GüncelManşet

79. yılında Dersim Tertelesi’ni lanetliyoruz! –Ermeni Devrimciler-

Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Alevi, Ezidi halklarına mensup farklı etnik ve inanç sahibi toplulukların bir arada yaşadığı coğrafyamızda yüzyıllardır hiçbir zaman kan, gözyaşı ve acı eksik olmamıştır. Zulüm, bugün bile mazlum halkların kanları ile sulanan topraklarda en koyu ve vahşi şekilde devam etmektedir.

1915 Ermeni soykırımı ile bir ulusun yok edilmesiyle başlayan ve Cumhuriyet Türkiye’sinde devam eden soykırım ve katliamlar TC devletinin kanlı tarihini oluşturmaktadır. Kana doymayan, kandan beslenen bir yapı aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen gelenekçi Osmanlı ilhak, yağma, talan politikalarını bugün de olduğu gibi devam ettirmektedir. İttihat ve Terakki yönetiminin baş katilleri olan Talat-Enver-Cemal üçlüsünün yerini Cumhuriyet döneminde M. Kemal, İ. İnönü, F. Çakmak, C. Bayar, K. Karabekirlerden oluşan Kuvay-i Milliyeciler almıştır. Ulus devlet oluşumunda Ziya Gökalp, M. Akif Ersoy gibi ırkçı, milliyetçi ideolojilerin slogan haline getirdikleri tek dil, tek devlet, tek millet şeklinde kabul edilen Türk milliyetçiliği, halklara yaşam hakkı tanımamıştır.

1937/38 Dersim soykırımına gelene kadar Kemalistler, Kuvay-i Milliyeciler 1921 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1928 Ağrı, 1930 Zilan isyanlarını kanla bastırmışlardır. En son 29. Kürt ulusal başkaldırısı ise 1970’lerden başlayarak doruk noktasına gelmiştir. Hiçbir çözüm üretemeden, mücadele karşısında tek seçenek olarak “zor” yöntemini kullanan devlet artık çıkmaz içerisine girmiş, haliyle Kürt sorunu Türkiye sınırlarını aşarak uluslararası sorun halini almıştır.

4 Mayıs 1937 olarak tarihe kanla yazılan, Dersim soykırımı yaraları bugün dahi sarılamamıştır. Köylerinden, evlerinden zorla göç ettirilen, dağlardan uçurumlardan aşağıya atılan, mağaralarda gaz bombaları ile imha edilen, ailelerinden koparılarak alınan askerlere evlatlık verilen çocukların hikayeleri zorla kimliğinden, inancından dolayı din değiştirmek zorunda kalan insanlar, düşmana teslim olmamak için kendilerini Munzur suyuna bırakan genç kadınlar… Bunun oluşturduğu travma  bugün de olduğu gibi korku ile devam etmektedir.

Dersimliler Kızılbaş-Alevi-Kürt kimlikleri ile gelenekçi olan Türk İslam Sünni mezhebinden tamamen ayrı, gelenek ve görenek, yaşam tarzı ve düşünceleriyle ayrışan, diğer Kürt aşiretlerinden de ayrılan özerk bir yapısı olan toplum yapısına sahiptir. Alevi inancına göre cemevleri sorunların tartışıldığı, çözüm arandığı aynı zamanda ibadet alanlarıdır. Kâbesi ise insandır. Savaşlarda orduya asker vermemişler, vergi vermemişler, nötr kalmışlardır. Özgürce özerk yaşamış insanlardır. Bu durum devleti her zaman rahatsız etmiş ve çözülmesi gereken sorun olarak önüne koymuştur.

Dersimliler, Ermeni soykırımında ayrı tutum sergileyen tek bölge olmuştur. Ülkenin değişik yerlerinde vali, kaymakam yerel yönetici veya bireysel olarak Ermenileri koruyan, saklayan erdemli insanlar olmuşsa da topluca olması bakımından tektir. Binlerce Ermeni’yi katliam ve kırımlardan her türlü riskleri alarak korumuşlardır. Katliam ve kırımlar yaşanırken Dersimliler bu pogromlara katılmamışlardır. Osmanlı-Rus savaşında Dersim’e kadar gelen Rus birliklerine Ermenileri teslim etmişler, Rus orduları ile birlikte Kafkaslara 20bin Ermeni geçerek hayatlarını kurtarmışlardır.

