Sabah gözlerini açmakta zorlandı. Eline aldığı saate baktı, ama her taraf pusluydu, doğru düzgün göremiyordu. Gözlerini ovuşturup tekrar baktı, saat altı olmuştu ama hiç kalkası yoktu. Bedenindeki yorgunluğu hissetti. Ağırlaşmış başını yastıktan kaldırdı. Tutamadı düşüverdi tekrar.
Hiç böyle yapmazdı Hüseyin usta. Kalkar, üstünü giyer, işine giderdi. Ama bu sefer farklıydı. Bedeni ağırlaşmış kaldıramıyordu bir türlü. Sanki tüm kemikleri kırılmış, sızım sızım sızlıyordu. Ağrımayan tek bir yeri yoktu.
Kalkıp işe gitmesi gerekiyor, gitmez ise iki buçuk günü kesilecekti. Bu da çocukların ve evin giderlerinden kısmak demektir. Hüseyin usta bunu iyi biliyordu, kendini zorlayıp kalktı. Üstünü giydi, eline bir parça ekmek ile bir dilim peynir aldı, tıkıştıra tıkıştıra dışarı çıktı.
Henüz havanın aydınlanmadığını fark etti. Soğuk ve ayaz olduğunu da… Her kış böyle oluyor, insanı çileden çıkarırcasına yapıp duruyor. Ah şu kışı bir geçirebilseydik yatağa düşüvermeden dedi kendi kendine. Uzaktan gelen arabaların uğultusunu, sokaktaki kalabalığın uğultusunu dinledi. Birden rüzgarın savurduğu kar tanelerini jilet keser gibi açıkta kalan bedeninde hissetti. Cebindeki atkıyı çıkartıp boynuna doladı. Yüzünü avuçlarının arasına alıp gür bıyıklarına bulaşan peynir ekmeği sıvazladı. Cebinden paket sigarasını çıkardı. Birkaçını kontrol etti. En kuru olanını çıkartıp yaktı.
Öne eğik başını kaldırdı, sağına soluna baktı. Sokak, işe giden insanlarla dolup taşmıştı. Gözleri tanıdık yüzler aradı. Ama kimseyi göremedi. Herhalde yine kalkamadılar diye düşündü. Küçük adımlarla kaldırımdan yola yöneldi. Akıp giden insan selinin arasına karıştı.
Fazla ilerlememişti ki her sabah tanık olduğu tartışmaya yine tanık oldu. Kızgın bir halde, binanın dış kapısını sertçe vurarak dışarı çıktı Rıza. Yüksek sesle, söylene söylene Hüseyin ustanın olduğu yöne doğru yöneldi.
– Şu halimize bak, ölü müyüz yaşıyor muyuz belirsiz. Onca çektiğimiz çile, zulüm yetmiyormuş gibi bir de şu kışın ettiğine bak ya… Hüseyin usta sen söyle haksız mıyım?
Cevap alamadı Hüseyin ustadan. Zaten üstelememişti de. Hacı nerde kaldı, bugün gecikti diye soracaktı ki Hacı’nın geldiğini görüp vazgeçti sormaktan. Hacı’yı kızdırmak için yanaşmasını bekledi. Ama Hacı yanlarından hızlıca gelip geçti. Rıza anladı Hacı’nın kaçmaya çalıştığını ve seslendi;
– Hacı Hacı, bu ne hız, hele bir dur diyeceğim var sana.
– Senin bana ne diyeceğin olur? Ne diyeceksen ordan de.
– Senin aran iyidir şu yukarıdakiynen. Bir ara söyleyiver de kurtarsın bizi bu çileden. Bu yıl da kar yağdırmayıversin ne çıkar.
– Ula deli Rıza, yine tersinden kalkmışsın sen. Sabah sabah ne sataşıp durursun bana. Gözünü açtığında Bismillah de de işin gücün rast gitsin.
– Kızma Hacı, kızma. Hem niye kızıyorsun ki, sana sataşmayayım da kime sataşayım? Zati canım sıkkın.
– Canına ne oldu ki sıkkın?
– Hani şu “seninkisi” var ya, işte o bizleri pek sevmiyor galiba. Bak kıçımız başımız dondu. Haydi bu neyse de senin şu kelin bile kızarmış soğuktan. Seninkisi bir üfleyiverse de ısıtsa he mi Hacı?
– Hacı kadar başına taş düşsün. Ne diyeyim ben sana. Bir insan dinsiz imansız olursa… Hem şükretmez dua etmezsin hem de gelir bana dert yakınırsın. Allah sana akıl fikir versin. Ben ne diyeyim.
– Niye öyle diyorsun Hacı? Benim sana dert falan yakındığımı da nerden çıkardın? Hem sen şükrettin de ne oldu? Karnının derisi sırtına yapışmış. Sıçmıyorsun yememek için, çıkmış bana “şükret” diyorsun. Nesine şükredeyim? Çektiğimiz zulme mi, emeğimizin karşılığını alamadığımıza mı? Zati bu şükret değil mi bizi bu hale koyan? Yine de sen şükret, bakayım ne olacaksa!
– Töbe de, günaha giriyorsun. Beni de günaha sokma bu yaştan sonra. Ula deli Rıza, önceden deli idin, şimdi dinsiz Rıza oldun çıktın.
Hacı, Rıza konuştukça küplere bindi. Tartışmanın gittikçe uzayacağını fark etti. Rıza’nın devam eden sorularını yanıtsız bıraktı. Hüseyin usta ise yalnız arada gülmekle yetindi.
Durağa geldiklerini fark ettiklerinde her ikisi de susmuştu. Durak bayağı da kalabalıktı.
– Günaydın cümleten, dedi Hüseyin usta.
– Günaydın, diye karşılık verdi duraktakiler de.
Hüseyin usta, beklerken üşümeyeyim diye elini cebine attı, voltaya başladı. Rıza da Hüseyin ustaya eşlik etti. Duraktaki diğerleri ise oldukları yerde ayaklarının üzerinde zıplayarak ısınmaya çalıştı. Durak da bir doldu bir boşaldı. Ama bir türlü kendi servisleri gelmek bilmedi. Hava daha bir soğumaya başladı. Rüzgar şiddetlendikçe durağa bir sessizlik çöktü. Yalnız rüzgarın uğultusu ve onun peşine takılıp gelen kar tanelerinin durak demirine çarparak çıt çıt çıkardığı sesler kaldı.
Hepsi bir yandan titriyor bir yandan da dertli, derin derin düşünüyorlardı.
– Bu saatten sonra servis gelmez, dedi Haydar.
Yavaşça Hüseyin ustanın yanına yanaştı.
