyanın ekonomi lideri ve de en büyük askeri gücü olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla bugün kimi emperyalist devletlerarası görünür olan ayrıcalıklı ortaklık için bir sebep görünmemektedir.
Nasıl ki İngiltere’nin en uzun süre başbakanlık yapan lideri “Demir Lady” lakabı ve uygulamalarıyla tanınan Margaret Thatcher, ülkesini dünya çapında bir finans merkezine dönüştürmek için İngiliz sanayisini yok etmekte tereddüt etmediyse; aynı şekilde bugün de İngiltere; İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın “bağımsızlık” yolunu açarak Londra’yı ilk Yuan offshore finans merkezi haline getirmek amacıyla Kuzey Denizi’nde petrol kaybından çekinmedi. Dolayısıyla Brexit kampanyası ve sonuçları esas olarak İngiltere’nin emperyalist saldırganlık politikasında yeni bir manevradır.
Kuşkusuz bunca gelişmeler neticesinde İngiltere’nin AB’den ayrılışı “oldu bitti” olarak değerlendirilmemelidir. Bunca sermaye birikimi ve ticaret anlaşmaları kapsamında bu sürecin yavaş ve sancılı bir şekilde kendini göstereceği açıktır. Zira İngiltere’nin AB içinde kapladığı alan ve emperyal güç, Brexit oylamasının ardından AB’li diğer ülkeler tarafından “acımadı ki” şeklinde ele alınsa da aslında hiç küçümsenemez.
Bu sancılı süreç aslında 2008 yılında başlayan emperyalist kapitalist krizin kendini farklı evre ve biçimlerle göstermesidir. Tahvillerin patlaması ile yaygınlık kazanan kriz, domino misali yıkımlarla sonuçlanmaktadır. AB’den çıkış neticesinde İngiltere’nin önündeki ilk çıkmaz, AB nezdinde çalışan yüz binlerce kamu görevlisi, milletvekili ve yine bu sisteme bağlı olan sermaye kesimlerini kurtarmak amacıyla kurumlarda acilen reform yapma zorunluluğudur. İngiltere esas olarak ABD’nin dünyada yaşadığı sarsıntıları fırsata çevirme hamlesi içerisindedir.
Bu anlamıyla diyebiliriz ki Brexit, ABD’nin tükenişine cevaptan başka bir şey değildir. Zira NATO zirvesinde Pentagon artık savunma bütçelerini geliştirme durumunda olmadığını sürekli dile getirmişti. Dolayısıyla bu durum ABD’nin krizine işaretken bu fırsatı İngiltere bir çıkış ile doldurmaya çalışmakta ve tek güç olmanın derdine düşmektedir. Oldukça geniş kesim, sonuçlardan doğru yola çıkarak İngiltere’nin AB’den çıkışının İngiltere nezdinde bir kriz yaratacağını belirtmektedir. Öyle ki sanki İngiltere’nin AB içinde kalması gibi bir perspektif dahi sunulacak! Ancak kartlar kaybetme üzerine dahi oynansa amacın dünya pazarına sahip olma arzusu politikası olduğu açıktır.
Olası gelişmeler
Bu sürecin AB nezdinde yaratacağı sonuçlar da dikkatle incelenmelidir. Hatta ilk sonuçlar yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı. İngiltere’nin AB’den çıkma yönlü tartışmaları yeni değildir. Uzun bir süredir tartışılan konu şimdi referandum ile netleşmiş olsa da etkileri kendini AB içinde bir dizi kriz ile gösterdi.
Fransa’da hak gaspları ve neticesinde başlayan eylemler bunun emaresidir. Bugün açısından halihazırda Fransız sendikaları, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yönergelerinden esinlenen Avrupa Birliği raporuna göre kaleme alınan çalışma yasası taslağını reddetmektedir. CGT’nin (Genel İş Konfederasyonu) ortaya koyduğu eylemler, bu olaydaki AB’nin rolünü keşfetmelerini sağlasa da, halen Fransızlar AB-ABD bağlantısını anlamamışlardır. Devletin iş sağlığı ve güvenliği haklarını tersine çevirecek şekilde sermaye güçlerinin imtiyazlarını daha fazla savunmaya başlaması ciddi anlamda krize neden olmaktadır. ABD’nin AB ile olan bu hukuksal paralelliği bugün birçok ülke açısından krize dönüşmektedir. Bu kriz birçok ülkenin, başta Fransızların, Hollandalıların, Danimarkalıların AB’den kopma eğilimlerini güçlendirmektedir. Bu durum İngiltere’nin Brexit’i ile derinleşmiştir.
