Emperyalizm, Siyonizm, Faşizm ve Her Türden Gericilik Yenilecek! İşçi Sınıfı ve Ezilen Halklar Kazanacak!
Son bir hafta içinde Suriye’de yaşanan süreç dünya gündemini önemli oranda belirledi. Suriye’de 1960’lı yılların ortalarından itibaren Hafız Esad önderliğinde iktidar olan Arap Sosyalist Baas Partisi diktatörlüğü, Beşar Esad’ın 8 Aralık 2024 tarihinde ülkeden kaçmasıyla son buldu.
Esad rejiminin yıkılması burjuva medyada bir “devrim” olarak propaganda edilse de yaşanan iktidar değişiminin bir devrim olarak adlandırılamayacağı, hem iktidarı deviren güçlerin sınıfsal yapısı hem de rejim değişikliği sonrasında yaşanan gelişmelerden rahatlıkla anlaşılabilir.
Suriye’de son bir haftada yaşanan gelişmelerin arka planında ABD emperyalizminin başını çektiği emperyalist bloğun, Esad rejimini yıkma politikası vardır. ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak tanımlanan ve esas olarak Ortadoğu coğrafyasında başta ABD emperyalizmi olmak üzere batı emperyalizminin ileri karakolu olarak kurulmuş olan siyonist İsrail devletinin güvenliğini önceleyen ve bu anlamıyla ABD, İngiltere ve AB emperyalizminin Ortadoğu bölgesindeki çıkarlarını hayata geçirmek olan bu politikanın hayata geçirilmesinde TC devletinin rolüne özellikle değinmek gerekir.
Bir NATO üyesi olan TC faşizmi, emperyalist sermayenin çıkarları ve başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere kendi bölgesel çıkarlarının hayata geçirilmesi için Suriye’de bir rejim değişikliğine soyunmuşlar, uzun ve kanlı bir iç savaştan sonra cihatçı selefi çeteleri iktidara getirmişlerdir.
Ortadoğu coğrafyasının dünya pazarları açısından hem stratejik konumu hem de başta petrol ve gaz olmak üzere yer altı ve yerüstü kaynakları nedeniyle emperyalist tekeller açısından önemi bilinmektedir. Bu nedenle Ortadoğu, emperyalist tekellerin temsilcileri açısından bir rekabet ve savaş alanı olagelmiştir. Emperyalist güçlerin ve bölgedeki gerici işbirlikçilerinin doğrudan ya da dolaylı olarak emperyalist işgalleri, rejim değişiklikleri ve “vekalet savaşları” yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.
Suriye’de yaşanan gelişmenin ve iktidar değişikliğinin bu politikadan bağımsız olmadığı açıktır.
Günümüzde başını ABD emperyalizminin çektiği, İngiltere ve AB emperyalistlerinin oluşturduğu emperyalist kamplaşmanın karşısında Rusya ve Çin sosyal emperyalistlerinin oluşturduğu bloğun emperyalist rekabet ve pazar kavgasında genelde Ortadoğu özelde Suriye coğrafyası önemli bir bölge olmayı sürdürmektedir.
Nitekim bu iki emperyalist kamp arasında giderek sertleşen çelişkiler; Ukrayna’nın Rusya emperyalizmi tarafından işgali ve Ukrayna’da ABD, İngiltere ve AB emperyalistleriyle Rusya emperyalistleri arasında savaşa dönüşmesi örneğinde olduğu gibi açıktan savaşa dönüşürken, Suriye iç savaşında ise “vekil güçler” arasında savaş biçiminde sürdürülmekteydi.
Bu açıdan emperyalist kamplar arasında giderek derinleşen ve sertleşen çelişkiler yeni bir paylaşım savaşı (3. Emperyalist Paylaşım Savaşı) tehlikesine işaret ederken, yeni bir emperyalist paylaşım savaşının önceki örnekleri gibi bir ve aynı olmayacağının da altını çizmek gerekir.
Uluslararası koşullar değişmiştir ve en önemlisi uluslararası burjuvazi deneyim kazanmıştır. Halihazırda kimi çevrelerin yaşanan süreci “3. Dünya Savaşı” olarak tanımladığı bilinmekle birlikte, yaşanan süreç topyekün bir emperyalist paylaşım savaşı yerine, emperyalist kamplar arasında doğrudan ya da vekil güçler aracılığıyla askeri, diplomatik, ekonomik vb. politik hamlelerle sürdürüldüğü görülmektedir. Şimdiki durumda örneğin Ukrayna’da karşı karşıya gelen ve savaşan iki emperyalist blok, Suriye’de anlaşabilmekte, Rusya Esad rejimine verdiği desteği kesebilmektedir.
Dolayısıyla bu sürecin ise kendi içinde bütün emperyalist kampları içine alan topyekün bir paylaşım savaşı tehlikesine yol açma potansiyeli taşıdığı ifade edilmelidir.