– Hüseyin usta, kaç saattir bekliyoruz, gelse gelirdi. Bu saatten sonra beklemenin bir anlamı yok bence. Gel bugün işe gitmeyiverelim. Zaten iki aydır gece gündüz demeden çalışıyoruz, uyku nedir unuttuk. Yorgunuz da… Kaç aydır temizlik de yapmıyoruz, kokacağız yakında. Hiç değilse midemize sıcak bir yemek girer. Unuttu midemiz sıcak yemeği. Hem de bugün dinlenelim.
– Ula Haydar, senin derdin dinlenip temizlik yapmak değil. Senin derdin sıcak kucağı bırakıp işe gitmek. Yorgunluk, temizlik memizlik bunun bahanesi. Ne yalan söyleyeyim benim de zoruma gidiyor sabah sıcak koyundan ayrılmak. Ama ne yaparsın. Hem evinde temizlik yapacak malzemen mi var ki böyle bol keseden konuşuyorsun? Burada herkes biliyor senin derdinin ne olduğunu.
Rıza söyleyeceklerini daha bitirmemişti. Ama aniden susuverdi. Haydar’ın alıngan ve utangaç olduğunu birden unutuvermişti. Gelişigüzel konuştuğunu düşündü. Başını kaldırıp Haydar’a baktı. Haydar’ın büzülüp küçüldüğünü gördü, üzüldü. İçten içe kendine kızdı.
Hüseyin usta boşluktan yararlandı. Kolunu Haydar’ın omuzlarına attı.
– Şimdi, birkaç gün önce yeni siparişler geldi. Haftaya kadar onları bitirmemiz gerekiyor. İşler yetişmezse bu ay da para vermeyebileceklerini söylediler. İşe gitmezsek bir ay daha aç kalacağız. Borç harç yapacağız. Bir ay daha parasız kalmak istiyorsan, göze alıyorsun işe gelmeyebilirsin. Tabi, telefon açar işyerine bildirirsin, yoksam benden kesiyorlar iki buçuk günü. Bunları düşün, ona göre kararını ver.
Hacı konuşulanları duymamazlığa vurdu. Oralı da değildi zaten.
– Bu araba gelmeyecek. Biz kendi imkanlarımızla gidelim. Yoksa burada donacağız, diye öneri yaptı.
– Hacı’nın dediği gibi, gelmeyecek bu servis. Ya yollar sıkışık ya da yollar buzlandı kaza yaptı. Yoksam niye gelmesin?… Şimdiye kadar hiç gelmemezlik yapmadı. Herkes biner lira koysun, kendi imkanlarımızla otobüse binip gidelim, dedi Hüseyin usta.
Hepsi elini cebine attı, kimseden doğru dürüst tam bin lira çıkmadı.
Rıza, Hacı’dan bin lira borç istedi.
– Sende varsa bana ver, ben nerden bulayım bin lirayı, diye Rıza’ya dert yakındı.
Beş kişi ancak üç bin lira toplayabildiler. Olan bütün paraları da buydu zati.
Hüseyin usta avucunun içindeki topladıkları paraya baktı.
– Puu… kalıbımıza sıçayım. Bu kadar adamız, bir araba yol parasını toparlayamadık. Bi de eşek gibi çalışıyoruz akşama kadar. İt oğlu itler de, altlarında araba, bilmem kaç tane emirlerinde şoför, hizmetçi, villası, köşkü… Ha sıçayım ben böyle adaletin içine. Böyle adalet mi olur, adamların yedikleri önünde yemedikleri ardında, bizim de karnımız kursağımızda. Sırtımızdan kazandıkları parayla keyif sürüyorlar. Bizse açlıktan ölüyoruz. De gel de söylenme… Neyse, bunları düşündükçe gözüm dönüyor. Madem paramız yetişmedi, mecburen tabana kuvvet yürüyeceğiz. Başka çare yok.
– Siz şaşırdınız mı, dedi Haydar. Buradan oraya bu havada yürünür mü hiç? Oraya kadar donarız, hasta oluruz bu parasızlıkta. Rıza sen bir şey söylesene bunlara. Sen aklı başında bir adamsın.
– Ben ne söyleyeyim, başka bir önerin varsa söyle onu yapalım.
– Ben gidiyorum, gelmek isteyen varsa gelir, gelmek istemeyenlerse arar işyerini söyler, anlatır durumu gelemiyorum diye, dedi Hüseyin usta ve yola düştü. Diğerleri de Hüseyin ustanın ardı sıra yola koyuldu.
Bu sefer daha bir sardılar üzerlerindeki montları. Kimi öfkesinden ne yapacağını bilemedi. Kimisi de her adımda bir küfür bir tehdit etmeden kendini alamadı. Kısa bir süre sonra hepsi birden sustu. Fabrikaya kadar da hiçbiri konuşmadı.
İki buçuk saattir yoldaydılar. Ancak varabildiler fabrikaya ama yemişlerdi kışın ayazını. Yüzleri dondan buruş buruş olmuş, çatladı çatlayacak moraran dudakları, parmakları.
– Allah’a şükür, en sonunda geldik dedi Hacı.
Dişlerinin çatırtısını engelleyemedi Rıza. Şaşkın bir halde.
– Fabrikanın önündeki bu kalabalık da neyin nesi? Baksanıza, Hüseyin usta acep ne olmuştur?
– Gördüğün gibi ben de seninle birlikteyim, sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum. Ama bir olay olmuşa benziyor. Yoksam bu kadar insan bu saatte dışarıda olmaz. Kesin önemli bir şeyler oldu.
– Bakın bakın bunlar bizimkiler, dedi Haydar. Hepsi de dışarıda… Çalışan yok, içerde kimse gözükmüyor. Fabrikayı açmamışlar mı ne yapmışlar.
– Biraz hızlı yürüyün de ne olduğunu öğrenelim, dedi adımlarını hızlandırdı Hacı.
Hepsi bir anda unutuverdi yedikleri ayazı, ellerindeki yüzlerindeki donu. Fabrikaya iyice yaklaşmışlardı.
– Şu kalabalığa bak, altı yüz işçinin altı yüzü de burada. Ne kadar kalabalık değil mi Hüseyin usta, dedi Haydar.
Hüseyin usta ise fabrika önündeki kalabalığa kilitlendi. Haydar’ın söylediğini duymadı. Haydar bunu fark etti tekrarlamadı. Zati varmışlardı.
Gelenleri karşılamak için kalabalığın içinden öne doğru çıktı Hasan usta. Bunu fark eden Hüseyin usta, zaman kaybetmeden hemen soruverdi:
– Niye işbaşı yapmadınız, dışarıda bekliyorsunuz? Fabrika kapalı mı, açılmadı mı bugün?
– Sabahtan beri bekliyoruz. Ne gelen var ne de giden, açılıp açılmayacağını da bilmiyoruz.
