7 Haziran seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablonun hakim sınıf partilerini (özellikle AKP) memnun etmediğini ifade etmiş ve seçimlerin krizlerine çare olamadığına değinmiştik. Yine de seçimlerin hakim sınıf partilerine nefes alma ve manevra yapma imkanı sağladığını söylemiştik. Seçimlerden sonra geçen iki ay zarfında bu süreyi en iyi kullanan partinin AKP olduğunu ifade etmek gerekir. Bizzat Tayyip Erdoğan’ın yönlendirmesiyle AKP, seçimlerde aldığı yenilgiyi telafi etmek için çeşitli adımlar attı. Seçim sonuçlarıyla tek başına hükümet kurma imkanını kaybeden AKP, buna rağmen “geçici hükümet” vasfıyla ülkeyi yönetmeyi sürdürdü. Yetkisiz bir hükümet olmasına rağmen, bürokrat atamalarından, halka yönelik yağma ve talan saldırılarına, Kürt sorunundan, dış politikaya kadar bir dizi meselede temsil ettiği sınıfların çıkarlarını pratikleştirmede kararlılıkla davranmayı sürdürdü. Bu kararlılığın bir yanında örneğin Suriye meselesinde boğazına kadar pisliğe batmış olmak etkili de olsa esas olarak halk düşmanı karakterine vurgu yapmak gerekir.
7 Haziran seçimlerinden sonra geçen iki aylık sürenin, T. Erdoğan tarafından “yeniden seçim”e gitmek için kullanıldığı; bunun için her yol ve yöntemin denendiği açığa çıkmış durumdadır. Nitekim AKP ile CHP arasında sürdürülen koalisyon görüşmelerinden bir sonuç çıkmadı. Bir ay süren görüşmelerden sonra yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre, her iki parti de koalisyon hükümeti görüşmeleri yapmak yerine deyim yerindeyse “top çevirmiş”ler, “demokrasinin gerekleri” yalanını sürdürmüşlerdir. Şimdi sırada MHP destekli seçim hükümeti kurma senaryoları vardır. Bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini göreceğiz. Anlaşıldığına göre sahnelenen bu oyun resmi olarak seçim kararı alınana kadar sürdürülecektir. Bu süre zarfında hakim sınıf partileri kendi çıkarlarını önceleyen pratik tutum içinde olmayı sürdürecekleridir.
T. Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinden sonra dillendirdiği “yeniden seçim” alternatifini pratikleştirmek için iyi hamleler yaptığını kabul etmek gerekir. Artık halkın önemli bir çoğunluğunca da görüldüğü üzere; 7 Haziran seçim sonuçlarının kendisinin başkan olma ve AKP’nin tek başına hükümet kurma olanağını ortadan kaldırması, bununla bağlantılı olarak iktidar olanaklarının paylaşılması ve pek tabii ki düzen sınırları içinde de olsa hırsızlık ve yolsuzluklarının soruşturulması ihtimalinin varlığı bile, bir zamanlar uğruna övgüler dizilen “milli irade”nin kararının tanınmamasına yetmiş durumdadır. T. Erdoğan ve AKP, 7 Haziran seçim sonuçlarını kendi çıkarları açısından kabul edilemez gördükleri için, “milli irade”nin kararını yerine getirmek yerine, “ben bu seçimi kabul etmiyorum, yeniden seçim yapılsın” oyunbozanlığına soyunmuş durumdadırlar.