Emperyalistler nihai bir savaşa hazırlandıklarının işaretlerini fazlasıyla vermektedir. Ukrayna ve Ortadoğu’da yaşanan savaşların yanında, silahlanma yarışına hız verilmekte, mali bütçelerin önemli bir kısmı “savunma” adı altında savaş hazırlıklarına ayrılmaktadır.
Emperyalist kamp sözcülerinin çeşitli vesilelerle defalarca açıkladığı bu gerçeğin son örneğini batı emperyalizmin savaş örgütü olan NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin, Avrupa devletlerine emeklilik ve sağlık hizmetlerinden gelen fonları savaşa yönlendirmeleri çağrısında bulunurken; “Savaşa henüz hazır değiliz, bir an önce hazır duruma gelmeliyiz” ifadelerini kullanmasından da anlaşılabilinir. (13.12.24)
Emperyalist tekeller ve onların temsilcileri devletler, pazarlarını genişletmek için açıktan ya da vekil güçleri aracılığıyla sadece savaşmamakta aynı zamanda kendi denetimlerindeki pazarları ellerinde tutmak ve daha da genişletmek için rakip tekellere karşı birlikler kurmaktadırlar. Nitekim günümüzde belli başlı emperyalist tekellerin temsilcileri, Avrupa Birliği, Şangay İş Birliği Örgütü, BRICS vb. gibi örgütlenmeler oluşturmuşlardır.
Bu birlikler, emperyalist güçler arasında çelişkiler ve daha fazla pazara sahip olma yarışının ürünü olarak kurulmuşlardır. Emperyalist tekellerin mücadele birlikleri/örgütleri olarak kendilerini var eden bu kurumların aralarında pazar için mücadele yer yer uzlaşma yer yer kızışarak devam etmektedir. Bu birlikler tekellerin rekabetinin sonucu olarak çelişkili birliklerdir. Yekpare bir bütün değillerdir.
Emperyalist kamplar arasında geçişkenlikler, anlaşmalar, diplomatik pazarlıklar vb. yaşanabilmektedir.
Selefi cihatçılardan “halk devrimi” çıkartmak!
Örneğin ABD, İngiltere, AB emperyalistleriyle Rusya Ukrayna’da açıktan askeri olarak karşı karşıya gelirken, Ortadoğu coğrafyasında Rusya, İsrail siyonizminin Filistin, Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırılarına ses çıkartmamıştır. Dahası Rusya emperyalizmi Esad rejimine verdiği desteği kesmektedir. Emperyalistler ve bölge gerici devletleri arasında yaşanan rekabet ve pazarlıklar, uzlaşma ve çatışmalar beraberinde iktidar değişikliklerine yol açmaktadır.
Suriye’de yaşanan iktidar değişimi bu sürecin somut sonucu olarak şekillenmiştir.
Öncelikle Suriye’de Esad diktatörlüğünün devrilmesi ve selefi cihatçı çetelerin zafer ilan etmesinin emperyalistler ve bölge gerici devletleri arasında yaşanan pazarlık ve anlaşmalardan bağımsız bir gelişme olmadığını ifade etmek gerekir. Esad rejiminin kısa sürede çökmesinin hemen öncesinde bir tarafta ABD, İngiltere ve AB emperyalistleri, siyonist İsrail, gerici Arap rejimleri ve TC faşizminin desteklediği, eğitip donattığı selefi cihatçı çete örgütlenmeleri diğer yanda ise Esad rejimi, Rusya ve gerici İran rejiminin güçleri bulunuyordu.
Suriye’de son iki hafta içinde yaşanan iktidar değişikliğini, Suriye iç savaşının başlangıcından itibaren değerlendirmek gerekir. Suriye’de iktidarı ele geçiren Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (Şam Kurtuluş Hareketi-HTŞ) başta olmak üzere selefi cihatçı çetelerin ortaya çıkışı ve gelişimi doğrudan emperyalistler ve bölge gerici devletlerinin “eğit-donat” projeleri sonucudur.
İç savaşın başlangıcında Suriye’de geniş bir alana ve DAİŞ gibi örgütlenmelere de evrilen bu çete örgütlenmeleri, başta Kürtler olmak üzere Suriye halkının mücadelesi karşısında büyük bir hezimete uğratıldılar. Esad rejimi ise Rusya ve İran rejiminden aldığı destekle bu selefi cihatçı çeteleri geriletmiş, Suriye’nin kuzeybatı bölgesinde İdlib vilayetinde TC devletinin himayesinde üslenmelerine izin vermişti.
Bu selefi çeteler, NATO üyesi TSK tarafından korunmuş, MİT tarafından eğitilmeye ve silahlandırılmaya devam edilmişti.
