Milan Kundera’nın okuduğum ilk kitabı birçoğumuzun da bildiği, yazıldığı dönemden bugüne kadar çok ses getirmiş, kitaptan uyarlama filmiyle de belleğimizde yer etmiş “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” idi. Okuduğum her satırda Milan Kundera’nın yazım gücüne hayranlık duymuş kitabın hikâyesi içinde kaybolmuştum diyebilirim. O hevesle ve istekle hemen bir başka kitabını daha okumak istedim ve “Gülünesi Aşklar” kitabı ile olan maceram burada başladı. Kitap ikili ilişkileri anlatan kısa hikâyelerin birleşimi olarak çıkıyor karşımıza. Her öyküde her hikâyede gözünüzü tırmalayan bir erkek figürü ile karşılaşacaksınız, bu konuda sizi uyarmadan edemeyeceğim. “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” kitabının ana kahramanı olan Tomas’da da bu erkek figürünü görmüştüm. Hikâyelerde geçen erkek anlatımı, kadınlar üzerinde cinsel bir baskınlığı olan, cinsel doyuma ulaşamamış ve belki de hiç ulaşamayacak, hayatındaki kadını ne kadar seviyor olursa olsun “aşk birlikteliği” ve “cinsel birliktelik” ikileminde bir hayata devam eden ve “cinsel birlikteliklerinin” aşk birlikteliğinin masumiyetini yitirmesine neden olamayacağına inanan, esas temelde sadakatsiz erkeklerden oluşuyor. Ve bahsi geçen erkek her ne kadar kendisi söz konusu olduğunda “aşk birlikteliği” ve “cinsel birliktelik” ikileminde bir hayat sürüyorsa da ilişkisini hayatındaki kadının sadakati temeline oturtuyor. Kitabın her satırında yazarın bize vurguladığı; kadın kahramanın küçük bir sadakatsizliğinin aşkın “masumiyetinin” mahvolmasına neden olacağını ve belki de bu küçük yahut büyük sadakatsizliğin affının olmayacağını oluyor. Kadının en ufak bir sadakatsizliğinde bitecek olan bu ilişkilerin erkeğin sadakatsizlikleri gölgesinde sürdürülmeye çalışıldığını da unutmamamız için ayrıca belirtme ihtiyacı duyuyorum. Kitaba Milan Kundera’nın yazı dili ve anlatımda kullandığı felsefi değerlendirmelerle bakacak olursam belki de sevdiğim kitaplar arasına girebilirdi, fakat bir kadın olarak Gülünesi Aşklar kitabını okuduğumda hissettiğim tek şey her satırda aşağılanan kadının öfkesinden başka bir şey değildi.
Kitapta beni en çok rahatsız eden, deyim yerindeyse dehşete düşüren, “Otostop” adlı hikâyeydi. Hikâyede tatile giden iki sevgilinin araba yolculuğu ile başlıyor. Erkek karakteri her zamanki gibi kadınlar üzerinde cinsel bir baskınlığı olan vaktiyle çok çapkınlıklar yapmış olan ve bundan sonra da çapkınlıklarına devam edecek bir karakter. Hikâyenin ana fikrine baktığımızda Milan Kundera’nın diğer hikâyelerinde olduğu gibi masum sadık bir kadın ve masumiyetini yitirmiş çapkın fakat böyle kabul görmesi gerektiğini düşünen bir erkek çıkıyor karşımıza. Kitabı okurken beni dehşete düşüren söz ise erkek tarafından “Ben yalnızca sevdiğim kadınları öperim” oldu. Hikâyenin başında çok sevdiği kadını neden birden bire sevmemeye başlamıştı erkek kahramanımız? Öyle ya bu oyun başlamadan önce sevgilisini deli gibi sevdiğini hissediyordu, bu fikrinin değişmesi için bir iki saatlik “kadını baştan çıkarma” oyunu yeterli oldu. Erkeğin fikrinin değişmesinin nedeni çok açık, kadın bu oyuna katılıp oyunu hakkıyla oynayarak erkeğin gözündeki saf masum kadın kalıbından dışarı çıkıyordu, her ne kadar sevgilisi ile aralarında geçen bir oyun da olsa sevgilisinin kur yapabiliyor olması, istediği zaman hafif bir kadın gibi davranabiliyor olması ilişkilerini ayakta tutan kadın sadakati ve masumiyetini yerle bir ediyordu. Belki bir erkek tarafından okunduğu zaman çok sevilecek olan bu hikâye bir kadın gözüyle benim için, Çek Sosyalisti bir aydın olan Milan Kundera’nın kadına bakış açısı ve kadını sıkıştırmaya çalıştığı dar kalıbı görmemi sağlayan sığ hikâyelerle dolu boş vaktimi dahi harcamak için okumama değmeyecek kitaplar arasında yer alıyor. Özellikle öfkelenmek gibi bir amacınız yoksa siz diğer kadınların da bu kitabı okumak gibi bir eziyete katlanmamasını tavsiye ederim.
Bir ÖG okuru