Kapitalizmin genelleşmiş/yapısal krizi, (krizin bir yansıması ve temel karakterlerinden biri olarak) emperyal özneler arası hegemonya “savaşlarını” şiddetlendirdi. Ortadoğu küresel jeo-politiğin odak coğrafyası olarak öne çıktı. Küresel düzeyde kaynak savaşlarının merkezi haline geldi.
ABD, coğrafyayı bir kaos alanına dönüştürerek hegemonyasını restore etmeye çalıştı. Birbirini tamamlayan ve şekillendiren farklı emperyal konseptlerle (kökleri 1991 Körfez Savaşı’na dayanan, özellikle 11 Eylül sonrasında BOP/GOKAP bağlı biçimlenen ‘açık zor’, ‘açık zor artı ideolojik zor’, ‘yaratıcı kaos’, ‘akıllı güç’, ‘kontrollü kaos ya da vekalet savaşlarıyla’) bölge sürekli savaş coğrafyasına dönüştü.
Ortadoğu 21. yüzyılın hegemonya savaşlarının gerçekleştiği temel alan oldu. Bölge taşıdığı küresel jeo-politik, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik önemden dolayı bir nevi dünyanın merkezi haline geldi.
Küresel karşı devrimin odağına dönüştü. 1970’li yıllarda Latin Amerika ve Orta Amerika küresel karşı devrimin laboratuarları olarak işlev görüyordu. Yeni dönemde Ortadoğu benzer işlevleri görüyor. Ve süreç ABD’nin hegemonyasını restore etme hamlelerinin bir parçası ve farklı emperyal öznelerin hegemonya “savaşlarına” bağlı olarak gelişiyor. Bölgedeki karşı devrimci, gerici devletler ve IŞİD gibi proto-devlet ya da devlet dışı olma özelliği taşıyan gerici, faşist güçlerde aktif bir biçimde bu sürecin içinde rol oynuyor.
Dünyanın nabzı bir anlamda Ortadoğu’da atıyor. Ya da Ortadoğu, dünyanın nabzının atışını belirliyor.
Dünyanın merkezi Ortadoğu
Kapitalizmin her organik/ sistemik krizi katastrofik dinamikleri ve yönelimleri bünyesinde taşır. Sistemik krizler kendini en net savaşla ya da kaynak savaşları üzerinden dışa vurur. Rosa Lüksemburg bu durumu “düzeltici savaşlar” olarak tanımlar. Emperyal özneler arasında hegemonya savaşlarını tetikleyen bu süreç, bir anlamda yeni pazar ve nüfuz alanı kavgalarını içerir. I ve II. paylaşım savaşları “düzeltici savaşlara” örnektir. Olağanüstü yıkıcı sonuçlar yaratan “düzeltici savaşlar”, bir anlamda yapısal krize karşı küresel finans kapitalin geliştirdiği çok kapsamlı “politikaları” içerir. Katastrofik sarmal, yıkım ve yeniden inşa finans kapitale muazzam olanaklar sunar.
Savaşlar bir yandan sermaye birikimin önündeki engelleri kaldırırken, yeni birikim alanları açar. Savaşlar ve savaşlardaki yıkım sermaye için felaket değil, kendini yenileme, anarşisini atma fırsatı anlamına gelir.
Bugün Ortadoğu, yaygın ve derin bölgesel savaşlar biçiminde gelişen ya da biçim alan, yeni “düzeltici savaşların” merkezidir. Bir anlamda 3. Dünya Savaşı’nın gerçekleştiği coğrafyadır. Buradan kırılan fay hatları etkisini Ukrayna’da, Afganistan ve Pakistan başta olmak üzere Asya’nın içlerinde, Hazar bölgesi ve Kafkasya’da, Arap Yarımadası, Kuzey Afrika hatta Doğu Afrika’da göstermektedir.
Sykes-Picot’un sonu
Bu süreç bir yanıyla özellikle Kürt özgürlük hareketinin olağanüstü hamleleriyle Sykes- Picot anlaşmasının sonunu işaretledi.
20. yüzyılın başlarında imzalanan ve Ortadoğu’nun tüm 20. yüzyıl tarihine damgasını vuran Sykes-Picot Anlaşması (1916), yeni bir küresel jeo-politik anlaşmasıydı. Ve Ortadoğu’nun iki emperyalist güç (Fransa ve İngiltere) tarafından paylaşılmasını, Arap halklarının ve Kürt halkının parçalanmasını ve 22 yapay Arap devletinin (bir nevi ulus inşa projesi olarak) kurulmasını, Kürdistan’ın 4 parçaya bölünerek bir iç sömürge haline getirilmesine içeriyordu. Tam anlamıyla bir emperyalist tahakkümü simgelemekteydi. TC’nin ontolojik zeminleri de bu anlaşmaya ve anlaşmanın sonucu olan Kuzey Kürdistan’ın bir iç sömürge haline getirilmesine dayanır. Çünkü TC bir jeo-politiğin ürünü olan “devlettir”. Bölgenin emperyal paylaşımı ve dönemin küresel konjonktürü TC’nin ortaya çıkışını hazırlayan önemli faktörler olarak ele alınmalıdır. Hatta iç dinamiklerin şekillenmesinde bu koşulların düşünüldüğünden çok daha fazla önemi vardır. Konumuz itibarıyla şimdilik bu kadar belirtelim.