Rıza kalabalığın arasından çıktı, koşarak Hüseyin ustanın önünde durdu, sinirli sinirli:
– Peki aramadınız mı fabrika kapalı diye.
– Aradık, aradık elbette ama hiçbirine ulaşamadık. Cep telefonları da kapalı, hiçbir yerde yoklar.
Rıza’nın bu ani hareketi Hüseyin ustayı kızdırmaya yetti de arttı. Hüseyin usta kızgınlığını belli etmek için Rıza’ya omzundan tutup geriye çekti. Hasan ustaya iyice yanaştı.
– Altı patrondan bir tanesini bile bulamadınız.
– Hiçbirini…
– Kimsenin bilgisi de mi yok niye açılmadığıyla ilgili.
– Herkesi sorduk, kimsenin bilgisi yok. Bekleyelim gelen olur, haber veren olur dedik, ama ortalıkta kimse yok.
– Peki şimdi ne yapacağız, bilginiz öneriniz var mı?
– Bekleyelim bir açıklama, haber veren olmazsa bir çaresine bakarız. Diğer ustaları da çağırır, ne yapacağımıza karar veririz.
– Bu iş ustalarla olmaz dedi Rıza. Burada altı yüz kişi var. Altı yüz kişiye danışmak, ne yapmak gerektiğine topluca karar vermek gerekir. Olmazsa altı yüz kişi oylama yapar, bizi temsil edecek kişiyi, kişileri seçeriz.
– Ne oluyor, daha ortada bir şey yok. Allah korusun, belki çok önemli bir şey olmuştur. Daha fabrikanın niye açılmadığını bile bilmiyoruz, demesiyle bir anda tüm gözler Hacı’ya çevrildi.
Hacı bir iki adım geri çekildi. Gözlerini büyüterek karşısındaki kalabalığı süzmeye başladı. Hepsinin kaşları çatılı, gözlerdeki kin ve nefreti fark etti. Çatırdayan dişlerin sesini duydu, bir an irkildi. Korkmuştu, ne diyeceğini şaşırdı, içten içe ikilemeye başladı. Söylediklerinin arkasında mı durayım yoksa siz haklısınız mı diyeyim diye düşündü. Söylediklerimde ısrar edersem beni çiğ çiğ yerler bunlar. Hem haklılar da, hiç böyle bir şey olur mu? Nerede gözükmüş altı yüz kişi dışarıda duracak, fabrika kapalı kalacak… Neymiş efendim, önemli bir şey olmuş da gelememişlermiş. Anca kendimi kandırırım bununla. İki buçuk saat soğukta yürüdüğü yol geldi birden aklına. İki ay gece gündüz çalışıp da bir lira alamadığını düşündü. Bir anlık düşünmeden konuşmanın pişmanlığını yaşadı. Kalabalığa doğru yanaştı.
– Doğru, siz haklısınız, bu işte bir iş var. Şimdi ne yapacağız ona karar verelim.
Kar yağışını gitgide hızlandırdı. Sanki olanların farkındaydı. Öfkeyle yağdı işçilerin üstüne. Hareket eden kardan adamlara döndü işçiler. Saatin ilerlemesiyle öksürükler de çoğaldı ama hiçbiri bunu düşünecek durumda değildi.
İşçiler birkaç grup halinde kendi aralarında tartışmaya başladılar. Kimi tahminler yürütüp öneriler sundu, kimisi de dinlemekle yetindi. Tartışmalar, öneriler birbiri ardına dizildi. Fabrika önündeki uğultu, rüzgarın uğultusuna karışıp semtin üstüne çöktü.
İşçiler patronlara ulaşabilmek için birçok olanağı kullandılar. Ama buna rağmen hiçbirine ulaşamadılar. Zaman uzayıp geçtikçe işçilerin de öfkesi katbekat artmaya başladı.
Hüseyin usta birkaç işçi ile birlikte işçileri bir araya topladı.
– Durumu herkes biliyor. Bu saate kadar bekledik, kimse gelmedi. Bir açıklama yapan da olmadı. Birkaç kişi düşündük, burada böyle beklemenin bize bir yararı yok. Bir anlamı da yok. Size önerimiz şu; ellişer kişilik gruplar oluşturalım. Her grup kendisini temsil edecek kişiyi oylama yapıp seçelim. Grupların seçtiği temsilciler bir araya gelsin, ne yapacağımıza karar versin. Bir de temsilciler bir araya gelmeden önce kendi grubunun düşüncesini, önerisini alıp öyle gelsin. Hangi yönde, ne karar verileceği çoğunluğun onayıyla olmuş olur.
Hüseyin ustanın yaptığı öneri işçiler tarafından kabul edildi. Ellişer kişilik gruplar oluşturdular. Her grup kendi temsilcisini seçti. Ne yapılması gerektiği konusu üzerine iki saat tartıştılar. Gruplardaki tartışmaların sonucunda temsilciler bir araya geldi. Çoğunluğun ortaklaştığı yönde karar alındı.
Hüseyin usta işçileri tekrar bir araya topladı ve aldıkları kararı açıkladı.
– Temsilciler, çoğunluğun ortaklaştığı yönde fabrikayı işgal etme ve grev kararı aldı. Paramızın son kuruşunu alana kadar fabrikanın içinden çıkmayacağız ve grevi sonlandırmayacağız. Diğer semtlerdeki depolarda bulunan kumaşlara da el koyacağız. Hiçbirimiz evimize gitmeyeceğiz. Burada, fabrikada yatacağız. Alınterimizi alana kadar burada kalacağız.
Diğer bir konu ise, temsilciler tartışma sonucu her gruba bazı işbölümü yaptı. Yapılan işbölümüne göre temsilciler kendi gruplarında görevlendirmeler yapacak. Bu görevlerden bazısını söyleyeyim. Gece ve gündüz nöbet tutma, yemek ve çay yapma, dışarıdan ihtiyacımız olan malzemeleri almaya gitme ve diğer semtlerdeki depolardan kumaşlar getirme.
Herkes kendi sorunlarını temsilcisine söyler, yapılacakları ona göre yaparız. Herkes kendi kafasına göre hareket ederse her şey karmakarışık olur. İşgali de grevi de boşu boşuna yapmış oluruz. Buna uygun davranmayan grev kırıcılığı yapmış olur.
Bazı işçiler bu duruma karşı çıktı. Çoğunluk ise kabul etti. Bunun üzerine karşı çıkan işçiler tartışma sonucu istemeyerek de olsa kararları kabul ettiler.
