Emperyalistler ve sömürgeciler kendi kurtuluşlarını anlatan eserleri satın alıyor, destekliyor, özendiriyor ve topluma dayatıyor… Her çağda halk sanatı, şiiri ve edebiyatı varlıklı sınıf egemenliğine dokununca baskı altına alınmış, ötekileştirilmiş ve inkar edilmiştir.
Onlarda ırklar, renkler, farklı milletler vardır. Ayrıştırma ve sömürü temelli politikaları, halka palavralar dizen kukla adamcıkları vardır. Bizler içinse ezen-ezilen, sömüren-sömürülen iki sınıf vardır. Bu mücadelenin gerçekliği işçi ve emekçi sınıfının; yani ezilenlerin, ezenlere karşı yıllardır sürdürdüğü sınıf mücadelesidir. Bu mücadeleyi yükseltmeyen, bunun için samimi, somut adımlar atmayanların hiç bir gerçekliği ve inandırıcılığı olamaz.
Türkiy’de iktidarın, işçilere, köylülere, öğrencilere, aydınlara, sanatçılara karşı gittikçe artan baskı ve şiddet politikaları, gelinen süreçte bizlere devrimci mücadelenin ne derece kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.
Saldırganlıkları, kudurmuşlukları, sonlarının geldiğinin bilincine varmış olduklarındandır. Şarkısı olanın şarkısıyla; şiiri olanın şiiriyle; silahı olan silahıyla öz savunmaya geçmesi kadar meşru bir durum olamaz bu tiranlığa karşı. Öğrenciler, işçiler, köylüler, aydınlar ve özellikle halk sanatçıları, kendi kurtuluş savaşlarını destekleyen bir edebiyat yaratmalıdır.
Temelini devrimci-halkçı sanat anlayışının oluşturduğu şarkılarımız, şiirlerimiz olmalıdır. Onlarda dileklerimizi, umutlarımızı, acılarımızı, isyanlarımızı ve kavgamızı dile getirmeliyiz. Hayatı, emeği, ekmeği, direnişi bestelemeliyiz. Durumumuzun bilincine daha çok vardığınız ölçüde, bize dayatılanlara karşı daha çok öfke uyandığını göreceğiz. İşte o zaman devrimci, halkçı sanat anlayışımız daha dirençle belirtilecek ve şiirlerimiz şarkılarımız daha zengin olacaktır.
Bu şiirlerde yalnız acı, yalnızlık, umutsuzluk mu bulunacak? Kocaman bir hayır!!! Yaptığımız sanat işçilerin ve emekçilerin yaptığı, yapabileceği ve yapması gereken şeylere de işaret edecek.
Şimdiye karşı duyduğumuz hoşnutsuzluk, bütün ülkelerin emekçileri önünde açılan geniş ve özgür bir geleceğe olan inancımızı büyütecek. Ve bu inanç şiirlerimize yansıyacak, bu inanç bizi şarkılarımızı içten-kardeşlik, gerçek eşitlik ve evrensel özgürlüğün gür haykırışı gibi güçlü yürekli ve şanlı kılacak. Her bir notamız, her bir harfimiz, sazımız, sözümüz ve bir bütün sanatımız faşizme, sömürüye ve emperyalist diktatörlüğe sıkılmış bir mermiden daha çok etki yaratacaktır bilinçlerimizde.
“Elbette ki başaracağız.
Zorun suçu yok,
Zor ellerimize bakar,
bilincimize,
cüretimize.
Tarihin bütün kapıları karanlığa açılmaz,
acemi sloganlar büyük kükreyişlere gebedir.
Korkmuyoruz,
Kaybedecek bir şeyimiz yok,
o gün geldiğinde sesimiz kor üfleyecek,
sazımız zafer türküleri çalacak…”
3 Mart 1970’de devrimcilerle birlikte toprak ağalarına karşı direnen Tekirdağ’ın Kaşıkçı köyündeki bir köylünün dediği gibi;
“El ele vermedikçe mücadeleyi göğüsleyip bunlarla iyice bir kötek çalmadıkça ne bu diktatörler gider, ne de beyler ağalar, paşalar sırtımızdan iner”
(Bir Özgür Gelecek okuru)