AB içindeki bu krizin işçi eylemlerine ve halk kitlelerinin mücadelesine ivme katma ihtimali oldukça yüksektir. Bu durumun yaratacağı etki ülkelerin hâkim sınıfları ile karşı karşıya geme ve isyan süreçlerini işaret etmektedir. Bu mücadelenin süresi öngörülemez olsa bile sonucu şüphe götürmemektedir. Ne olursa olsun ortaya çıkan çalkantılar döneminde, özellikle Fransız işçiler mücadelesi ivme kazanabilir. Zira süreç AB içindeki tıkanıklıkla beraber aynı zamanda ABD’nin dünya hâkimiyeti konusunda Rusya ile olan gerilimlerinde AB’yi muhatap etmesidir.
AB ve Rusya arasındaki anlaşmalar ince bir çizgide olurken ABD’nin korku ve panik ile saldırganlığı kendi tükenişi ve bu tükeniş emaresinde tüketme politikası ile iç içe geçmiştir. İngiltere ise bu durum karşısında ABD’nin alternatifi olma konusunda bir adım attı. Brexit’ten sonra İngiltere’nin AB’de kalmasını savunan Başbakan David Cameron Ekim’de istifasını vermek üzere tatile çıktı. Dolayısıyla, prensip olarak halefi pozisyonundaki Boris Johnson Downing bir dizi değişikliğin işaretini verdi.
İngiltere AB’den sonra kendi politikasını uygulamak üzere ilk adımını atacak. Bunun başında da emperyalizmin genel olarak baş gündeminde yer alan Ortadoğu ve özelde Suriye sorununa dair bir tavır söz konusu olabilir. Bu bağlamda Rusya ve Suriye’ye karşı alınan yaptırımların feshedilmesi muhtemeldir. Zira İngiltere, Çin ile yakınlaşmaya oldukça önem vermektedir. Yuan Offshore’a evrildiği ekonomik politikalarından bunu çok net görmekteyiz.
Bu noktada Londra şehrinin politik kapsamına da bakmakta fayda var. Avrupa basının yazdığının aksine, Londra Brexit’i doğrudan kapsamamaktadır. Kraliyet otoritesi altındaki bağımsız ülke özel statüsüne bakıldığında Londra zaten hiç AB’nin parçası olmamıştır. Hiç kuşkusuz, Londra, AB’ye geri dönecek bazı şirketlerin genel merkezlerini artık barındırmayacak, aksine Yuan piyasasını geliştirmek için kendi egemenliğinden yararlanabilecektir. Daha önce Nisan ayında AB, Çin Merkez Bankası ile bir anlaşmaya imza atarak gerekli ayrıcalıkları elde etmiştir. Panama belgeleri kapsamında vergi cennetleri yaratabilmek için Londra ayrıca önem kazanmaktadır. Bu gelişmeler açık biçimde İngiltere’yi sarsacaktır.
Dolayısıyla İngiltere’nin AB’den çıkışı pazar savaşında daha etkin bir rol alma çabasından ibarettir. Talan politikası kapsamında kazanç elde etmek için hızla yeniden organize olma çabasıdır. Bu durum belki iç politikada bir dizi reforma neden olacaktır. Zira emperyalizm iç politikadaki istikrar ile dış politikaya atılır. Bu doğrultuda ortaya çıkan konu İngiltere’nin iç politikayı istikrara kavuşturmasının ilk adım olacağıdır. Bunun için onu eski politikalardan arınma ve yadsıma süreci beklemektedir. Bu depremi tasarlayan İngiliz tekellerinin halk kitlelerine dönük politikasının ne olacağı şimdilik bilinmez. Ancak emperyalizmin yalan şehveti açık biçimde İngiliz tekelleri için bir politikayken bunu medyatik bir şekilde referandum ile hayata geçirmişler ve halk kitlelerini bu politikaya alet ederek gerçeği manipüle etmişlerdir. Brexit, tekelleşme çabasının aleni görüngüsüyken halka dönük saldırganlığın garanti altına alınmasıdır.