Birkaç güçlü kuvvetli işçi fabrikanın kapısını kırıp içeri daldı. Diğer işçiler de onların peşi sıra fabrikaya girdi. Temsilciler yapılan işbölümü kararından kendi grubuna düşen işler için görevlendirmeler yaptılar. Fabrika beş katlı ve çok pencereli bir binaydı. Ön cephesi ise tamamen camla kaplıydı. İşçiler güvenlik için nöbet tutulacak pencereleri de belirlediler. Aynı noktayı görmeyen birçok pencere vardı. İşçilerin çoğunluğu bu her bir pencere için nöbetçi konmasına karşı çıktılar. Temsilciler, fabrikanın güvenliği için bunun gerekli olduğunu anlattılar. Başka seçenekleri olmadığı için kabul ettiler.
İhtiyaçlar ve alınacak malzemeler için işçilerin üzerindeki tüm paralar toplandı. Komün oluşturuldu. Fabrikadaki en büyük kırmızı bezin üstüne boyayla grevdeyiz yazıp, fabrikanın dördüncü katından ön cepheye astılar. Fabrikadaki tüm makineleri, açılmamış top kumaşları, dikilip bitmiş işleri, dikini yarım kalanları, ip bobinlerini, ütü ve masaları, tüm araç gereçleri işçilerin hepsi birlikte dördüncü kata çıkardı, bir araya getirdiler. Başına da nöbetçi koydular, hırsızlık yaşanmasın diye. Fabrikada gerekli olan tüm görevlendirmeleri yaptılar.
Bulundukları durum, Hüseyin ustaya geçmiş günlerini anımsatmıştı. Yüzünü avuçların arasına aldı, 70 ila 80 yıları arasında yaptıkları grev ve işgalleri düşündü. Yaptıkları eylemleri, polisin azgınca saldırısıyla gözaltına alınışını ve kalabalık bir kitlenin önünde okuduğu metni düşündü. Şimdi yine o yılları yaşıyordu. Bunları düşünmesiyle birden heyecanlandı, içten içe sevindi Hüseyin usta. Dudağını geriye doğru büyütüp gererek gülümsedi, mutluydu. Gözlerini uzaklara dikti ve öyle kaldı uzun süre…
***
İşgalin ve grevin ikinci gününe girdiler. Geçen zaman boyunca işçiler, birileri gelir açıklama yapar diye bekledi. Ama ne bilgi veren ne de gelip bir açıklama yapan oldu.
Temsilcilerden Uzun Ali, heyecanlı heyecanlı Hüseyin ustanın yanına geldi.
– Arkadaşların bir önerisi var. Bunu söylememi istediler. Uygun bir zamanda toplanalım, dedi sevinerek.
Hüseyin usta bunun üzerine temsilcileri bir araya topladı. Uzun Ali güle sevine konuşmaya başladı:
– Arkadaşlar, televizyona ve gazeteye haber verelim diye bir öneri getirdi. Böyle yaparsak bence de iyi olur, dedi hemen ardından.
Diğer temsilciler Uzun Ali’ye onay verip katıldı. Hüseyin ustanın aklına pek yatmamıştı, kimsenin ilgilenmeyeceğini düşünüyordu.
– Bence de iyi olur ama ilgilenen olacak mı orasını kestiremiyorum. En doğrusu bunu gruplarda tartışmak. Belki herhangi bir gazete ya da televizyonda tanıdığı, akrabası olan vardır. Öyle olursa haber yapılması daha rahat olur.
Temsilciler konuyu hemen gruplara açtı. Tartışıp önerilerini aldılar. Ama kimsenin akrabası ve tanıdığı çıkmadı. Hüseyin usta yapılan önerilere baktığında şaşırıp kaldı. Hiç aklına gelmeyecek önerilerdi. Grupların önerileri tek tek yazıldı. Bir liste oluşturuldu. Reha Muhtar’ın adını okudu, dayanamayıp bastı kahkahayı. Bir süre sonra kendini toparladı. Sağındaki solundaki işçilere baktı, nabızlarını yokladı. Bir açıklama yapma gereği duydu.
– Arkadaşlar, bunların hiçbiri bizimle ilgilenmezler, çünkü bizim bacaklarımız kıllı. Bunlar kılsız bacak olursa ilgilenirler. Yine de ne olur ne olmaz, arayalım bakalım.
Listedeki isimleri sırasıyla aramaya başladılar. İlk sırada Reha Muhtar vardı. Hasan Usta telefonun ahizesini kaldırıp tuşlara bastı. Telefonu açan haber hattından sekreter bir kadındı. Hasan usta, iyi günler deyip konuşmaya başladı.
– Biz Güneşli’de “tekstil” fabrikasında çalışan altı yüz işçiyiz. İki aydır paramızı alamıyoruz. Dün sabah işyerine geldiğimizde fabrikayı kapalı bulduk. Patronlardan hiçbiri de ortada yok. Biz de öğle sonuna kadar gelen olur diye bekledik. Ama kimse gelmedi. Biz de fabrikayı işgal edip greve başladık. Hasan usta lafını bitirmemişti ki telefonun karşısındaki kadın:
– Beyefendi, lütfen telefonu meşgul etmeyin. Fabrikayı işgal etmiş, greve başlamışsanız bize ne? Başka kanal mı yok? Haber listemiz dolu, lütfen başka kanalı arayın, iyi günler, demesiyle kapaması bir oldu. Telefon ahizesi Hasan ustanın elinde kaldı. Yüzü allak bullak oldu. Başını işçilere çevirdi, söyleyecek bir şeyler aradı. Yalnız, kadın telefonu kapadı diyebildi. Hepsi birden şaşırdı bu nasıl iş diye. Bunun üzerine birkaç yeri daha aradılar. Hemen hemen aynı ya da benzer cevapları oralardan da aldılar. Sonra vazgeçtiler aramaktan. Bu olaydan sonra Uzun Ali’nin neşesi kaçtı. Yapılan önerinin kendi grubundan çıkması sevindirmişti. Yaptıkları girişimin boşa çıkması ise üzmüştü.
Öğle vakti dışarıda bir hareketlenme olduğunu gördü nöbetçiler. Nöbetçilerden biri alelacele temsilcilere haber vermeye gitti. O an işçilerin hepsi pencere önüne birikti. Dışarıya bakan gözler birden büyüdü. Yüzlerce polis fabrika önündeki yolun her iki ucunu kapadılar. Sağa sola koşturmaya başladılar. Yolun ana cadde tarafından sivil bir taksi geldi, fabrikanın önünde durdu. Polis taksinin kapısını açtı. Taksiden patronlardan birinin yeğeni ve avukatı indi ve fabrikaya doğru yöneldiler.
Kimi işçiler bunu görünce sevinmeden edemediler. “Nihayet paramızı alacağız, rahat rahat evimize gideriz”, dedi Hakan.