Genelde Ortadoğu ve özelde Suriye iç savaşında yaşanan son gelişmelerin Filistin Ulusal Direnişinin 7 Ekim 2023 “Aksa Tufanı Hamlesi”nden bağımsız olmadığı açıktır. Bu tarihten sonra siyonist İsrail, ABD ve AB emperyalistlerinden aldığı destekle Filistin Ulusal Direnişini kendi çıkarları için araçsallaştıran gerici İran rejiminin “Direniş Ekseni”ne yönelmiştir.
Siyonist İsrail önce Filistin Gazze’de soykırıma varan katliama başvurmuş, ardından Lübnan Hizbullahı’na yönelmiş ve İran rejimiyle karşılıklı saldırılar gerçekleştirilmiştir. Siyonist İsrail açısından Esad rejiminin devrilmesi, “Direniş Ekseni”ne verilen desteğin de kesilmesi anlamına geldiğinden, Suriye’de cihatçı selefi çeteler eliyle bir iktidar değişikliği için harekete geçilmiştir. Selefi cihatçı çetelerin önü açılmış ve kısa bir sürede Şam’a ulaşmaları sağlanmıştır.
Şam’da iktidar değişikliğinin ABD emperyalizmi ve İsrail siyonizminin bölgesel çıkarları doğrultusunda TC faşizmi tarafından Suriye’nin İdlib bölgesinde beslenen ve koordine edilen selefi cihatçı çetelerin, HTŞ adlı paravan örgüt aracılığıyla gerçekleştirilmesi olarak tanımlamak gerekir. Yaşanan süreci Suriye halkının bir devrimi olarak tanımlamak, selefi cihatçı çetelerin iplerinin kimin elinde olduğunu gözardı etmenin yanında Şam’da yaşanan devir teslim açıklamalarını yok saymadır.
Kısaca Suriye’de yapıldığı iddia edilen “halk devrimi”ni; ABD, İngiltere emperyalizmi, İsrail siyonizmi ve TC faşizmi tarafından bir CIA-MOSSAD-MİT projesi olarak gerçekleştirilmiş bir NATO operasyonu olarak adlandırmak ve tanımlamak gerekir. Hedef, İsrail güvenliğini temin eden, ağır silahlarından arınmış ve başta ABD olmak üzere batı emperyalizminin güdümündeki bir Suriye yaratmaktır.
Bu amaçla ABD emperyalizmi, El-Kaide’nin Suriye kolunu kurduğu için “Özel Olarak Belirlenmiş Küresel Terörist” olarak 10 milyon dolar ödülle aradığı ve dahası TC’nin dahi “terörist” olarak tanımladığı HTŞ lideri hakkında, “ılımlı cihatçı” güzellemeleri yapılmaktadır. Gazeteci adı altında devlet görevlileri piyasa sürülmüş, selefi cihatçıları makyajlamakta, katillerden “özgürlükçü” ve “devrimci” çıkarma propagandası yaptırılmaktadır.
BOP’un uygulanması için “gömlek değiştiren”ler, HTŞ liderine takım elbise giydirmekte ve şoför koltuğuna oturtmaktadırlar. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı aracılığıyla HTŞ ile görüştüklerini açıklamakta, TC Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise HTŞ’nin “İdlip’teki tecrübeyi hızla Şam’a taşıdığını”, bu yapının “örgüt” olarak nitelendirilip bir kenara atılamayacağını; buna karşılık, uluslararası ve bölgesel güçlerin ‘endişelerinin’ giderilmesi amacıyla “Şam’daki yönetim” (HTŞ) ile görüştüklerini açıklamaktadır. (13.12.24)
Bölge halklarının kazanımları ve Rojava devrimi hedeftedir!
Esad diktatörlüğümün devrilmesi ve selefi cihatçı çetelerin iktidarının Suriye halkına özgürlük getirmeyeceği, emperyalistlerin ve bölge gerici devletlerinin kendi çıkarları için bölge halklarını soymaya ve katletmeye devam edecekleri açıktır. Suriye’de iktidar değişiminin kazanını siyonist İsrail olmakla birlikte faşist TC devleti de kendi çıkarlarını gerçekleştirme peşindedir.
Kuşkusuz Türk komprador burjuvazisi için Suriye pazarı iştah kabartmaktadır. TC tarafından işgal edilmiş bölgelerin ilhak edilmesi ve Suriye’nin yeniden inşasında rol almak, emperyalist paylaşımlardan kendi yararına kırıntılar kapmak istemektedir.
