Sarmaşık tutkusuyla yaşama tutunan anneme;
Hücrenin camına bir kuş gibi tünüyorum önce, gökyüzünün berrak maviliğine takılıyor gözlerim. Sonra maviliğin içerisinde kuşların devinimlerini seyre dalıyorum. Her süzülüşlerinde adeta onlarla uçar gibi bende heyecanlanıyorum. Gözlerim ani bir iniş yapıyor yere, kibrit kutusuna benzettiğim hücrenin havalandırmasında duvar dibine dizili çiçeklerin yeşilliğine ilişiyor gözlerim. Bir an tüm ilgimi sarmaşığa veriyorum. Sarmaşığın duvarı aşarak tel örgülere doğru uzayışına bakıyorum. Sanki boğmak istercesine sıkı sıkıya sarıyor tel örgüleri, kapamaya çalışıyor o kasvetli görünümünü. Yeşilini, morunu, pembesini hakim kılmaya çalışıyor, yüreğimize baharı taşırcasına canlılığını, güçlülüğünü, hakimliğini ispatlarcasına…
Sonra gözlerimi hücrenin içerisine çevirdiğim an duvardaki resmine ilişiyor gözlerim, seni düşünmeye koyuluyorum bu sefer. Sarmaşığın yaşama olan tutkusunu, zorluklar karşısındaki gücünü sende görüyor, gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliğindeki kuşların kanatlarında taşıdığı özgürlüğü sende buluyorum. Nasıl da köhnemişliği, eskiyi, kötüyü boğmak, baharı bizlere ve tüm çocuklara taşımak adına kavgaya sıkı sıkıya sarılışını düşünüyorum.
İlk zamanlar seninle tanışmadan önce, her ne kadar yokluğundan ötürü eksikliğini hissedip, üzülüp kızmış olsam da, daha sonra seni tanımaya başladığımda her şey farklılaştı. Seni tanımam, anlamam küçük kızın olarak seninle yaşayarak, paylaşarak olmadıysa da, seni okuyarak, dinleyerek seni yaşayarak ve mücadele içerisinde yoldaşın olarak tanıdım. İlk adımım bir bebeğin çevresini keşfedercesine ürkek, heyecanlı, bilinçsiz kararsızlıklar biçimindeydi. Bunda bana güç veren ise yoldaşımızın yolladığı mektup oldu. Beni etkileyen, sorgulamaya götüren, geç kalmış bir karşılaşmanın kapılarını aralayan o mektup oldu. Seni tanıma ve keşfetme sürecinde aynı zamanda bir annenin çocuğunun gözünde nasılda kahramanlaşabileceğini gördüm sayende. Yüreğinin büyüklüğünü, kendi çocuğunun yanına tüm ezilen halkların çocuklarında alıp, sadece kendi çocukların için değil, tüm çocuklara güzel yarınlar getirebilmek uğruna verdiğin mücadelede gördüm.
Erkek egemen sistemin belirlediği o bilinen annelik kavramının bende nasıl da başkalaştığını, kendi çocuklarının bencilliğine kapılmayarak tüm ezilen halkların çocuklarını kucaklayıp, acılarını giderebilmek ve yaralarını sarabilmek adına, güzel yarınların daha da yakınlaşması için elinde silah savaştığını gördüm. Şimdilerde daha iyi anlayabildiğim bir annenin çocuklarına bırakabilecek en güzel ve önemli mirasının, sevmeyi, sahiplenmeyi, bencillikten bireycilikten arınmış kocaman bir yüreğe sahip olunabileceğine dair değerleri olduğunu gördüm. Tabii ki tek başına buda değil öğrettiklerin, seni tanıdıkça seni sahiplenmek demenin, seni şekillendiren devrimci yaşamında sahiplenmem olduğunu öğrendim. Çünkü tanıdığım anneyi Leyla’yı Leyla yapan, kahramanlaştıran, verdiği mücadele içerisindeki değiştiren, dönüştüren ideolojisi ve kavgasıydı. Seni anlamam kendimi tanımlamam da, buradan doğru gelişmiş ve böylelikle seninle yoldaş olma kararımda ilk adımlarımı atmış oldum. Ve senin anneliğini bir tarafa bırakıp, kadın kimliğini kendi çocukluğumu bir kenara bırakıp kadın kimliğimi sorgulamaya başladım. Karşıma ikimizin de toplumsal baskı ve isyan etme zorunluluğu çıktı.