İşçiler birbirleri arasında bu tür şeyler konuşmaya başladı. Patronun yeğeni ve avukatın yanlarına doğru geldiklerini gördüklerinde hepsi birden sustu. Bir araya gelip çember oluşturdular. O an fabrika sessizliğe büründü.
Hüseyin usta, patronun yeğeni ve avukatın polisle gelişinin hiç de hayırlı amaçlı olmadığını anlıyordu. Kimi işçilerin para beklentisi boştu. Bu yüzden lafı dolandırmaya hiç niyeti yoktu. İşçilerin arasından bir iki adım öne çıktı, patronun yeğeni ve avukata doğru yanaştı. Dişlerini sıkarak konuşmaya başladı.
– İki gündür burada böyle bekliyoruz. Fabrikanın neden açılmadığının bilgisini niye vermiyorsunuz? Kaç aydır gece gündüz demeden çalıştık. Cebimizde bir lira yok. Herkesin borcu gırtlağı geçti. Bu kadar insanı hiç düşünmüyor musunuz, parasızlıktan ne yapar ne eder diye. Gerçi düşünseniz bunlar olmazdı. Uzun lafın kısası, paramızın son kuruşuna kadar istiyoruz. Paramızı alana kadar da fabrikayı terk etmeyeceğiz. Fabrikaya kimseyi de sokmayacağız.
Hüseyin usta bunlar söylerken işçiler de işin gerçeğini daha iyi anlamışlardı. Hüseyin ustanın konuşması biter bitmez fabrika bir anda sloganlarla çınladı. Kısa bir süre sonra da slogan sesleri kesildi. Patronun yeğeni bu boşluktan yararlanıp konuşmaya başladı:
– Arkadaşlar, biliyorsunuz ki zor bir dönemden geçiyoruz. Diktiğimiz siparişlerin parasını alamadık. Birçok yere borç yaptık. Ama hiçbirini ödeyemedik. Şu anda iflasın eşiğindeyiz. Biraz daha dişinizi sıkarsanız en kısa zamanda paranız son kuruşuna kadar verilecek. Size söz veriyorum. Eğer paranızı alamazsanız ben vereceğim. Şimdilik her birinize beş bin lira vereceğiz. Şu anda bulabildiğimiz, verebileceğimiz bu kadar. Siz şimdi işbaşı yapın, haftaya onar lira daha vermeye çalışacağız. Bize biraz zaman verirseniz hepsini ödeyeceğiz.
Rıza daha fazla palavraya dayanamayıp patronun yeğeninin sözünü kesti. Öfkeli sinirli konuşmaya başladı:
– Sen kimi kandırıyorsun beş lirayla? O beş lirayı al da sokağa çık bakalım, evine gidebilecek misin? Sadaka mı veriyorsun, dalga mı geçiyorsun bizimle? Benim burada altı yüz bin lira alacağım var. Hepimizin de aşağı yukarı aynı. Emeğimizin karşılığını istiyoruz, sadaka değil. Sen onu git çocuğuna ver, anca onu kandırırsın.
Patronun yeğeni Rıza’nın konuşmasına içten içe kızdı. Ama kızgınlığını belli etmemeliydi. Ne diyeyim, nasıl konuşayım da işçileri ikna edeyim diye düşündü. Ne diyeceğini bulamadı. Yarım kalan konuşmama devam edeyim bari dedi, kendi kendine. Avukatın sırtına toz silkeler gibi birkaç tane vurdu ve konuşmaya başladı.
– Arkadaşlar, yaşadığınız stresi anlıyorum, haklısınız da. Ama sizin de bizi anlamanız lazım. İflasın eşiğine geldik. Yapabileceğimiz, bulabileceğimiz bu. Buna da şükredin. Elimizden geleni yapıyoruz, dedi.
Rıza “şükredin” lafını duydu, elini çenesine götürdü. Dönüp Hacı’ya baktı. Hacı’nın da kendine baktığını gördü. Hacı’ya hafifçe gülümsedi. Hacı, Rıza’nın bakışlarını anladı, gözlerini kaçırmaya çalıştı ama başaramadı. Yalnız Rıza’nın gülüşüne gülerek karşılık verebildi.
Yapılan para teklifini işçiler kabul etmedi. Avukat, patronun yeğeninin yetersiz kaldığını gördü. Devreye kendisi girdi. Tehdit eder bir üslupla konuşmaya başladı.
– Yaptığınız şey yasadışı, suç işliyorsunuz. Hemen bırakın işgali. Bırakmazsanız bunun sonucu hiçbiriniz için iyi olmaz. Polisi fabrikaya sokturtmayın bize. Polis gelirse zorla çıkarır fabrikadan.
İşçilerin arasından aniden “yuuh” diye bir ses yükseldi. Hemen ardından sloganlar geldi. İşçilerin hepsi slogan atmaya başladılar. Avukatın konuşması yarım kaldı. Bitiremeden susuverdi. Cemal sesini yükseltti.
– Geleceği varsa göreceği de var. Biz buradayız, dedi.
İşçiler de Cemal’in söylediğini tekrarladı. Patronun yeğeni ve avukatını yuhalayarak yaka paça dışarı attılar. Bunu gören polis hemen harekete geçti, fabrikaya doğru yöneldi. İşçilerin çoğu fabrikanın giriş katına inerek kapıyı içeriden kapatıp kilitlediler. Polis kapıya yanaştı, açmak için zorlamaya başladı. İşçiler iki gün önce kapıyı kırıp fabrikaya girdiklerinde geçici olarak kapıyı geri de onarmışlardı. Hüseyin usta kapı kilidinin olduğu yerdeydi. Polisin zorlamasıyla kapının kırıldığını gördü. Sesini yükseltebildiği kadar yükselterek;
– Arkadaşlar, kapı kırıldı. Bu şekil fazla dayanamayız. Soyunma bölümündeki dolaplarla kapının arkasına barikat kuralım. Birkaç kişi benle gelsin, dolapları getirelim, dedi.
Koşarak dolapları getirmeye gittiler. Dolaplarla kapının arkasına büyük bir barikat kurdular. Ama giriş kat boydan boya camdı. Polisler bir süre sonra camları kırdı, barikat niyetine konan şeyleri alıp dışarı attılar. İşçiler de gidenlerin yerine yenilerini koydular. Böyle iki saat direnebildiler. Arık girişe konacak doğru düzgün bir şey kalmadığını fark etti Hüseyin usta. İşçilere döndü;
– Herkes dördüncü kata çıksın. Barikatı oraya kuralım, oraya girmeleri buraya göre daha zor, dedi.
Bunun üzerine tüm işçiler dördüncü kata çıktı ve ellerine ne geçtiyse kapıya yığdılar. Dört metre uzunluğunda, üç metre genişliğinde tavan boyunda bir barikat kurdular kapının ardına.