TC açısından ise özel olarak Suriye’de Kürt ulusunun kazanımları ve Rojava Devrimi hedeflenmektedir. Bu amaçla HTŞ Şam’a yürürken, TC’ye doğrudan bağlı Suriye Milli Ordusu (SMO) çeteleri Tel Rıfat ve Minbiç başta olmak üzere birçok Kürt yerleşim alanına yönelik saldırılar gerçekleştirdi. SMO’nun doğrudan doğruya TC’nin paramiliter çete örgütlenmesi olduğu açıktır. TC bu çete örgütlenmesiyle Rojava devriminin kazanımlarını geriletmek istemekte, Kuzeydoğu Suriye Özerk Yönetimi’ni ortadan kaldırmak istemektedir.
Ne var ki, bir haftada Şam’a inen TC, on günde Minbiç’i alamamıştır.
TC devleti açısından ne pahasına olursa olsun Rojava Devrimi’nin boğulması hedeflenmektedir. Bu amaçla önce çeteleri aracılığıyla katletme ve tasfiye saldırısı denenmekte, alternatif olarak da Barzani çizgisinde örgütlerle Suriye’de “kendi Kürdünü” yaratmak istemektedir. TC faşizminin bu saldırıları ve baskısı ise Özerk Yönetim üzerinde ABD emperyalizmin etkisini artırmaktadır. Önümüzdeki günler başta Rojava olmak üzere Suriye halkının geleceği üzerinde tayin edici gelişmelerin yaşanacağı günler olacaktır.
Süreç, katliamlarda dahil olmak üzere halk açısından önemli riskleri kendi içinde barındırmakla birlikte, doğru bir çizgiyle kazanımların sağlanması da söz konusu olabilir. Şam’da iktidarı ele geçiren güçlerin Suriye halkına demokrasi getireceği koca bir yalandan öte boş bir hayaldir. Suriye, emperyalizmin, İsrail siyonizmi ve TC faşizminin müdahaleleriyle yeni çatışmaların yaşanacağı bir coğrafyaya dönüştürülmüştür.
Şam’da iktidarı ele geçirmesi sağlanan selefi cihatçı örgütlenmelerin, Rojava’da Kürt halkının üzerine salınan çetelerin ve dahası dünyanın dört bir yanından cihat için getirilenlerin kendilerinden başka herkese düşman olduğu çok geçmeden anlaşılacaktır.
TC devleti ve AKP-MHP iktidarı tarafından Suriye’de ilan edilen zaferin sonuçları Türkiye halkı açısından kısa sürede görülecektir. Suriye savaşının başından itibaren eğitilip donatılan ve açık sınır politikasıyla desteklenen selefi cihatçıların Emevi Cami’ndeki zafer namazı, Türkiye iç siyasetini de doğrudan etkileyecektir.
Öte yandan Suriye seferinde zafer ilan edenler içerde 2025 yılına hazırlanmaktadırlar. Orta Vadeli Program (Şimşek Programı) uygulanmasıyla yaşanacak mücadelelere hazırlanmaktadırlar. Asgari ücret belirlenmesinde oyalama taktiğinin yanında Birleşik Metal-İş Sendikası’nın sefalet zammına karşı başlattığı grev, “milli güvenlik” gerekçesiyle 60 gün süreyle yasaklanmaktadır.
Buna rağmen hali hazırda ülkenin birçok bölgesinde, eylemler, direnişler ve grevler devam etmektedir. Polonez işçilerinin sendikal hakları için verdikleri mücadele işçi sınıfının mücadele tarihine değerli bir deneyim olarak şimdiden kazınmıştır.
İşçi sınıfı coğrafyamızın dört bir yanında eylem, direniş ve grevlerle insanca bir yaşam ve sendikal hakları için sokağı zorlamaktadır.
Halihazırda gündem olan asgari ücret tartışmaları ve 2025 bütçe görüşmeleri Türk hâkim sınıflarının önümüzdeki günlerde işçi sınıfı ve emekçilere yönelik nasıl bir tasarrufta bulunmayı planladığına işaret etmektedir.
Açık ki, emekçi sınıfları, daha büyük bir yoksulluk, işsizlik açlık ve sefalet beklemektedir. Öte yandan AKP-MHP iktidarının, Suriye’de yaşanan gelişmeleri, Rojava devriminin boğulmasına yönelik olası saldırı ve işgal saldırılarını vatan-millet-Sakarya edebiyatıyla işçi sınıfı ve emekçilere sunacağı da açıktır.
Türk hâkim sınıfları, bir kez daha ağırlaşan ekonomik ve siyasi krize yönelik tepkileri, sınıfın gelişen direnişini şovenist histeri ve milliyetçilikle bölme-parçalama politikası izleyecektir.
İşçi sınıfına dönük hak gaspı ve saldırıların Kürt ulusunun haklarının gaspına yönelik şovenist-faşist saldırıyla eş güdümlü bir şekilde ilerleyeceği anlaşılıyor. Bunun karşılığında, işçi sınıfının ve ezilen emekçi sınıfların direnmek ve mücadele etmekten başka kurtuluş yolu bulunmamaktadır.