Adiloş Bebe’den Miray Bebe’ye…
“…bunlar, engerekler ve çıyanlardır,
bunlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır,
tanı bunları, tanı da büyü…” diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif’in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.
Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü o. Kürdistan’da, devlet eliyle öldürülen çocukların haberlerine rastlamadığımız gün yok.12 yaşında,13 kurşunla infaz edilen Uğur Kaymaz, havan mermisiyle parçalanan Ceylan Önkol, Roboski’de F-16’lar tarafından paramparça edilen çocukların failleri yargıda hesap vermeden yeni ölümlere tanık oluyoruz. Abluka, sıkıyönetim ve aç bırakma uygulamaları ile Kürt halkına karşı girişilen katliam artık doruk noktasına varmıştır. En zor durumda olanlar ise çocuklar ile kadınlardır. Özel harekât polisleri tarafından dedesinin kucağında öldürülen Miray bebeğin katledilmesi ise toplumda infial yarattı.
Bir televizyon programına katılarak ”artık çocuklar ölmesin” diyen Ayşe öğretmenin masumane dileği ve arzusu, hemen saray destekçileri, yandaş medya tarafından linç kampanyasına dönüştürüldü. Bir öğretmenin, milyonlar tarafından dinlenen bir programda vereceği mesajın magazin olmayacağı ortadadır. Barışın gelmesini tekrar isteyen, ”çocuklar ölmesin” diyen Ayşe öğretmen ”terörist”, ”vatan haini” durumuna getirildi. Onurlu ve vicdanlı duruşuyla toplumun sesi olan Ayşe öğretmeni savunmak hepimizin görevleri arasındadır.
Son bir aydır Kürdistan’da yaşananlardan sonra artık ”bıçak kemiğe dayandı”. Kaçak sarayın tepesindeki zat’ın emir ve talimatları ile gerçekleştirilen katliamlar hız kesmeden devam ediyor. Bu vahşete ”siz bebek de dâhil çocuk öldürmesini çok iyi bilirsiniz” demekten başka söylenecek söz bulamıyorum.
Çünkü en masum, sadece oyun oynamak için yasaktan anlamayıp sokağa çıkınca keskin nişancılar tarafından öldürülen çocuk sayısı 50’den fazladır. İlkin on bin asker ile başlayan operasyonlara olmayınca 5 bin asker daha takviye edildi. Yine olmayınca mavi bereliler, kırmızı bereliler, özel harekâtçılar da getirildi. Bunlara Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri de denilebilir. Sorgusuz sualsiz öldürüp atma ile olağanüstü yetkilerle donatılmış direkt sarayın emirleri ile çalışan katiller topluluğudur. Buna rağmen 29. Kürt isyanını kanla bastırma girişimi Diyarbakır Sur’larına tosladı ve hezimete uğradı.
Henüz PKK’nın askeri kanadı ve ARGK gerillalarının direkt olarak müdahalede bulunmadığı, bölgesel gençlik yapılanmasının, savunma birliklerinin yürüttüğü Kürt ulusal direnişi ve en önemlisi halkın desteğini alan 29. Kürt isyanı öz yönetimleri oluşturma, kendi kendilerini yönetme talepleri ile meşru ve haklıdır. Sokağa çıkma yasağı, ablukaya alma, aç ve susuz bırakma, infaz ve toplu öldürme vakaları ile bir ayı geride bırakmış durumdadır.
Tank ve toplarla ellerindeki en güçlü silahlar ile direnişi kıramayan cellatlar çılgına dönmüş savunmasız halkı, bebelere varana kadar intikam haliyle saldırıya geçmişlerdir. Ama nafile Diyarbakır Kalesi kadar güçlü direniş, mirasını önceki isyanlardan Şeyh Said, Seyit Rıza, Ağrı Zilan, Mahsun Korkmaz, Kaypakkaya’dan, Kemal Pir’lerden … devraldıkları için yenilmemiş, hiçbir zaman da yenilmeyecektir.
Türkiye, hızla bir İslam devletine doğru yaşam tarzı, şeriat kanunlarının hüküm sürdüğü, halifelik düzenine doğru yol almaktadır. IŞİD ile arasında hiçbir fark olmayan, tamamen bir ve aynı olan, anlayış birlikleri ortak, yaşam tarzını topluma zorla kabul ettirmek bunun hayat bulup bulmayacağının yoklamalarını denemektedirler. Öyle ki bir babanın kızından şevk almasının haram olmadığını savunacak kadar ileri gitmiş durumdadırlar.
Bu hayali gerçekleştirmenin tek yolu Başkanlık sistemini yasallaştırmak olacaktır. Tek adam yönetimine dayanan, yetkileri elinde toplayan, Hitler Almanya’sını kendine örnek alan, bunu hiç gizlemeden açıkça söyleyip Hitler gibi Führer (başkan) olmak isteyen Erdoğan, niyetini ortaya koymuş durumdadır. Daha şimdiden gerek Türkiye ve Ortadoğu’da Sünni mezhebini öne çıkararak çatışmaları körüklemiş, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerle stratejik ortaklık oluşturarak bölgeyi savaş alanına çevirmiştir. Milyonlarca insanın ölümüne, vatanlarını terk etmeye, insanlık trajedisiyle karşılaşmaya sebep olmuştur. Tüm bu ölümlerin sorumlusu Erdoğan’dır.
Aynı şekilde Almanya’nın başına bela olan A. Hitler de tek başına, tüm yetkileri elinde toplayarak insanlığa karşı savaş açmış Batı Avrupa’yı teslim almış, Doğu Avrupa’yı ezmiş, Moskova sırtlarına dayanmıştı.
“Tek”çi zihniyet, diktatörlük heveslilerinin çıkardığı II. Dünya Savaşı’nın bilançosu da ağır olmuş, yıkımlardan sonra 50 milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. Henüz tartışılmakta olan, parlamentoda onaylanarak tek adam, Führer Erdoğan diktatörlüğünün önünün açılması hedeflenen Başkanlık sistemi ile vahim sonuçları ile Türkiye’yi felaketin eşiğine getirecektir. Çeşitli milliyetlerden halkın iki elinin yakasında olduğu, yargılanmaktan ve hesap vermekten korkan Erdoğan’ın Başkanlık sistemi ile kurtulacağını zannetmektedir, ama nafile.
Ceberrut Devlet TC…
Sokağa çıkma yasağı, abluka, sıkıyönetim ile estirilen devlet terörünün amaç ve gayesi Kürt dire nişinin bastırılmasıdır.
Ama girdikleri gibi çıkamayacaklarını görmüş durumdalar. Hezimet karşısında önüne gelen tüm canlılar hedef tahtası olmuş silahsız, savunmasız, yaşlı, kadın, çocuk, bebek ve gençler direkt infaz edilmişlerdir. Savaşın en ağır faturasını bu yüzden kadın ile çocuklar ödemektedir. Kitleler halinde beyaz flamalar taşıyan insanlar taranmış öldürülmüşlerdir. Üç aylık Miray bebek dedesinin kucağında infaz edilmiştir.
Kürt kadın siyasetçiler öldürülmüşlerdir. Taybet ana kurşunlanarak infaz edilmiştir. Sokaklar insan cesetleri ile dururken, alıp defin işlemine dahi müsaade edilmemektedir.
İnsanın en temel haklarından olan yaşam ile ölüsünün defin işlemi, kendi inançlarına göre mezara gömülmesi bütün dinler tarafından kabul görmüştür. En kötü koşullarda bile ateşkes ortamında herkes cenazelerine sahip çıkarak gömülmesi herkesin hemfikir olduğu anlaşmalardır. Kutsal değerler olan cenazelere 90’lı yıllarda olduğu gibi bugün de teşhir edilmiş, sürüklenmiş, haftalarca sokaklarda alınmasına müsaade edilmemiştir.
Acıların en acısı Kürt halkına yaşatılarak cenazesini vermeyerek kimsesizler mezarlığına gömmüşlerdir.
Taybet ana, Miray bebek, on yedi yaşında Rozer’in … cesetlerinin nerede olduğu halen belli değildir. 100 yıl önce yaşanan Ermeni soykırımında kitleler halinde tehcir edilerek yollarda ölen Ermenilerin cesetlerinin yabancı misyonerler, diplomatların dikkatini çekince Talat Paşa telgraf çekerek cesetlerin aceleden gömülmelerini emretmiştir. Bugün de hükümet bir genelge yayınlayarak sokağa çıkma yasağı uygulanan ilçelerde cesetlerin 3 günden sonra kimsesizler mezarlığına gömüleceğini duyurmuştur. Görüldüğü gibi ceberrut devlet uygulaması dün olduğu gibi bugün de aynen devam etmektedir.
BM’de, uluslararası mahkemelerde insanlığa karşı suç sayılan bu eylemler yargılanmayı gerektirir. Devletin koltuk değneği durumunda olan akıl hocası Doğu Perinçek ”savaş koşullarında böyle şey olur” diyerek Kürt ve Ermeni düşmanı olduğunu göstermiştir.
Cezaevinden çıktıktan sonra adeta Erdoğan’ın danışmanı gibi çalışarak sarayı desteklediğini her koşulda beyan ederek vefa borcunu ödemiştir. 90’lı yılların azılı halk düşmanı katillerinin buluştuğu Vatan Partisi, Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan askerler ile bugünkü Kürt katliamında savaş kararı almış unsurlardır.
Cezaevinden anlaşmalı olarak salıverilen tüm katillerle beraber ”Kürt sorununu buzdolabına bırakarak” Kürt halkına karşı savaş açmış ”Kürt sorunu yoktur” deme noktasına gelmiştir. Ergenekoncular ile muhafazakârların birleştikleri ortak nokta Ermeni, Alevi ve Kürt düşmanı olmalarıdır.
Yeni Kasaplar Deresi (Newala Qesaban) Vakası
90’lı yıllarda yaşanılan, faili meçhul, gözaltında kaybedilenler, çatışmada öldürülen gerillaların atıldığı Siirt’te bulunan Newala Qesaban (Kasaplar Deresi) benzerleri savaşın boyutlanması ile uygulamaya konuldu.
Bir dönemin derin devlet yapılanmasında yer alan, bütün ölümlerden sorumlu olan, itirafçıların da beyanıyla ortaya çıkan faillerin başında Hayri Kozakçıoğlu, Necdet Menzir, Mehmet Ağar gibi elemanların yerini bugün Efkan Ala gibileri almıştır. Her gittiği yerden infaz örgütlemesi ile dönen Efkan Ala’nın hem sicili kirli hem de özel olarak seçilerek İç işleri Bakanlığına getirilmiştir.Türkiye’nin her tarafından, her karış toprağından fışkıran insan kemikleri insanlığın vicdanını sızlatmaktadır.
Toplu mezarlar ülkesi olan Anadolu toprakları mezar taşları belli olmayan adeta kimsesizler mezarlığına dönüşmüştür. Ermeni Soykırımı tanınması için adalet mücadelesinde yakalandıktan sonra idam edilen Levon Ekmekçiyan da Kimsesizler Mezarlığına gömülmüştür. 33 yıl sonra mezarından alınarak ailesine, annesine teslim edilmiştir.15 Ağustos 1984 atılımı ile Kürt isyanını başlatan, ARGK’nın ilk komutanlarından olan MahsumKorkmaz (Agit) ve arkadaşlarının Gabar dağında çatışmada ölümünden sonra cenazeleri ailelerineverilmeyerek Kasaplar Deresi’ne atılmıştır. Bugün askeri bölge olarak girişleri yasaklanan alan molozlarla kapatılmış altında binlerce şehit yatmaktadır.
Kürt ulusal hareketinin zor koşullardan geçtiği bir dönemi yaşamaktayız. Soykırım ile karşı karşıyakalan halkın toplumun her kesiminden insanların desteğine ihtiyacı vardır. Bugün onların başına gelenler yarın bir başkasının başına gelecektir.
İşçi sınıfının, aydının, alevinin, akademisyenleringörünen tehlikenin boyutlarını bertaraf etmek için birleşmekten başka çareleri yoktur. En ufak birdireniş artık kanla bastırılacaktır. Gezi Direnişi bunun en iyi kanıtıdır. Ne Kürt direnişi tek başınabaşarıya ulaşacak ne de Türk işçi sınıfı ve halkları tek başına özgürlüğünü kazanacaktır.
Etle tırnak gibi birbirine bağlı sınırları olan Kürdistan’da bugün artık Türk Devleti ister kabul etsinister kabul etmesin, ister kırmızıçizgimiz desin veya demesin yeni süreç işlemeye başlamıştır. ”Busuça ortak olmayacağız” diyen akademisyenler, ”çocuklar ölmesin” diyen toplumun sesi Ayşe öğretmenler, aydınlar, insan hakları savunucuları herkesin acil talebi olan silahların susması bir an önceeski ortama dönülmesi talebidir.
Avukatların da bu yönde AİHM başvuru talebi skandal bir kararlageri çevrilmiştir.Ablukaların kaldırılması, serbest dolaşım, sokaklardan cenazelerin kaldırılması, kaçırılan gömülü cenazelerin ailelerine verilmesi, yaşam hakkının iadesi her insanın kabul göreceği normlardır.AİHM’in bunu reddetmesi siyasi bir karardır. Erdoğan ve ekibinin gerek aydınları ve kendinden olmayan tüm toplumu biat etmeye zorlamasına ve yeni yeni katliamlara yeşil ışık yakma anlamınagelmektedir. “İslami” faşizmin korkunç boyutlarını görmek istemeyen AİHM yaşanılan bütün olaylardan sorumludur.
Onca ölüm acı ve gözyaşından sonra güneşin her sabah doğuşu engellenemeyeceği gibi, her kışın da bir baharı muhakkak olacaktır. O zaman “Allah, Erdoğan’ın yardımcısı olsun”. (Bir okur)