Polis, giriş kattaki barikatı kaldırıp dördüncü kata çıktı. Üç saat barikatı zorladılar ama barikatta en küçük bir kıpırtı dahi yapamadılar. İşçilerin kimisi barikatın arkasında destek olmaya çalıştı. Kimisi de polisin tehditlerine karşı pencereden durmadan slogan atıp, ıslık çaldı. Gün batımına az bir zaman kala polisler barikatı bırakıp geri çekildiler.
Polis, fabrikanın bulunduğu alanı panzerlerin de olduğu bir abluka içine aldı. Fabrikaya gelen çoğu aileyi daha alana giremeden gözaltına aldılar ve alana ne girilmesine ne de çıkılmasına izin verdiler. Polis fabrikaya girmek için birkaç girişimde daha bulundu ama her seferinde başarısız kaldı. Ara ara megafonla seslenmekten başka yapacakları bir şey kalmadığını anladılar. Megafonu eline alan bir polis seslenmeye başladı.
– İşgali bitirin, fabrikayı boşaltın. Yaptığınız yasalara aykırı. Kanunlara muhalefet ve kamu malına zarardan şu anda suç işliyorsunuz. Bu size son çağrımız, fabrikayı boşaltın. İşgale son verin, yoksa sizleri zorla çıkartmak zorunda kalacağız. Bizi zor kullanmaya mecbur bırakmayın.
– Bizler, dedi Hasan usta, emeğimizi, hakkımızı son kuruşuna kadar almadan bu fabrikadan çıkmayacağız. Kimse de çıkartamaz bizi buradan.
Megafonla seslenen polis, sizi bir elimize geçirirsek o zaman gösteririz hanyayı konyayı. Çıkartır mıyız çıkartamaz mıyız görürsün o zaman, dedi kendi kendine. İşçilere seslenmekten sesi kısıldı. Polis, megafonla yaptığı çağrının bir sonuç vermeyeceğini anladı. Taksinin ön kapısını açtı. Megafonu arka koltuğa koydu, kendisi de ön koltuğa oturdu. Dışarıdaki polise ben biraz kestireyim, çok yoruldum dedi ve kafayı vurup yattı.
İşçilerin coşkusu yerindeydi. Gece yarısına kadar türküler söyleyip halaylar çektiler. Gece yarısını geçtiğinde işçiler tek tek yatmaya başladılar. Kısa bir süre sonra da türkü ve halay sesleri kesildi. Polis, fabrikadaki sessizliği fark ederek tekrar barikatı açmaya girişti. Polis tarafında yaşanan hareketliliği gören nöbetçiler bütün işçileri uyandırdılar. İşçilerin uyanmasıyla fabrika sesten sarsılmaya başladı. Polis barikata daha yeni elini değdirmişti ki geri çekilmek zorunda kaldı. Fabrika tekrar sessizliğe büründü. Vakit sabaha doğruydu. O saatten sonra da kimseyi uyku tutmadı.
***
Grev ve işgalin üçüncü günü olmuştu. Hepsi yorgunluktan ve uykusuzluktan bitkin haldelerdi. Ama buna rağmen kimi işçiler türküler söyleyip halaylar çekmekten geri durmadı. Tarağın üstüne kağıt koyup zurna niyetine kullandılar. Yalnız Haydar çalabiliyordu. Soranlara ise kullanmasını bilirsen, güzel hoş ses çıkartır diye takılıyordu. Kimi işçiler kendi aralarında bir tartışmaya kapıldı, kimisi ise bir köşeye sızıp uyumaya çalıştı. Bu arada pencere önündeki nöbetçilerden biri, bakın bakın birileri geldi diye bağırdı. İşçilerin hepsi birden pencerenin önüne koyuldu. Üç tane sivil taksinin fabrika önünde durduğunu gördüler. Hepsi meraklı gözlerle bu adamların kim olduklarını anlamaya çalıştı. Ama hiçbirinin bilgisi yoktu kim olduklarına dair. Taksiden toplam on kişi indi.
Hepsi de takım elbiseli. Üçünün ise fazladan paltosu vardı, diz kapaktan on, on beş santim uzunlukta. Takım elbiseli adamlar, yolu tamamen kapatan polislere doğru yöneldiler. Uzun bir süre polislerle konuştular. Konuşmanın bitmesiyle polisler yolun başına doğru çekildiler. Takım elbiseli adamlar ise taksiye tekrar binerek kendi aralarında tartışmaya başladılar. Tartışma bitmiş olacak ki dördü hızla taksiden dışarı indi. Kaldırıma çıkıp volta atmaya başladılar. Uzun paltolu olanlardan birisi kaldırımdan inip fabrikaya doğru yöneldi. Yolun ortasına gelince durdu. Başını kaldırıp işçilere doğru baktı. Elleriyle paltosunun önünü açtı, sağ tarafını eliyle arkaya doğru attı. Paltosunun altındaki siyah ceketini de kaldırarak belindeki silahı işçilere doğru gösterdi. Kaldırımda volta atanlardan birisi de belinden silahını çıkartıp eline aldı. Eline ilk defa silah alıyormuş gibi silahla oynamaya başladı. Ara ara da işçilere doğrultup nişan almayı ihmal etmedi. Silahını her doğrultup nişan aldığında ise, dan-dan diye ses çıkartıp, silah ateş aldığındaki tepmesinin taklidini yaptı, başının üstüne doğru götürdü.
İşçiler, merakla gözledikleri bu takım elbiseli adamların mafya olduklarını artık anlamışlardı. İşçilerden Hüsnü, şimdi bunlar niye gelmişler, bunların da mı alacakları varmış? Adamlara bak tehdit ediyorlar bizi. Şimdi ne yapacağız, dedi telaşlı ve korkarak.
– Nöbetçiler dışında kimse pencerelere yanaşmasın, dedi Hüseyin Usta. Polis geri çekildi, meydanı bunlara bıraktı. Bir şey olduğunda polis görmezlikten gelecek. Bunlardan her şey beklenir. Nöbetçiler de pencere kenarından, duvar dibinden gözetlesin dışarıyı. Hedef durur gibi pencere önünde dikilmeyin. Hepsi Hüseyin ustaya onay verip söylenenlere uydular.
Patronların yazıhanesi fabrika girişinin olduğu kattaydı. Fabrikanın giriş kapısının hemen sağındaydı. Giriş kapısı ayrıydı. Burası işçilerin kontrolü dışındaydı. Polis ve mafya elemanları oranın işçiler tarafından kontrol altında olduğunu sanıyorlardı.
İşçilerden Hayri;
– Patronların yazıhanesindeki malzemeleri alamadık, onlar orada kaldı. Şimdi nasıl alacağız? Bence polis geri çekilmişken inip alalım. Onlar gelene kadar hepimiz birer parça alırız, dedi.