Ortadoğu’da 1945 sonrası süreç, aynı anlaşmanın hükmünü sürdürdüğü ve yeni emperyalist paylaşımın yansıması olarak, ABD hegemonyasında biçimlendi.
Doğu Avrupa’da reel sosyalist rejimlerin yıkılması, Sovyetler Birliği’nin çökmesi, genel bir tanımla “Soğuk Savaş” döneminin bitmesi yeni bir uluslararası konjonktürün önünü açtı. 1991’deki Körfez Savaşı ve 11 Eylül konsepti küresel düzeyde ve özellikle bölgede büyük alt üst oluşları beraberinde getirdi.
Ortadoğu ve hinterlandı, daha geniş bir izahla Avrasya stratejik coğrafya olarak öne çıktı. Bir anlamda Avrasya’nın hakimiyeti, dünya hakimiyeti anlamına geldi.
Aynı konjonktür ABD’nin farklı konseptlerle hareket etse de hegemonyasını restore etmeye çalıştığı bir dönem olarak dikkat çekti. BOP/GOKAP konsantre karşı devrimci adımlar oldu. Bölge tarihin gördüğü en büyük yıkım, yağma ve talan maruz bırakıldı.
Ortadoğu’nun küresel jeo-politik bir odağa dönüşmesi, ABD’nin yaşadığı hegemonya aşınması/krizi ve bu soruna karşı ABD’nin Ortadoğu’yu bir savaş ve işgal coğrafyasına dönüştürmesi, kapitalist krizin yarattığı yüksek konjonktür ve emperyal öznelerin hegemonya “savaşlarının” şiddetlenmesi ve yine Ortadoğu’nun hegemonya “savaşlarının” odağı haline gelmesi; Ortadoğu’yu “düzeltici savaşların” ve küresel karşı devrimin merkezine dönüştürdü.
Ortadoğu emperyal hamlelerin deney alanı, laboratuvarı haline geldi. Bölge sürekli savaş coğrafyasına dönüştü. Kaos dalgaları coğrafyayı şiddetle sarmaya başladı.
Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı, II. Pykes-Pıcot
I. Skyes- Picot 20. Yüzyılın başında emperyalist güçler tarafından Ortadoğu’nun paylaşılmasını işaretledi. Anlaşma, Arap halkları için köleleşme, parçalanma, birbirinin düşmanı olma, ruhunlarının kötürümleşmesi ve geleceğinin çalınması anlamına geldi. Kürt halkı için ise sistemli asimilasyon, tenkil, katliam, Kürdistan topraklarının 4 parçaya bölünmesi, TC dahil kurulmuş yapay devletler tarafından iç sömürge haline getirilmesi manasını taşıdı.
I. Sykes-Picot bir asra yakın Ortadoğu’daki emperyalist tahakkümün simgesi oldu.
II. Sykes-Picot ise aslında “modern zamanlarda” Ortadoğu’nun paylaşılmasını ve emperyalist-kapitalist sisteme entegre oluşunu ifade ediyor. Bir nevi I. Sykes-Picot dönemin ihtiyaçlarına göre modifiye ediliyor. Zaten BOP ya da GOKAP olarak lanse edilen ve bir dizi iç evreden geçen emperyalist hamlelerle bölge yeniden dizayn edildi ve sömürgeleştirildi. II. Sykes-Picot, ABD denetiminde bölgenin sürekli savaş coğrafyasına dönüştürülerek sistematik yıkımını, talan ve yağmasını içeriyor. Bu süreç yani “yeni düzen” bir yanıyla da Ortadoğu’nun Balkanlaşmasını; etnik, dini, mezhebi polarizasyona tabi tutularak mikro ve kanton devletlerin inşa edilmesini ve sürekli karşı devrimci politikaları içeriyor.
“Yeni Ortadoğu düzeni”, katastrofu ve yıkımı simgeleyen “yeni dünya düzeni”nin parçası olarak şekilleniyor.
Öte yandan Akdeniz coğrafyası ve Ortadoğu isyan ve devrim coğrafyasına dönüşüyor. Kürt Özgürlük hareketinin Kuzey Kürdistan’da çok boyutlu olarak yürüttüğü mücadele, karşı hegemonya deneyimleri ve kendi özgünlüğünde ikili iktidar durumu, Rojava Devrimi ve devrimci inşa süreci başka bir Ortadoğu’nun kapılarını aralıyor.
Mezopotamya ve Anadolu toprakları bu birikimlerle birlikte Taksim Ayaklanması, Metal direnişi ve fiili grev dalgaları ve HDP zaferiyle güzelleşiyor ve zenginleşiyor.
Birleşik devrimci savaşın tohumları bu topraklara saçılıyor ve Ortadoğu devriminin olanakları birikiyor.
Tohumların çatlama mevsimindeyiz.