Fransa’nın başkentinde düzenlenen saldırılarda yüzün üzerinde insan katledildi. Bir o kadarda yaralının olduğu açıklandı. Saldırıyı İslamcı faşist katiller sürüsü DAİŞ’in üstlendiği açıklandı. Ankara Katliamı’ndan sonra DAİŞ’in gerçekleştirdiği en büyük saldırılardan biri olan Paris saldırısı, bu İslamcı faşist katiller sürüsünün son saldırısı oldu. Görünen o ki son saldırısı da olmayacaktır. Hatırlanacak olursa DAİŞ, Paris saldırısından iki gün öncede Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta da bombalı saldırı gerçekleştirmiş ve 50’ye yakın sivil insanı katletmişti. Paris Katliamı ise bu katiller sürüsünün son ve en kanlı saldırılarından biri oldu.
Fransa bu türden saldırılara ilk kez muhatap olmadı. Hatırlanırsa 7 Ocak’ta da Paris’te siyasi mizah dergisi Charlie Hebdo da İslamcı faşist katillerin saldırısına hedef olmuş, saldırıda 11 kişi hayatını kaybetmişti. Saldırının bir gün ardından bir Yahudi süper marketi hedef alınmıştı. Benzer saldırı örnekleri daha öncesinden İspanya Madrid’de ve İngiltere Londra’da yaşandı ve yüzlerce sivil insan katledildi. Bu saldırıları gerçekleştiren başka örgütler olsa da hepsinin beslendiği kaynak İslamcı ideolojiyle şekillenmeleriydi.
Bu katiller sürüsünün Avrupa’da bu kadar rahat saldırı düzenleyebilmelerinin ve özel olarak da Fransa’yı hedef almalarının kuşkusuz nedenleri var. Bunun en başında da emperyalist kapitalist devletlerin bu türden Cihadist/Selefi örgütlere yönelik açık/kapalı desteği olduğu kuşku götürmez. Örneğin bizzat Fransa’nın Suriye savaşında bu İslamcı katiller sürüsünü desteklediği, Esad diktatörlüğünü devirmek için kendi topraklarındaki Cihatçıların Suriye’ye gitmesine göz yumduğu ve çeşitli kolaylıklar sağladığı bilinmektedir. Benzer tutumlar diğer Avrupa kapitalist devletleri içinde geçerlidir. Bu kapitalist devletler, gerek Ortadoğu’daki politik çıkarları gereği ve gerekse de iç politika çıkarları gereği kendi vatandaşları olan Selefi/Cihatçı teröristleri Suriye’ye ihraç etmişlerdir. Kuşkusuz ki saldırının Fransa’da gerçekleşmesinin kimi özel nedenleri vardır.
İlk olarak Fransa Müslüman nüfusun en fazla olduğu Avrupa ülkelerinden biridir. Cihadist örgütlenmelerin bu taban üzerinden yükseldiği bir sır değildir. Fransız kapitalist sistemi içinde dışlanan, yoksulluğa ve işsizliğe itilen gençler çözüm olarak kendilerine cennet vaat eden bu tür örgütlenmelere yönelmiştir ve yönelmeye de devam etmektedir. Bu anlamıyla bu yönelimin bir yanında sınıfsal çelişkiler ve düzene duyulan öfke vardır. Ama bu öfke ciddi düzeyde İslamcı faşist ideolojiyle zehirlenmiştir. Sorunun gerçek sahiplerine yani emperyalist kapitalistlere yönelmek yerine, sivil halka yönelerek katliamlar gerçekleştirmektedirler. Fransız emperyalizmi bu örgütlenmelerle etkili bir şekilde mücadele etmek yerine kendi sınıf çıkarları gereği kullanma yolunu seçmiştir. Bu saldırılar, emperyalist kapitalist sistemin dünya halklarına yeni saldırılar düzenlemesinin gerekçesi haline getirilmekte ve böylelikle daha fazla kan, daha fazla ölümün gerçekleştirildiği bir sarmal ortaya çıkmaktadır.
Yine Fransız emperyalizminin geçmişte Cezayir ve yakın tarihte Libya’ya yönelik askeri müdahaleleri, Suriye savaşında oynadığı rol bu Cihadist örgütlenmelerin ortaya çıkışını ve zemin bulmasını kolaylaştırmıştır. Deyim yerindeyse Fransa bu Cihadist örgütlenmelerin, kendi topraklarında faaliyet göstermelerini önlemek adı altında bu katiller sürüsünün Suriye savaşında yer almalarını tercih etmiş, buna göz yummuş ama bu strateji dönüp kendi halkını vurmuştur. Şimdi başta Fransa devlet yetkilileri olmak üzere Avrupa devletlerinin yaşanan katliam sonrasında birbiri ardına çıkıp açıklamalar yapmaları, timsah gözyaşları dökmeleri saldırıdaki paylarının üzerini örtemez.