İşçilerin çoğu Hayri’nin önerisine şaşırdı. Dışarıdaki silahlı külahlı mafya elemanlarından haberi yok herhalde diye düşündüler.
– Hayri arkadaş, senin dışarıda olan bitenlerden haberin var mı, diye sordu Haydar.
– Dışarıda olan biten ne ki, polis fabrikanın önündeydi geri çekildi. Kala kala birkaç tane mafyacı kaldı. Bundan mı çekineceğim? Kimse inmiyorsa ben iner tek başıma taşırım malzemeleri.
– Hayri bak, bu kadar kişi hiç senin gibi düşünüyor mu, dedi Hüseyin usta. Canından kıymetli değil ya aşağıdaki malzemeler. Polisin niye geri çekildiğini sanıyorsun? Bunların şaka filan yaptıkları yok. Şimdilik gözdağı verip korkutmaya çalışıyorlar. Ama fabrikayı her an kurşun yağmuruna tutabilirler de. Sen şimdi kalkmış aşağıya inmekten bahsediyorsun. Aşağıya inen canından olur. Bu kadar kişiden bir tek sen inmek istiyorsun. Çoğunluk olarak inmene izin vermeyeceğiz.
– Ben buradan paramı almadan çıkarsam zaten ölürüm. Ha şimdi ölmüşüm, ha o zaman, ne fark eder? Hiç değilse sürünmeden ölürüm.
Aşağıdaki malzemeler burada olan malzemelerden çok daha pahalı. Elimizdeki malzemelerden alacağımız paranın iki katı eder o malzemeler. Bence denemeye değer, dedi Hayri.
Patronların yazıhanesindeki malzemelerin bu kadar pahalı olduğunu duyan işçiler arasında bir tartışmadır başladı. Temsilciler dağınık süren tartışmayı düzenli hale getirdiler. Gruplar kendi arasında tartışmaya başladılar. Temsilciler grupların önerisini aldıktan sonra kendi aralarında tartıştılar. Sonucu bekleyen işçiler Hüseyin ustanın söyleyeceklerine kilitlendiler.
– Çoğunluğun önerisi, düşüncesi yönünde temsilciler, aşağıdaki malzemelerin alınmasına karar verdi. Aşağıya nasıl inileceğine ve malzemeleri nasıl alacağımıza ilişkin düşüncemiz şöyle: Buradan patronların yazıhanesine kadar tek sıra halinde dizileceğiz. Yazıhaneye ulaşan kişi aldığı malzemeleri yanındakine verecek, o da bir yanındakine. Böylece malzemeleri dördüncü kata çıkarmış olacağız. Eğer bir saldırıya uğrarsak telaş yapmadan dördüncü kata tekrar çıkacağız. Biz herhangi bir saldırıda bulunmayacağız. Bu bizler için iyi olmaz.
İşçiler yapılan öneriyi kabul etti. Temsilciler herkesi tek tek sıra halinde dizmeye başladı. Herkes korku ve tedirginlik içinde sıraya girdi. Sıranın ucu fabrikanın giriş kapısına geldiğinde mafya elemanları işçileri fark ettiler. Hemen bellerindeki silahları ellerine alarak fabrikaya doğru koşmaya başladılar. Bunu gören işçiler geldikleri gibi dördüncü kata çıktılar. Yalnız Hayri çıkmamakta inat etti. Hayri’yi de birkaç işçi kucaklayıp öyle çıkardılar. Açtıkları barikatı tekrar kurdular. Bu ilk girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca yeni bir girişimde bulunmayı düşünmediler.
Mafya elemanları yazıhanenin işçilerin kontrolü dışında olduğunu anladılar. Yazıhanede ne varsa hepsini, işçilerin gözü önünde bir kamyonete yükleyip gözden kayboldular. Gidiş o gidiş, bir daha da geri dönmediler.
***
Grevin ve işgalin dördüncü gününe girdiler. Fabrika deposundaki gıda maddeleri tükenmeye başladı. İşgalin ilk günü aldıkları yiyeceklerle depodaki yiyecekler en fazla iki gün yetecek kadar kaldı. Yalnız bir öğünlük ekmekleri kaldı. Grev ve işgalin daha kaç gün süreceğini bilmedikleri için yiyeceklerde kısıtlamaya gittiler. Üç öğün iki öğüne, iki öğün de bir öğüne indirildi. Fabrikanın arka penceresinden sarkıtılan iple, ailelerin polis ablukasından gizlice geçip getirdikleri yiyecekleri çektiler. Ellerinde yiyecekleri bunlarla desteklediler.
Dördüncü gün de bir gelişme olmadı. Ara sıra polisin saldırıları dışında… Herkes yorgunluktan bitkin düşmüş kara kara düşünüyordu.
– Daha kaç gün sürer bu, perişan olduk. Ya hiçbiri gelmezse, paramızı vermezlerse… O zaman ne yapacağız, eve nasıl gideceğiz? Ne diyeceğiz onca borçluya? Ooof of Rıza, ben sana körsün diyordum, esas kör olan benmişim. Birileri zenginlik içinde yaşasın diye bizi inançla kör ettiler. Bizim için bu durumdan daha kötü bir şey olamaz. Hayri’nin dediği gibi, biz buradan paramızı alamadan çıkarsak ölüyüz demektir. Öyle değil mi Rıza?
– Öyle Hacı, öyle diyebildi Rıza. Kendisi konuşsa Hacı ağlayacak, daha kötü olacak. Bunu bildiği için konuşmak yerine susmayı yeğledi.
***
İşgalin beşinci gününün sabah saatlerinde polis aralıklarla ablukayı kaldırıp alandan çekildi. Öğleden sonra tek bir polis dahi gözükmedi etrafta. Herkes bu gelişmeye şaşırdı.
– Neye yoralım şimdi bunu, dedi Rıza. Durduk yere niye çekildiler? Hani fabrikadan zorla çıkaracaklardı bizi? Suç işliyordur… Şimdi ne oldu da hepsi gitti. Var bunun altında bir bit yeniği ama anlamak zor.
Herkes aynı şeyi düşündü, ama kimse şundandır diyemedi.
Öğleden sonra aileler fabrikaya girdi. İşçiler barikatı kaldırıp malzemeleri bir araya topladılar. Dışarıdaki gelişmelerle ilgili ailelerden bilgi aldılar. Patronun yeğeni ve avukatının hangi amaçla fabrikaya geldiğini öğrendiler.
