İşçi sınıfı içerisinde örgütsüzlük, dağınıklık hakimiyetini çok uzun bir süredir devam ettirmekte. Bu sürecin artık tersine çevrilmesi gereken bir eşikte olduğunu da epeyce bir zamandır tespit ediyoruz. Bununla birlikte bu durumun nasıl tersine çevrileceği konusunda ise ortaya çıkan deneyimlerimizden çıkardığımız sonuç yaptıklarımızın tersini yapmak ya da yapamadıklarımızı/yapmadıklarımızı yapmak.
Peki neydi bu güne kadar pratiğimize hükmeden gerçek. Sınıf içerisinde yeteri kadar olmamak, üretim alanlarında, işkolları özgülünde sendikal örgütlenmeye yeteri kadar ağırlık vermemek, mahallelerde işçi sınıfı perspektifine uygun bir biçimde pratiğimizi yönlendirmemek, eğitim çalışmaları yapmamak… Bu gerçekliğimize müdahale etmek, ancak pratiğimize müdahale etmekle olacak diyerek kamplarımızda yürüttüğümüz tartışmalarla birlikte yabancılaşmaya karşı somut önlemler alma noktasında temel yönelimimiz olan tekstil, inşaat, belediye işkollarında öncelikte çalışan yoldaşları örgütlü bir biçimde harekete geçirmek yönlü tartışmalar yürüterek nasıl bir yol izleyeceğimizi belirledik. Bununla birlikte tekstil işkolunda işe girme, fabrikalarda işçi sınıfına bilinç taşıma ve örgütleme yönlü olanaklarımızı ortaya çıkardık. Bununla birlikte tekstil fabrikalarının yoğun olduğu işçi havzalarında işe girdik. Ağır aksak olsa da aldığımız kararları uygulamak noktasında attığımız önemli adımlar oldu ve birçok fabrikada yoldaşlarımız işe başladı.
Bu haftaki köşemizde bu deneyimlerimizden birisini kısaca aktarmanın önemli ve öğretici olduğunu ifade etmek istiyoruz. Öncelikte geniş kitlemizin çalıştığı işkollarını tespit etmeye çalıştığımızda karşımıza çıkan tablo büyük çoğunluğunun geçici, merdiven altı, çalışma saatleri esnek, sigortasız, sendikasız küçük atölyeler ya da cafe, market vb. gibi hizmet işkolları olduğunu gördük. Bu tablonun işyerlerinde örgütlenme noktasında yarattığı çelişkilerin bütün işçi sınıfı içerisinde olduğu gibi devrimci işçiler açısından da pek farkı olmadığı açık. Bütün bunlarla birlikte genellikle bir akraba ya da tanıdık yanında çalışmanın da çok yaygın olduğunu, devrimci işçilerin devrimci faaliyete daha fazla zaman ayırabilmek için bilinçli bir biçimde bunu tercih ettiklerini de ifade etmek gerekiyor. Bu duruma birçok farklı etmen sıralanabilir, ancak en esaslısının devrimcilerin üretim sürecine yabancılığı olduğu da çok net. Ortaya çıkan bu fotoğrafın kendi fotoğrafımız olduğunu kabul ederek kendi gerçeğimizle bu noktada yüzleşerek işe koyulmak zorunludur. Deneyimimize gelecek olursak; tekstil işkolunda çok önemli bir havzada birçok fabrikanın olduğu bir alanda yoldaşın işe girmesiyle birlikte o fabrika işçilerinin özelde tekstil işçilerinin daha da özelde kadın işçilerinin çalışma koşulları örgütlenme olanakları ve yol yöntemleri noktasında çok önemli bir adım atmış olduk. Yoldaşlarla birlikte sendikal örgütlenme ve iş yerlerinde ortaya çıkan durumlar ve ne yapmamız gerektiği noktasında yürüttüğümüz tartışmaların yararlılığı ise su götürmez bir gerçeklik. İşe giren yoldaşın misyonu bu noktada nasıl hareket etmesi gerektiği daha önceki deneyimlerimiz ve patronların geliştirdikleri yöntemler özgülünde her biri ayrı eğitim çalışması niteliğinde olan bir süreci işletmiş olduk ki her bir fabrika örgütleme, direniş, grev vd. ayrıca bir eğitim ve panel konusu olacak önemli birikimler ve dersler içermektedir. Fabrikada işe girdiği andan itibaren fabrika koşulları, işçilerin çelişkileri, örgütlenme zeminlerini ortaya çıkaran bir anlayışın ötesinde; işçileri gözlemleyen “bu işçi çok iyi bir insan, bu işçi çok küfür ediyor, bu işçi konuşuyor, diğeri hiç konuşmuyor, bu işçi kadınlara karşı düşman, kadın işçiler tacize, hakarete, karşı susuyorlar…” gibi birçok gözlemlemeyi ilk bir hafta içerisinde yapmış olduk. Bununla birlikte ilk bir hafta içerisinde yaptığımız gözlemlemeyi devrimci bir süzgeçten geçirerek bütün bu gözlemlerimizi örgütlenmek için kullanmak noktasında yeteri kadar sonuç çıkaramamış olduk. Elbette bu durum da tecrübesizliğimizin önemli bir payı var ancak bütün bunlarla birlikte yılların deneyimlerini ise bugüne aktaramadığımızı görmüş olduk bu açıdan nerdeyse en başından başladığımızı söylesek sanırız abartmış olmayız. İşe giren yoldaşın bir süre sonra zaten en başından misyonunu kavrayamaması/kavratamamamızla da birleşen deneyimsizliği işçileri örgütlemek için işe giren yoldaşın bir süre sonra işçileşmesiyle son buldu. “Ya patron bir şey derse, ya fark ederse, patron beni işten çıkarırsa” vb. gibi bir süre sonra işe niçin girdiğini unutan, bulunduğu alanda devrimci misyonunu kaybeden bir gerçeklikle karşı karşıya kalmış olduk. Bu anlattıklarımızla birlikte bu pratiğin başarısız bir pratik olduğu değerlendirmesi elbette yapılabilir. Ancak biz bütün bu gerçekliklere devrimci bir anlayışla baktığımızda kesinlikle bir başarısızlık olarak değerlendiremeyiz. Zira işçi sınıfı içerisinde örgütlenmek bütün bu çelişkileri içerisinde zaten barındırmaktadır. Ve esasta bu deneyimimizde böylesi duruma nasıl müdahale edeceğimizi öğrenmiş olduk.