Modern revizyonizm, kapitalizmin tesisi altında saldırılarını sürdürmekte ve sınıflar mücadelesini yadsıyarak elinde bayrak ettiği argümanları bir saldırı olarak kullanmaktadır. Son günlerde Doğu Türkistan Özerk Bölgesi’nde yaşandığı ifade edilen bir dizi saldırının özellikle Mao Zedung ile bütünleştirilmesi, bahsini ettiğimiz bu saldırıların bir parçasıdır.
Mao Zedung yoldaşın sosyalist ekonomik ve sosyal yaşamın inşası için Büyük Proleter Kültür Devrimi, Marksist külliyatta bilimsel sosyalizme en önemli katkılarından birisidir. Bu kapsamda Çin genelinde başlatılan BPKD hareketi, Çin bölgelerinde feodalizme zemin sunan ideoloji ve akımlara dönük uygulanan Marksist politikaları da içermektedir. Sınıflar mücadelesine uzak fikriyatlar, hümanizm esintilerinde ferahlayan liberal burjuva aydınlar, BPKD’yi katliam ve soykırımla özdeşleştirmektedir. Proletarya diktatörlüğünü anlamayan bu şahsiyetlerin bugün Doğu Türkistan’da yaşananlara değinirken Mao’yu ve BPKD’yi karalayarak başlaması; emperyalist-kapitalist sistemin bayrağı önünde bitmeyen bir ibadetin secdesinden kalkmadıklarını gösteriyor. Bu noktada Doğu Türkistan tartışmalarına değinmekle beraber Mao Zedung yoldaşa ve Çin devriminin bir stratejik aşaması olan BPKD’ye de kısaca değinmekte fayda var.
Kültür Devrimi ve Uygur Özerk Bölgesi
“Yeni olan her şey zorlu ve acılı mücadelelerden geçilerek elde edilir” (Mao Zedung Seçme Eserler 2/Syf: 367/Eriş yayınları).
Mao yoldaş BPKD’yi örgütlerken sürecin politik olan tüm gereksinimlerini ortaya koydu ve bunun örgütlenmesi için yeninin sancısını ve zorunluluğunu halk kitlelerine gösterdi. Anti-feodal ve anti-emperyalist kültürün inşası, sosyalizm zemininin örgütlenmesi için sınıf mücadelesinin her alanda örgütlenme zorunluluğu kendini sadece Uygur bölgesinde değil ÇKP’nin hakim olduğu tüm bölgelerde gösterdi. Mao’nun Müslümanları katlettiğine dair iddiaları Mao Zedung Kültür devriminde şu şekilde ifade ediyordu. “Komünistler siyasi eylem alanında bazı idealistlerle ve dindar kişilerle anti-emperyalist, anti-feodal bir birleşik cephe kurabilirler; ama onların idealizmine ve dini öğretilerine hiçbir zaman göz yummazlar” (Mao Zedung Seçme Eserler 2/Sf: 371). Mao burada esas hedefin emperyalizm ve feodalizm olduğunu açık şekilde tanımlarken bugün birçok akl-ı selim şahıs ve gruplar meselenin esasını bir inanç sorunu haline indirgemektedir.
1949 Devrimi’nden sonra Sincan Uygur Bölgesi’ne özerklik verilmiş olup başkenti Urumçi kabul edilmiştir. Ancak Mao Zedung’un ölümü ve Kültür Devrimi’nin önderlerinin katledilmesi ile birlikte gelişim gösteren modern revizyonizm Çin’de kapitalizmin restorasyonunu sağlayarak Uygur Özerk Bölgesi’nin geleceğini zincirlere vurmuştur.
TC’nin Doğu Türkistan meselesine yaklaşımında sınıfta kaldığı yer…
Son günlerde özellikle sosyal medya üzerinden yayılan Uygurlara dönük katliamlar özellikle TC devletinin tarafından iç sorun haline getirdiği bir meseleye dönüştü. Uygurlara dönük Ramazan yasağının olduğu aşikarken katliamın olup olmadığı oldukça belirsizdir.
Bu noktada değineceğimiz konu Uygur sorunun bir ulusal sorun olmasının yanı sıra şeceresi hayli bozuk olan Türk devletinin bu ulusal soruna yaklaşımındaki ikiyüzlülüktür.
Kuşkusuz Doğu Türkistan sorunu en başından itibaren tamamlanmamış bir ulusal sorundur. Kendi kaderini tayin hakkı, modern revizyonizmin ağlarına takılmış olan bir sorunken gelinen aşamada Asya açısından önemli bir noktada durmaktadır. Özellikle ABD’nin bu soruna yaklaşımı bu pazarı elde etmeye dönük bir içeriğe sahiptir. Bunu yaparken de Doğu Türkistan sorununu bir sınıf sorunundan çıkararak meseleyi Ortadoğu’da yaptığı gibi dinselleştirip özünden kopartarak yapmaktadır. Son yaşananlarda böylesi bir içeriğe sahiptir.
Dikkat çekici olan ise bu ulusal sorunun TC tarafından dile getirilmesi ve hatta katliam propagandaları ekseninde ülkedeki Çin lokantalarının basılması, her gözü çekik olanın darp edilmesidir. Bu eksende tüm bu kesimler katliamın olup olmadığına kilitlenirken meselenin demokratik yeni yanı görmezlikten gelmişlerdir.
Kuşkusuz Çin devletinin bölgedeki tahakkümü, ekonomik ve siyasal baskı ve asimilasyonu gün gibi ortadadır. Bu durumun görülmemesi ve bizler tarafından gündemleştirilmemesi gericilerin önünü açmakta ve anti-komünist propagandalarını güçlendirmektedir.
Faşistler Uygurlar’a destek mesajları yağdırırken bunları demokratlıklarından ya da özgürlüğe düşkünlüklerinden yapmıyorlar. Uygurları destekliyorlar, çünkü onları “dindaş” ve “soydaş” sayıyorlar. Ve sahip çıkmadığımız bu sorun gericilerin elinde anti-komünist bir propagandaya dönüşüyor. Bu çevrelerle ağız birliği eden burjuva medyanın bir kısmı da “komünist Çin”in “Türk ve Müslüman katliamı” yaptığı temasını en akla ziyan abartılar eşliğinde propaganda etmekten geri durmuyor.
Ayinesi iş olan TC’nin Doğu Türkistan sorununa yaklaşırken benzer bir sorun olan Kürt sorununda yıllardır sınıfta kaldığı ve hatta katliam-sindirme politikaları ile Çin devletinden daha deneyimli olduğu bir gerçektir.