Fabrikaya gelme amaçları, işçileri beşer bin liraya kandırıp işbaşı yaptırmak, geceleyin de fabrikayı boşaltıp tüm malzemeleri alıp ortalıktan kaybolmaktı. İşçiler bu oyunu boşa çıkarmışlardı. Patronun yeğeni ve avukatının oyunları boşa çıkınca devreye polisleri ve mafyayı sokmuşlardı. Bundan da bir sonuç alamayınca geri çekilmişlerdi. İşçilerin ailelerinden öğrendikleri kadarıyla, altı patron ülkedeki birçok bankayı ve mafyayı da dolandırmışlar. Borç alıp ödeyemedikleri durumda fabrikayı referans göstermişler. Beşi yurtdışına kaçmış, biri de yurtdışına giderken, adam yaralamadan arandığı için tutuklanmış.
Bu bilgiler işçilerin üzerine kaynar su gibi dökülüverdi. Hepsi aynı soruyu soruyordu: Şimdi ne yapacağız? Hepsinin neşesi kaçtı, moralleri bozuldu. Kimi aklına gelen tüm küfürleri savurdu. Kimisi de dertli dertli başını avuçlarının arasına aldı düşünmeye başladı.
Temsilciler son kez bir araya gelip tartıştılar. Yapılacak fazla bir şey olmadığını biliyorlardı. Temsilcilerin önerisini Hüseyin usta işçileri son defa toplayıp söyledi.
– Biz buraya kadar direndik. Ama istediğimiz gibi bir sonuç alamadık. Yapacağımız bir şey kalmadı. Biz elimizden geleni yaptık. Artık bu saatten sonra grevi ve işgali sürdürmenin hiçbirimiz için yararı yok. Hem devam ettirsek bile kimden alacağız paramızı? Hepsi yurtdışına kaçmış. Şimdilik yapılacak bir şey var o da elimizdeki malzemeleri ortak bir biçimde bölüşmek. Bunun dışında yapabileceğimiz bir şey yok. Varsa önerisi olan söylesin.
Kimseden ses çıkmadı. Hüseyin usta konuşmasına devam etti:
– Temsilciler olarak elimizdeki malzemelerin hepsini, iğnesinden ipliğine kadar temsilcilere bölüştürdük. Şimdi temsilciler de kendi gruplarında ikişerli üçerli kişilere bölüştürecekler. Bu saatten itibaren grevi ve işgali sonlandırıyoruz. Herkesin emeğine ve çabalarına teşekkür ederiz. Herkes grev ve işgal süresi boyunca canla başla çalıştı. Ama buna rağmen emeğimizin karşılığını alamadık. Bu fabrikanın her yerinde alınterimiz var. Bunları burada bırakıp gidiyor olmamızın hiçbirimiz için kabul edilir olmadığını biliyoruz. Buradan ve birbirimizden ayrılırken yaşamınızda ve yeni işlerinizde başarılar diliyoruz. Hatamız ve yanlışlarımız olduysa onlar için özür dileriz. Umarız herhangi bir yerde ya da başka bir işyerinde yine karşılaşırız. Belki bizler daha çok karşılaşacağız. Çünkü bu çarkı döndürenler bizleriz. Biz bunu unuttuk ve onun için bugün kaybettik.
***
Kış bitmiş, bahar yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Hüseyin Usta her zamanki gibi derin düşüncelere dalmış eve dönüş yolundaydı. Yan sokaktan çıkıp biraz ötesinden geçip gitmek üzere olan Hasan ustayı fark etti. Birden düşüncelerinden sıyrılıp ona doğru yöneldi.
– Hasan usta, Hasan usta, diye seslendi.
Hasan usta adını duyup başını sese doğru çevirir çevirmez Hüseyin ustayı gördü. Hemen tanıdı iş arkadaşını, gözleri ışıldadı. İçinde bulunduğu durumu anlayıp paylaşabileceği bir insanı bulmanın sevinciyle dönüp Hüseyin ustaya yürüdü. Benzer sıkıntıları yaşayıp aynı ruh haline sahip iki eski dost tokalaşıp öpüştüler, sıkıca sarıldılar birbirlerine, nereden gelip nereye gittiklerini sorduktan sonra daha iyi sohbet edebilmek için ilerideki kahveye oturmaya karar verdiler.
Baharın ılıklığının hissedildiği ikindi saatlerinde çaylarını içip sigaralarını tüttürürlerken Hüseyin usta, eski iş arkadaşlarından kimlerden haberdar olduğunu, iş bulup çalışabilenler var mı sordu. Hasan usta da tanıdığı denk geldiği diğer arkadaşların çoğunun da kendileri gibi iş peşinde koştuklarını anlattı. Öyle ince eleyip sık dokumuyorlardı ama üç beş kuruş alıp da evlerini geçindirebilecekleri bir işleri de yoktu.
İki arkadaş içlerini dökmüş rahatlamışlardı. Tazelenen çaylarla renklenen sohbetleri sonrası kalkıp evlerine gitmek üzere yürürlerken Hüseyin usta;
– Hasan usta, eksik de olsa bu düzenin, bu çarkların nasıl döndüğünü biliyoruz. Bu devranın böyle gitmemesi gerektiğini de bunun için ne yapılması gerektiğini de az buçuk biliyoruz. Bu yaşadıklarımız, tanık olduklarımız ilk değil ki. Ama işte ekmek parası peşinde koşarken unutuyoruz. Kendimizi bile düşünemeyecek hale geliyoruz. Birlik olmak, bilinçli olmak lazım. Bunun için de örgütlenmek lazım. Belki kaç kere bir kulağımızdan girdi diğer kulağımızdan çıktı bunlar. Kışınki işgalden önce örgütlü olsak, bir sendikamız olsa böyle mi olurdu? Alınterimizi, alacağımız parayı kaptırıp elimizde üç beş kuruşluk makinelerle evimize dönmek zorunda mı kalırdık? Bize uydurdukları bahanelere inanıp güvenip aylarca paramızı almadan çalışır mıydık? Bir akıl edeniniz, meseleyi araştıranımız olurdu, bu iş nereye gidiyor diye. Örgütlenip birlik olmak, bilinçli hareket etmek lazım Hasan usta! Kazanmayı bırak birbirimize tutunmamız, yok olmamamız için bile örgütlenmemiz lazım.
– Söylediklerinin hepsi doğru Hüseyin usta. Amma aklımız başımıza geç geliyor ne çare. Hayırlısıyla bir iş bulsaydık ne yapacağımızı da bilirdik ya, yine düştük başka derde. Artık bundan sonraki yaşantımızda bakacağız, en doğrusu neyse…
İki eski arkadaşın sohbetleri sonuna gelirken güneş de çekilmiş ortalığı akşam serinliği kaplamıştı. İnen akşamla birlikte sokaklarda çoğalan insanlar büzüşüp giysilerine daha bir sarılıyor, hızlı adımlarla evlerine dönüyorlardı. (Bir ÖG okuru)