T. Erdoğan artık rejimin değiştiğinden bahsetmekte ve buna uygun bir düzenleme istemektedir. Bu isteğin onun başkanlık hayalleriyle doğrudan ilgisi vardır. Bu durumda ortaya çıkan gerçek, “milli irade tecellisi” değil, T. Erdoğan ve temsil ettiği sınıfların çıkarlarına uygun bir seçim sonucunun ortaya çıkmasıdır. Bir anlamda halka dayatılan “kazanana kadar seçim”dir! Nitekim T. Erdoğan seçim çalışmalarına başlamış durumdadır. Bir yanda açılışlar ve toplantılar diğer yanda Kürt hareketine ve devrimcilere saldırılar, bu seçim çalışmasının başladığına işarettir. T. Erdoğan, muhtarlarla yaptığı toplantıda onları muhbirliğe davet etmiş ve “yeni” rejimin “muhbir rejimi” olduğunu ifade etmiştir. Kürt meselesine dair yaklaşımı ise “operasyonların” süreceğidir. Bu “yeni rejimin” gerçekte bir yenilik taşımadığı, TC devletinin bilinen faşist karakterine uygun olduğu ortadadır. Bir anlamda devlet “fabrika ayarlarına” geri dönmüştür!
Tüm bu yaşananları, bir “saray darbesi”, “sivil cunta” vb. olarak adlandırmak doğru değildir. Yaşananlar “Türk tipi demokrasi”nin gereğine uygundur. Türkiye’de parlamentonun ve seçimlerin faşist diktatörlüğü maskeleme işlevi gördüğü bir kez daha açığa çıkmış durumdadır. Öyle ki Başbakan Ahmet Davutoğlu erken seçimin tek ihtimal olduğunu söyler ve “seçim aşı gibidir, bünyeyi sıhhate kavuşturur” derken aslında demokrasilerinin hastalıklı olduğunu da itiraf etmiş oluyordu. Bu hasta demokrasiden halk yararına bir şey çıkmayacağı açıktır. Son yaşanan gelişmelerle birlikte bu gerçek bir kez daha görülmüştür. Türkiye’de parlamento ve seçimler, hakim sınıfların çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde kabul edilebilirdir. Bu gerçekleşmediği koşullarda darbe gibi “çözüm”ler ya da HDP gibi pürüzler ortaya çıktığında oyunbozanlık yapmak ya da kulislerde halk karşıtı yeni oyunlar kurmak düzen partilerinin gerçekliğidir. HDP bütün imkansızlıklara ve yüzde 10 barajı gibi 12 Eylül artığı engellere rağmen, oyunu kuralına göre oynamış ve seçimden başarıyla çıkmıştır. İşte düzen partileri bunu hazmedememiştir.
Yeniden seçim kararının alınması, T. Erdoğan’ın ve AKP’nin Gezi İsyanıyla başlayan, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonuyla süren ve 7 Haziran seçim sonuçlarına da yansıyan güç yitiminin telafi edilmesi amacını taşımaktadır. T. Erdoğan’ın, bir zamanlar Gülen Cemaati’yle birlikte hareket ederek, rakip hakim sınıf kliğini ve onun en vurucu güçlerinden biri olarak orduyu dizginlediği ve kendi arkasına yedeklediği bilinmektedir. Kendi temsil ettiği kliğin içinde yaşanan dalaş sonucunda ortaya çıkan hırsızlık ve yolsuzluk belgeleri karşısında, “paralel örgüt” söylemiyle bu saldırıyı bertaraf etmeye çalışan T. Erdoğan ve AKP; birlikte “kumpas kurdukları” rakip kliğe belli tavizler vermek zorunda kaldı. Tüm bunlar biliniyor.
Görünen Köy Kılavuz İstemiyor!
Diğer meseleler bir yana özellikle Kürt sorunu bağlamında sürdürülen “çözüm süreci”nin, 7 Haziran seçimlerinde bir getirisi olmadığını aksine HDP’nin başarısı nedeniyle başkanlık ve tek başına hükümet kurma olanağını vermediği somut olarak görülünce artık bu yalanı sürdürmekte bir yarar görülmedi. Kürt sorununa yönelik oyalama politikasına son verilerek, “çözüm süreci buzdolabına kaldırıldı”! Böylelikle bugüne kadar devletin Kürt sorunu bağlamında geleneksel politikası olan imha politikasının sürdürüleceği, “üzerine beton döküleceği” ilan edildi. Bu amaçla da DAİŞ bahanesiyle özelde Kürt hareketine ve onunla dayanışma içinde olsun olmasın bütün devrimci demokratik örgütlenmelere saldırı dalgası başlatıldı.
