Beklenildiği üzere hırsız ve katil olan Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan tarafından hükümet kurma görevi AKP’ye ve onun emanetçi lideri olan Ahmet Davutoğlu’na verildi. A. Davutoğlu önümüzdeki hafta içerisinde, CHP ve MHP ile koalisyon hükümeti kurmak için görüşmeler gerçekleştirecek. Hakim sınıf partilerinin kendi aralarında, koalisyon hükümeti kurmak için yürütecekleri pazarlık süresi 45 günlük bir zaman dilimini kapsıyor. Eğer “sömürü pastasından kimin daha fazla kapacağı”nda anlaşamazlarsa olası bir erken seçim gündemde. Bu noktada Ankara kulislerinde koalisyon pazarlıklarına dair çeşitli senaryoların dolaştığı ifade edilmekle birlikte, bu pazarlıklarda olmayan tek şeyin halkın çıkarları olduğunu söyleyebiliriz. Seçim döneminde hatırlanan seçmen, şimdi onları temsil iddiasındaki hakim sınıf partileri tarafından, pazarlıklarda bir güç aracı olarak kullanılmaktadır.
Gerek MHP ve gerekse de CHP, burjuva siyasetin ikiyüzlülüğüne paralel seçim öncesi meydanlarda verdikleri sözlerin aksine AKP ile koalisyon kurmak için can atmaktadırlar. Hakim sınıf partileri ve özellikle de MHP, HDP’yi yok sayarak, onun düzen içinde dahi olsa siyaset yapmasına yönelik tahammülsüzlüğünü ortaya koymaktadır. Bu durum, hakim sınıf klikleri arasında HDP’ye yaklaşım ve özellikle de Kürt meselesinde farklı düşündükleri olarak yorumlansa da, gerçekte Türk hakim sınıflarının ve onların partilerinin Kürt sorununa yaklaşımı ortaktır. Temel arzuları Kürt hareketinin tasfiyesi olmazsa kontrol edilebilir seviyede tutulmasıdır.
HDP’nin koalisyon pazarlıklarında adının geçmemesi, onun öncelediği politikalarla ve kuşkusuz temsil ettiği kitleyle ilgilidir. Ancak olası bir koalisyon hükümeti kurulmasında, özellikle Kürt sorununa yaklaşım temel gündemlerden birisi olacaktır. Bu nedenle Türk hakim sınıfları ilgilenmese bile, Kürt sorununun varlığı ve Kürt ulusal mücadelesinin boyutu onları ilgilenmek zorunda bırakacaktır. Ki bugüne kadar olan da budur.
Hakim sınıf partileri arasında demokrasi oyunu koalisyon görüşmeleri adı altında sürerken; halka saldırılar başta olmak üzere, iç ve dış politikaya yönelik her türlü provokasyon örgütlenmesi tüm hızıyla sürdürülmektedir. AKP, Meclis’teki çoğunluğunu kaybetmiş olsa da, son bir ayda 663 üst düzey bürokrat ataması yapmış durumdadır. TÜBİTAK Başkanı’ndan Türkiye Elektrik İletim A.Ş. Müdürü’ne, Basın İlan Kurumu Genel Müdürü’nden Rekabet Kurumu Başkanı’na kadar yüzlerce yeni bürokrat şu anki AKP “azınlık hükümeti” tarafından yenilenmiştir. Faşist sistemin kolluk güçleri, her fırsatta halka saldırmaya, terör estirmeye devam etmektedir.
Suriye’ye sefer hazırlıkları, diğer yandan ise Suriye Kürdistanı’ndaki gelişmelere yönelik üst perdeden tehdit açıklamaları, kendilerinin deyimiyle “milli irade”yi temsil etmeyen bir hükümet tarafından yapılmaktadır. Türk hakim sınıfları özellikle Suriye politikasında sıkışmışlıklarını, bildik ama çözümsüz manevralarla gidermeye çalışmaktadırlar. Suriye Kürdistanı’nda Kürt güçlerinin kazandığı başarılar karşısında, her şeyleriyle emperyalizme bağlı olanların, özellikle ABD emperyalizmi karşıtı propaganda içine girmesi gülünç olsa da, TC’nin tarihsel gerçeklerine ışık tutması açısından dikkate değerdir.