Kürt ulusal mücadelesinde Dersim ile Koçgiri aşiretleri arasında bir birlik sağlanınca Hozat’ta toplandılar. İlk defa olması bakımından anlamlı olan bir bildiri kaleme alarak isteklerini sıraladılar ve hükümete verdiler. Tarihe Hozat muhtırası olarak geçen bu bildiride a) Tüm Kürt tutukluların serbest bırakılması b) Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde Türk memurların çekilmesi c) Askeri hareketlerin derhal durdurulması talebinde bulundular. Eğer “Kürdistan özerkliğinin tanınması halinde gerekirse bunu silahla olacağını” ilan ettiler.

Kürt ulusal direnişini bastırmak için harekete geçen devlet güçleri bayraklarını göndere çeken Kürt halkına karşı direnişi kırmak için harekete geçti. Nurettin Paşa komutasında oluşan birlikler Dersim ile Koçgiri arasındaki bağlantıyı keserek ayaklanmayı bastırdılar. Koçgiri halk hareketini bastırmak için Ermeni soykırımında yer almış İttihatçılardan ZO’ları hallettik, sıra LO’larda deyişiyle ünlü Nurettin Paşa’nın yanında Karadeniz’de Rum katliamları ile tanınan sadist Topal Osman da yer aldı.

4 Mayıs 1937, soykırımın başlangıç günü olarak bilinmektedir. Ancak 1937’ye gelene kadar yaşanan gelişmeler ve kanun tasarıları bizzat M. Kemal’in imzalarıyla onaylanmıştır. Cumhuriyet kurucusunun soykırım suçlamasıyla karşı karşıya kalmasını, devleti elinde bulunduran yeni ittihatçılar asla kabul etmemişlerdir. Islahat programı çerçevesinde 1934’de çıkarılan İskan Kanunu, bölgenin demografik yapısının değiştirilip, Türk İslam Sünni mezhebine göre insanların yerleştirilerek, halkın dağıtılması hedef alınmıştır. 1935’de Tunceli Kanunu ile Dersim adı değiştirilip Tunceli oldu. En son ise 4 Mayıs 1937 Tunceli Tedip (terbiye etme) ve Tenkil (katletme) Harekatı olarak bilinen Dersim halkına karşı girişilen kırımlar aynı zamanda BMM onaylanmış, Reisicumhur olan M. Kemal Atatürk tarafından imzalanmıştır.

Dersim halkına karşı girişilen bu soykırımdan Atatürk’ün rolünün basın, tarihçiler ve devlet tarafından karartılarak, Atatürk’ün “hasta” olduğunu, “hiçbir zaman Seyit Rıza’nın asılmasını istemiyordu” gibi yalanlarla şirin gösterilip, Atatürk’ün rolü karartılmak istenmektedir. Oysa Atatürk’ün 1935 yılında Trabzon ziyareti sırasında harita üzerinde Dersim katliamı planı halen durmaktadır. Ev müzeye çevrilmiş durumdadır. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak 1930 yılında Başbakanlığa sunduğu raporda “Dersim’e bir an önce askeri harekat düzenlenmelidir” diyerek, Alevi-Kızılbaş-Kürt inancına, kimliğine sahip insanlara karşı katliamın işareti verilmiş oldu.1935 yılında bölgeye giden İsmet İnönü “Şark Raporu”nu hazırladı. Dersim kasabı olarak bilinen Abdullah Alpdoğan, Kazım Orbay ile birlikte devlete rapor ettiler.

 

ermeni devrimciler2Ve Tertele peen

Adım adım Dersim soykırımına gelinirken K. Atatürk 1936 yılında Meclis açılış konuşmasında katliamın işaretini verdi. “Dahili işlerimizden en mühim bir safha varsa o da Dersim meselesidir. Dahilde bulunan iş bu yarayı, bu korkunç çıbanı ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek için her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş yetki verilmelidir” demiştir. Nihayet 4 Mayıs 1937’de Dersim soykırımı kanunu Meclis’te onaylanarak hemen ertesi günü ordu harekata geçerek katliamlar başlamıştır.

7’den 70’e çocuk yaşlı denilmeden insanlar toplu olarak katledilmişlerdir. Köyler boşaltılarak Kızılbaş-alevi-Kürt inancına sahip Dersim halkından 70 bin insan barbarca öldürülmüşlerdir. Munzur suyunun bir ay boyunca insan cesetleri ve kan aktığına insanlar tanık olmuştur. Analar, kızları düşmanın zalimlikleri karşısında Munzur, Mercan dağlarından atarak intiharı tercih etmişlerdir. Mağaralara sığınan Dersimliler gazla zehirlenerek öldürülmüşlerdir. Çocuklar ailelerinden koparılmış, subaylar tarafından köle olarak kullanmak için evlatlık alınmışlardır. Bunların izleri bugün uzun araştırma ve incelemeler sonucu ortaya çıkmış ama gizemini halen korumaktadır.