Bir kadın olarak toplumda var olabilmenin, yaşayabilmenin tek seçeneğin kavgaya durmaktan geçtiği bu topraklarda, verdiğin kararların haklılığına ve doğruluğuna adım adım vardığında, bir kadın olarak kavgaya tutuşmanın çokta kolay olmadığını gördüm. Beni saran çemberine alan aile ve akraba çevresi ile toplumsal değer yargılarıyla karşı karşıya gelip çatışmak zorunda kaldığımda ise seni düşündüm. Senin içinde bulunduğun koşullarda aldığın kararın ne kadar zor olduğunu, ama buna rağmen inatla tek kurtuluşun isyan etmekten kendinle, kocanla yeri geldiğinde çocuklarınla vs savaş halinde olmaktan geçtiğini gördüm. Israrınla güçlü ve dik duruşunla bana cesaret verdin. Kimi çıkmazlarımda devrimci duruşunla yol gösterdin… Seninle ilgili hiç unutmadığım ve unutamayacağım, o zamanlar beni düşündüren fotoğrafların hemen belleğimde canlanarak gözümün önüne geliyor. Seninle beraber çektirdiğimiz ama benim hiç görmediğim fotoğraflar. Merak ve heyecan içerisinde uzun uzun bakıyorum bize, anımsamaya çalışıyorum ama o anları hatırlamıyorum. Sonra gözlerim gözlerine takılıyor, sanki bir hüzün bir acı var içerisinde. Yüreğimi hüzün sarıyor. Bir an. Sonra bir başka fotoğraf karesi Karadeniz’in ormanlarında çekilmiş. Önce gururlanıyorum o halini görünce. Gözlerim beni gözlerine sürüklüyor. Yeniden gözlerine takılı kalıyorum. Işıl ışıl parıldıyor gözlerinin içi gülüyor, umutla bakıyorsun. Her halinde neşeli ve mutlu olduğun belli. Yüzümde kendiliğinden tebessüm oluşuyor. Kendi kendime bir insan nasıl böyle mutlu olabilir diye düşünüyorum. Cevabı ise insan sevdiği, istediği şeyi yapıp, güvendiği, inandığı dava için, ait olduğunu düşündüğü yerde olduğunda ancak bu kadar mutlu olabilir diyorum.
Sonra aklıma hemen bir röportajda söylediğin halkıma, partime ve yoldaşlarıma güveniyorum biçimindeki sözlerin geliyor. İnsan inandığında ve güvendiğinde her türlü karanlıkla ve kötülükle savaşırken, önüne ne çıkarsa çıksın, hangi süreç içinde geçerse geçsin yılmadan kararlılıkla mücadeleye sıkı sıkıya sarılmasında getirir. Sendeki mutluluğun kaynağında tamda bu kendine, yoldaşlarına partine güvenme ve savaşma ve başarma kararlılığın olduğunu düşünüyorum.
Son nefesinde de pratiğine bu inancın bilincin yön verdiğini gördüm. Halkında partinde yoldaşlarından aldığın güçle düşmana olan bin yılların ezilmişliğinin, horlanmışlığının, geleceksizleştirmişliğin, kinini kuşanmış büyütürken direniş geleneğini, düşmanın teslim ol çağrılarına çatışmayacak kadar ağır yaralı olsan da sesin kesilip yitene kadar sloganlarınla karşılık verip büyütürken kavgayı pp teslim olmama geleneğini de bir halka daha ekledin. Bedenin toprağa tohum olurken, direnişin umudunla bilincimize ışık oldu. Sarmaşık tutkusuyla sarıldığın yaşamın ve kavgan boy veriyor, zindan duvarlarından dağ başlarından, fabrikalardan tarlalara…
Rahat uyu anne… (Kızın)