Örtemez çünkü yakın bir örnek olarak bilinmektedir ki, Fransa ve Almanya daha geçtiğimiz Nisan ayında Kobanê’de DAİŞ’le savaşan güçlere yardım gönderdiği suçlamasıyla ATİK üyesi devrimcileri tutuklamışlardır. Operasyonun gerekçelerinden biri olarak, DAİŞ’le mücadele edenlerle dayanışma gösterilmektedir. Bu durum bile, emperyalist kapitalist devletlerin ikiyüzlü tutumunu göstermeye yeter. Açıktır ki emperyalist kapitalizm, kendi sınıf çıkarları gereği Ortadoğu’da DAİŞ adlı İslamcı faşist örgütlenmenin ortaya çıkışına göz yummuş, onunla mücadele edenleri terörist olarak tutuklamış ve şimdi beslediği bu yılan dönmüş kendini sokmuştur.
Ama bu yılan yine de emperyalist kapitalistleri sokmamakta, cafede oturan, konser dinleyen sıradan sivil halka saldırmaktadır. İşte sorun buradadır ve bu durum İslamcı faşistlerin emperyalist kapitalistlerle aynı gerici dünya görüşünde buluşmalarına neden olmaktadır. Bir yanda emperyalist kapitalist gericilik, diğer yanda onun en düşkün ürünü olan İslamcı faşist gericilik! Bu iki gericilik eylemleriyle birbirini beslemekte ve gerek emperyalist kapitalist ülke halkları ve gerekse de ezilen dünya halklarının üzerinde kanlı saldırılar, katliamlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Katliamda TC Devletinin de Payı Vardır!
Fransa’da yaşanan katliamdan hemen sonra, neredeyse Fransa Devlet Başkanı’ndan önce açıklama yapan T. Erdoğan, yine teröristlere verdi veriştirdi ve “senin teröristin iyi benim teröristim kötü” anlayışına son verilmesi çağrısında bulundu! Aynı T. Erdoğan Ankara katliamından sonra iki gün sonra o da yanında bir başka devlet başkanı olduğu halde katliam yerine gidip çiçek bırakmıştı! Ve aynı T. Erdoğan’ın dili bir türlü Ankara Katliamı’nın sorumlusu DAİŞ’i dillendirmeye gitmemişti. Bizzat devlet eliyle “kokteyl terör”, “kolektif terör” denilerek saldırının sorumlusu İslamcı faşist örgütlenme yok sayılmış, katiller bir sis perdesi arkasında bırakılmak istenmişti.
Fransa’daki katliamdan üç gün önce Erdoğan, “Terör karşısında ilkesel bir duruş sergilenmemesi halinde bu ateş önünde sonunda tüm dünyaya sıçrar. Bugün kendi sınırları içinde güven ve refah içinde olduğunu sanan ülkeler yarın terör ateşini iliklerine kadar hissetmekten kurtulamayacaktır” demişti. Bu sözler kuşkusuz bir öngörü değildir ve kastedilen “terör” hiçbir zaman Erdoğan’ın “iyi çocukları” olan İslami-Cihadist gruplar olmamıştır. Zira AKP ve onun lideri olan Erdoğan’ın (ve esasında TC devletinin) bu gruplara dair bakış açısını Başbakan A. Davutoğlu; “IŞİD terörize bir yapı gibi görünebilir ama öfkeden bir araya gelmiş bir topluluktur” (Ahmet Davutoğlu, 07.08.2014) sözleriyle özetlemişti!
Günümüzde TC devletini yönetenlerin bu bakış açısı, bu grupların şu ana kadar yaptığı hiçbir katliamdan sonra değişmemiştir. Burada söz konusu olan sadece İslamcılıktan ileri gelen “sempati”den ibaret değildir! Bu ideolojik kan bağının yanında, TC devletinin ve onun “başkanlık” hevesli liderinin kendi hedeflerini yaşama geçirmek uğruna her türlü destek ve işbirliğinden kaçınmama durumu söz konusudur.
Sınırların açılmasından sağlık hizmetine, askeri eğitimden, silah ve lojistik desteğe kadar TC devletinin bu gruplara dönük hiçbir destekten kaçınmadığı bilinmektedir. Verilen bu destek TC devletini aynı zamanda suç ortağı haline getirmekte, sadece ülkemizde yaşanan katliamlarda değil, Ortadoğu halklarının katlinde ve nihayetinde Paris katliamında sorumlu haline getirmektedir. Ancak başta Erdoğan olmak üzere Türk egemenlerinin es geçtiği nokta bu değildir, asıl önemlisi kendi kaderlerini dolaysız olarak burada destekledikleri İslami-Cihadist gruplarının başarılarına bağlamış oldukları ve nihayetinde onlarla birlikte yenilecekleridir.
Gelinen aşamada insanlık bir tercihle karşı karşıyadır. Bir yanda emperyalist kapitalizmin gericiliği ve sömürgeci katliamcılığı, diğer yanda emperyalist kapitalizmin ürünü olarak İslamcı faşist saldırganlık! İnsanlığa bu iki gericilik arasında tercih yapması dayatılmaktadır. Buna mecbur değiliz. İnsanlığın devrim ve sosyalizm pratiğine her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç Komünarların, ilk sosyalist deneyimin ortaya çıktığı Paris’te yaşanan katliamdan sonra daha bir gerekliliktir.