Tujin dağı, Zel dağı, Mercan dağları, Munzur dağları, Laç deresi, Ali Boğazı gibi 100’e yakın noktada katliamlar yapılmıştır. Bunlardan bugün en çok konuşulanı Kayışoğlu Yarması vakasıdır. Diyarbakır’dan kalkan uçaklar binlerce insanı öldürmüşlerdir. Kanlı seferlerin başladığı saldırılarda Dersim direnişinin önderlerinden Alişer ve eşi Zarife Hatun ile Sahan Ağa öldürülmüşlerdir. En acı insanı derinden yaralayan olay ise Diyarbakır’dan kalkan uçaklarda Dersim’i baştan aşağı bombalayan ilk kadın pilotun Atatürk’ün manevi kızı olarak bilinen Sabiha Gökçen’in acıklı hikayesidir.

Agos gazetesi genel yayın yönetmeni olan Hrant Dink’in ölümüne sebep olan olay Sabiha Gökçen davasıdır. Devletin örnek cumhuriyet kadını olarak lanse ettiği Sabiha Gökçen’in kimliğini ortaya çıkaran Hrant Dink’tir. Yetim kalan, Ermeni bir çocuğun, Atatürk tarafından evlatlık alınmasına kadarki süreci kamuoyu ile paylaşan Hrant Dink, tabuları yıkarak, gerçekleri açıklamış bedelini hayatı ile ödemiştir.

Soykırım kurbanı kadın ve çocukların Müslüman-Türk ailelerine hizmetçi yetiştirilmek üzere verilenlerden birisi Atatürk’ün manevi kızı olarak bilinen Sabiha Gökçen’dir. Katliam, kıyım ve tehcir sırasında annesi-babasını kaybeden S. Gökçen yetim kalan bir Ermeni çocuğudur. Sabiha Gökçen’in ise asıl ismi Hripsime Sebilciya’dır. Bursa’nın sayılı ailelerinden olan Sebilciyan iki yaşında ailesinden kopmuş annesi ve babasını tanımamaktadır. Bursa’da bir yetimhaneye, uzun yürüyüşe dayanamayacağı için ailesi tarafından bırakılmıştır.1922 yılında Bursa’ya gelen Atatürk 9 yaşındaki Sabiha’yı akıllı ve sevimli görür. Kendine evlat edinerek, Ankara’ya götürür. Sabiha cumhuriyet kadını olarak tanıtıldı. Oysa gerçek hiç de böyle değildi.1937/38 soykırımında Dersim’i bombalayan ilk kadın pilot olarak tarihe geçti. Sabiha Gökçen anılarında bombalama emrinin Atatürk tarafından verildiğini söylemiştir.

1937 yılında Erzincan valisiyle görüşmek üzere çağrılan Seyit Rıza, tutuklanarak Elazığ’a götürüldü. Bugün dahi katliam ve kırımları haklı göstermek için mazeret üretmede usta olan mahkemeler “Dersim’i isyana teşvik etmekten” göstermelik olarak oluşturulan mahkemelerde alelacele yargılanarak, idam cezasına çarptırıldı. Ekim’in ortasından Kasım 15’ine kadar süren yargılamalarda Seyit Rıza, oğlu ve arkadaşları Elazığ’ın Buğday Meydanında idam edildiler.

Tamamen kin ve nefret üzerine kurulu özel mahkemelerde yargılanan Seyit Rıza, oğlu ve arkadaşları yargılanan değil, mahkemeyi yargılar duruma getirmişlerdir. Asılsız suçlamalar üzerine alınan kararlar doğrultusunda hareket eden mahkemeye “yalancı ve şerefsiz hükümet” diyerek tavrını koymuştur. İdam edilmeleri için, kendi yasalarını dahi çiğneyerek yaşlarını S. Rıza’nın 75’ten 54’e indirerek, oğlununkini ise 17’den 21’e çıkartarak infaz etmişlerdir. Diğer idam edilenler Sey Nursen, Civrail Ağa, Fındık Ağa, Aliye Mirze Sili, Hesen Ağa ve oğlu Resik Hüseyin’dir.