Emperyalizm Güdümlü Politik Hamleler!
TC devleti, gerek iç politikasını ve gerekse de dış politikasını emperyalist çıkarlara göre şekillendirmektedir. Bunun iki örneğini geride bıraktığımız hafta yaşadık. Bunlardan birincisi, kimi ırkçı faşist güruhların Çin’de Uygur Türklerini bahane ederek gerçekleştirdikleri eylemlerdir.
Bu eylemlerle birlikte başta Çin lokantaları olmak üzere sırf çekik gözlü diye Koreli turistlere saldırılar gerçekleştirildi. Tüm bunlar yaşanırken yaşadığımız ülkede sivil faşist terörün ilk defa göründüğü gibi bir algıda oluşturuldu. Çoğu kimse işin ciddiyetinden uzak, ırkçı faşist grupların bu saldırılarını “her çekik gözlü Çinli değildir” yaklaşımıyla alay konusu yaptı. Ancak meselenin bu kadar basit olmadığını ifade etmek gerekir. Halk düşmanı bu ırkçı faşist güruhlar daha dün Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta yüzlerce insanı katlettiler. Yakın bir tarihte de sırf Kürtçe konuştuğu için Mahir Çetin adındaki bir Kürt gencini Antalya/Kaş’ta linç ederek öldürdüler. Halihazırda bu ırkçı faşist güruh, başta Kürtler olmak üzere, çeşitli milliyet ve mezheplere yönelik saldırılarını, nefret söylemlerini sürdürmektedirler. Bu saldırganlıklar o kadar kanıksanmıştır ki, “sıradan faşizm” düzeyinde seyretmektedir.
Ancak unutmamak gerekir ki, ülkemizde ırkçılık, faşizm bizzat devlet eliyle örgütlenmekte, şovenizm halk arasında ayrımcılığın zehirli gıdası olarak pompalanmaktadır. Kürt ulusal mücadelesine, Alevilere ve her türden ilerici, devrimci mücadeleye yönelik saldırılar güncel olarak varlığını korumaktadır. Bu güruhlar her daim Türk hakim sınıfların sokaktaki vurucu gücü olarak konumlandırılıp, beslendi ve ihtiyaç duyulduğunda ipleri salındı. Tam da bu nedenle geçtiğimiz hafta ülke çapında yaşanan Çin protestolarının arkasında, “Uygur Türklerinin haklı davalarına sahip çıkma” refleksi olduğunu düşünmek fazla iyimser bir yaklaşım olur. “Türk devlet geleneğinin” tarihsel tecrübesi bize bu tür eylemlerinin arkasında mutlaka hakim sınıfların parmağı olduğunu anlatır. Nitekim bu gösterilerin R.T. Erdoğan’ın Çin ziyaretinin öncesinde yaşanması ve uluslararası alanda ABD ve Çin emperyalizminin karşı karşıya gelmesi gibi nedenleri hesap etmek gerekir. Hatırlanacağı üzere NATO üyesi olan Türkiye, Çin’den karadan havaya uzun menzilli füze alınması için girişimlerde bulunmuştu. Irkçı faşist güruhların bu “duyarlılığı”nın arkasında Türk hakim sınıflarının kendi aralarında klik dalaşı ve emperyalizme yaranma çabası vardır.
İkinci gelişme ise Türkiye’de IŞİD’e yapılan operasyonlardır. TC devletinin Suriye’de bu katiller sürüsüne verdiği destek biliniyor. Ancak Suriye’de yaşanan gelişmeler ve son olarak ABD’li yetkililerin Ankara ziyaretiyle birlikte, IŞİD’e yönelik çeşitli illerde operasyonlar yapıldı. Ziyaretle birlikte İncirlik üssünün Suriye savaşında kullanılması kararının yanında, emperyalist efendilerine yaranma çabası olarak okumak gerekir. Tam da bu nedenle gerçekleştirilen bu operasyon göstermeliktir.
Devlet bir yandan bu katliam örgütlenmesine her türlü desteği verirken diğer yandan operasyonlar yapmaktadır. Göstermelik operasyonlar yapmaktadır, çünkü bir yandan da bu katil sürülerine karşı mücadele eden ilericilere, yurtsever ve devrimcilere yönelik saldırılarını arttırarak sürdürmektedir. Aralarında dört YDG’linin de olduğu Kürt illerinde ki gözaltı ve tutuklama saldırılarına son olarak İstanbul’da yapılan tutuklama saldırısı da eklenmiştir.
Halk Düşmanı Devlet Katletmeye ve Saldırmaya Devam Ediyor!
Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin halk düşmanı yüzü, katliamcı pratiği her fırsatta kendini göstermektedir. Nitekim HDP’nin Diyarbakır mitingine yönelik bombalı saldırıyı gerçekleştirerek 5 kişinin ölümüne, 400’den fazla kişinin de yaralanmasına sebep olan kontrgerilla devşirmesi IŞİD’çinin saldırıdan iki gün önce gözaltına alınıp salıverildiğinin ortaya çıkmasının ardından, başta İçişleri Bakanı olmak üzere yetkililerin yaptıkları açıklamalar, katliamın nasıl devlet eliyle örgütlendiğine ışık tutar cinstendir.
Saldırıların sadece bu düzeyde yaşandığı yanılgısına düşülmemelidir. TC devleti, hemen her alanda hakim sınıfların çıkarlarını önceleyen bir misyona sahip olduğu için, başta Kürt ulusu olmak üzere, çeşitli milliyet ve mezheplerden işçi sınıfına, kadınlara, gençlere yönelik saldırı politikalarını hayata geçirmektedir. Örneğin son beş ayda bankalara olan kredi kartı borcu nedeniyle 600 bin kişi mahkemelik olmuştur. Manisa’da çoğu kadın olan 15 köylü asma yaprağı toplamaya giderken trafik kazası adı altında iş cinayetine kurban gitmesi, genç nüfusta işsizlik oranı artmaya devam etmesi; kadın katliamının tüm hızıyla sürmesinde olduğu gibi, saldırılar çeşitli veçhelerde sürmektedir.
Faşist devlet kendi üzerine düşen misyonu oynamaktadır. Bu saldırılara karşı da işçi sınıfının ve halkın kendiliğinden gelme eylemleri sürmektedir. Nitekim işçi sınıfının, Bursa merkezli başlayan metal işçilerin direnişi, Marmara havzasına oradan da Trakya’ya yayıldı. Bartın/Amasra’da maden işçileri, Batman ve Adıyaman’da petrol işçilerinin eylemi vs. irili ufaklı onlarca eylem gerçekleştirilmektedir. Yine Artvin’de köylülerin altın madenine karşı mücadelesinde olduğu gibi halkın çevre mücadelesi irili ufaklı eylemlerle sürmektedir. İşçi sınıfı ve halk kendisine dayatılana itiraz etmekte, saldırılara karşı durmaktadır. Sınıf mücadelesi tüm hızıyla sürmektedir.
Bu tablo içerisinde devrimcilere düşen görev bellidir. Düzenin her türlü saldırısına karşı, devrimci mücadeleyi yükselmek, kitlelerin kendiliğinden de olsa yaşanan bu eylemliliklerinin içerisinde olmak, düne nazaran ertelenmez bir görev olarak önümüzde durmaktadır. Üstelik hakim sınıfların koalisyon hükümeti kurma adı altında yürüttükleri pazarlıkların, halkın büyük bir kesiminin isteğini yansıtmadığı, yağma, soygun ve talan düzeninin devamı için çalışıldığı görülecektir.
Bu sırada Türkiye’de, devrimci mücadeleyi yükseltmek için şehirlerde, esas olarak illegal temelde örgütlenmelere giderek güç biriktirmek, işçi sınıfının ve halkın eylemlerinde yer alarak, sokaklarda barikat başlarında olmak, dağlardaki mevzileri daha da güçlendirmek için çalışmak anın görevidir.