Yeniden seçim kararı gerek iç politikada ve gerekse de dış politikada yaşanan kayıpları geri getirir mi getirmez mi bilinmez? Ancak her halükarda bilinen şey, özelde Kürt genelde bütün halka karşı açılan bu topyekûn karşı devrimci savaşın kazanılamayacağıdır! Özel olarak Kürt ulusal hareketinin genel olarak da Türkiye halkının demokrasi, özgürlük taleplerini terör adı altında kriminalize edip, üzerine beton dökme siyaseti başarı sağlamayacaktır. Tarihsel tecrübeyle sabittir. Uzun vadede T. Erdoğan ve AKP kaybetmiştir. Bu süreçten sonra kazananın halk olması ise tamamen ilerici ve devrimci güçlerin çalışmalarına, devrimci demokratik mücadelesine bağlıdır.
Yeniden seçim kararının hayata geçirilmesinde en önemli faktörün HDP’nin barajı aşması ve parlamentoda temsil edilmesi olduğu çok açıktır. Devletin bünyesi o kadar hastalıklıdır ki parlamentoda solcu, reformist ve bu anlamda düzen içi talepleri savunan bir partinin varlığı bile, hakim sınıf partileri için kabul edilemezdir. Görünen seçim kararıyla bu saldırıların artarak sürdürüleceğidir. 7 Haziran seçimleri öncesinde HDP’ye ve onunla dayanışma içinde olan devrimci demokratik güçlere yönelik saldırıların daha yoğunluklu yaşanacağı açıktır.
Faşizmin gerilla güçlerine yönelik saldırılarından nihai sonuç alamayacağı açıktır. Bu kadar açık olan diğer bir nokta da gerilla güçlerinin kendisini savunması, misilleme eylemlerine başvurmasının meşruluğudur. Bu nedenle gerillaya silah bırakma çağrıları yapmanın bir anlamı yoktur. Devlet faşist saldırganlığını sürdürdüğü müddetçe gerilla güçlerinin kendisini savunmasından daha doğal bir şey olamaz. Üstelik Kürt hareketinden yapılan açıklamalar gerillanın sadece misilleme eylemleri yaptığı, kapsamlı bir saldırı siyaseti izlemediği yönündedir. PKK’nin aktif savaş pozisyonuna geçmemiş olması, Ortadoğu’daki gelişmelerle birlikte değerlendirildiğinde uluslararası ilişkilerdeki etki gücünü ve meşruiyetini artıran avantajlı bir duruma işaret etmektedir. Bu durum devletin Kürt siyasetini geriletme hamlesini boşa düşürecektir.
Erken seçim kararıyla birlikte, tüm hedefin HDP’nin baraj altına bırakılması olacağı açıktır. Bu nedenle başta halka yönelik katletme saldırıları olmak üzere, gözaltı ve tutuklama saldırılarıyla halkı terörize etmeye devam edeceklerdir. Üstelik bu saldırılar sadece Kürt hareketiyle sınırlı kalmayacaktır. Faşizmin Kürt hareketiyle birlikte, devrimci demokratik güçlere yönelik saldırıları sürecektir. Son süreçte Alevi hareketinden temsilcilere yapılan silahlı saldırılar bu anlamıyla dikkat çekicidir.
Devletin artan saldırganlığına karşı Kürt hareketiyle dayanışma çizgisinden taviz verilmemelidir. Her alanda birlikte mücadelenin koşulları zorlanmalı, başta Kürt hareketi olmak üzere halka karşı faşist saldırganlığa karşı meşru devrimci demokratik eylemler sürdürülmelidir. Bu eylemlerin niteliği, hangi biçimler alacağı tamamen koşullarla ilgilidir. Ancak her koşulda belirleyici olan yeni sürece uygun bir konumlanmaya gitmek ve mücadeleyi daha üst boyuta taşımaktır.