Seyit Rıza ve arkadaşları 14/15 1937 kasım gecesi idam edildiler. İdam edilenler arasında Seyit Rıza en son idam edilmiştir. M. Kemal’in de Elazığ’da idam edildiği gece orada bulunduğu söylenmiştir. Ve bir an önce idam edilmesini beklemektedir. İdamdan önce de Seyit Rıza ile de görüştüğü bilinmektedir. “Nedamet getirdiği takdirde affedileceği”nin, konuşulanlar arasında olduğu bilinmektedir. Ama Seyit Rıza davasını savunmuş, “aman” dilememiştir.

İhsan Sabri Çağlayangil’in bizzat yer aldığı idam gecesinde namaz kılıp, kılmayacağı sorulmuş ama istememiştir. İnfazdan önce son isteği ise “40 liram var, bir de saatim oğluma veriniz” oldu. Kabul etmediler. “Oğlunu da asacağız” dediler. “Öyle ise beni ondan önce asın” dedi ama olmadı. İdam mahkumunun son isteği yerine getirilmedi. İlk önce çocuğunu gözlerinin önünde astılar. Resik Hüseyin son nefesinde babasına dönerek “Kürt milleti sağolsun” dedi. Seyit Rıza ise idama giderken kendisi ilmiği boynuna geçirdi. Tekmeyi vurarak, Kürdistan şehitler kervanına katıldı. Son sözü “ben sizin hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu, ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim bu da size dert olsun” diyerek miras bırakıp gitti. Seyit Rıza’nın devrimci duruşu bugün Kürdistan’da diz çökmeyenlerin mücadelesinde yaşıyor.

Dersim direnişinin en büyük haini ise Seyit Rıza’nın yeğeni Rayver’dir. Direniş ihanet ile kırılmak istenmiş ama başarılı olamamıştır. Rayver Türk devleti ile gizli işbirliğine girerek, Alişer’in güvenini kazanmak için kirve olur. Kızılbaş-Alevilikte kirvelik çok önemlidir. Kardeşten de ötedir. Seyit Rıza yeğeni olmasına rağmen bunu doğru bulmaz. Türk ordusuna hizmet eden döneme damga vurmuş olan Rayver yaptığı her ihanet neticesinde para ile ödüllendirilmiştir. Alişer ile Zarife Hatun’un kellesini düşmana taşımış, karşılığında yüzlerce liralar almıştır. Seyit Rızaların idam edilmesinden sonra Türk Genelkurmayın emriyle Tastek mevkiinde oğlu ile birlikte kurşuna dizildi. Evlerinde yapılan kontrollerde ise ihanetten elde ettiği paralar askerler tarafından bulunur ve el konulur. Eşini de Batı’ya sürgün ederler.

Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamından sonra şanlı direniş kırılmış, insanlar öldürülmüş, köyler yakılıp yıkılmış boşaltılmıştır. Ve dönemin başbakanı olan İsmet İnönü “Dersim meselesini ortadan kaldırdık” demiştir. Bugün ise Türk-İslam faşizminin temsilcisi olan Erdoğan, Dersim soykırımı için 2011’de partisinin genişletilmiş il toplantılarında “devlet adına özür dilemek gerekiyorsa, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum” demiştir. Fakat hiç bir inandırıcılığı olmayan, samimiyetten uzak, siyasi rakipleri olan CHP’yi teşhir etmek ve oy kaygısıyla söylenmiş sözdür. Anayasal güvencesi olmadan, gerekleri yerine getirilmeyen açıklamaların hükmü olmaz, olmamıştır.

Seyit Rıza ve arkadaşlarının bugün dahi belli olmayan mezar yerleri açıklanmadıkça, evlatlık verilen kızlar bulunmadıkça, devlet olarak özür dilenmedikçe, katillerin yargılanmadığı sürece, soykırımlarla yüzleşilmediği sürece, Alevi kimliği tanınmadığı sürece, cemevlerinin halka açılmadığı statüsü verilmediği, Dersim adı geri verilmediği sürece özür’ün hükmü yoktur.

Seyit Rıza’nın zalim’ler karşısında diz çökmeyen dik duruşu, Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının teslim ol çağrılarına karşı “biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyerek cevap veren, Diyarbakır işkencehanelerinde düşmanı karargahında yenilgiye uğratan İbrahim Kaypakkaya’nın direnişi, Deniz, Yusuf, İnan’ın darağaçlarına giderken “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” sloganı ile idamı göğüslemeleri, Cizire’de “biz direndik, diz çökmedik bizimle gurur duyun” diyerek ölen Mehmet Tunç ve binlerce şehitler Seyit Rızaların mücadelesinin devamı olmuş, sonsuza kadar da olacaktır.

 

Ermeni Devrimciler

4 MAYIS 2016

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu