Tek gerçek emektedir.
Dünya bir gün emeğin ona
verdiği şekle girecektir.”[1]
Erich Fromm’un, “Kapitalizm, insan gibi davranan makineler ve makine gibi davranan insanlar üreten bir sistemdir,” betimlemesiyle karakterize olan bugünde, durmadan FARC’ın efsanevi lideri Manuel Marulanda Vélez’in (1930-2008), “Ruhlarınızı silahlandırın” uyarısını anımsayıp/ anımsatmakta yarar varken ekleyelim: Teknoloji “nötr” değil, kullanan/ kontrolünde olan sınıfın anlamlandırdığı bir şeydir…
* * * * *
O hâlde “teknoloji fetişizmi”ne sarılmak yerine, “Kapitalist üretim, teknolojiyi ve çeşitli süreçlerin bir araya getirilerek toplumsal bir bütün oluşturulmasını, ancak tüm zenginliğin asıl kaynakları olan toprağı ve emekçiyi kurutarak geliştirir,”[2] vurgusuyla betimlenen, kapitalizmin kontrolündeki teknoloji konuşmalıyız.
Bu böyle olunca, kapitalizmin ontolojisini sermaye birikimi ve artı-değer üzerinden kurduğunu akıldan çıkartmamak gerek. Kapitalizmin var oluş koşulu, kâr dürtüsüdür. Bu da onun manik karakterini oluşturur. Karl Marx’ın vurguladığı gibi kapitalist üretim, meta üretiminin genelleşmiş hâlidir/soygunudur…
Ve elbette kapitalizm soygunu/ sömürüsü için her zaman teknolojik icatlara ihtiyaç duymuş ve bunları üretmiştir: Buharlı makineler, demiryolları, elektrik ve otomobil gibi…
Kapitalist ekonomiyi de dönüşüme uğratan örnekleriyle teknolojik gelişmelerin kapitalist ülkelerin sosyal ve kültürel hayatları üzerinde önemli etkileri olmasına karşın, teknolojik ilerleme, değişim için temel belirleyici güç değildir. Değişim serbest pazar ekonomisi içinde sermaye birikimini artırma ve sömürüyü sürdürme ihtiyacından kaynaklanır.
Ancak kapitalizm teknolojik yeniliklerle sömürüyü artırırken gerek üretim süreçlerinde, gerek toplumsal yaşamda yaşanan değişimleri meşru göstermek ve işçi sınıfının direncini kırmak için teknolojiyi ideolojik bir silah olarak da kullanır. Örneğin teknolojik yenilikler insanlığın kurtuluşu ya da mucizevi şeyler olarak lanse edilir.
Malum: Sınıf mücadelesinin farklı momentleri ya da kapitalist transformasyon süreçleri her zaman bir dizi tartışmayı beraberinde getirdi.
1960’ların en popüler tartışması Daniel Bell’in İdeolojilerin Sonu çalışması oldu. Bell, Marksist emek- değer teorisinin yeni süreci açıklayamadığını “yeni” kapitalizmin/ sanayi sonrası toplumun teorik bilginin üzerinde şekillendiğini, ancak bilgi- değer kuramıyla açıklanabileceğini ileri sürdü. İdeolojiyi seküler bir din olarak değerlendirip, geliştirdiği teze göre zenginliğin kaynağının bilgi olduğunu söyledi ve tarihsel olarak büyük bir dönüşüm içine girildiğini açıkladı.
André Gorz’un ‘Elveda Proletarya’sı[3] ise, 1980’lerdeki tartışmalara damgasını vurdu. “Proletarya illüzyonu”ndan bahseden yazar, proletaryanın kendisini sermayeyle özdeşleştirdiğini, ayrıcalıklı bir azınlığa dönüştüğünü ve toplumsal dönüşüm sağlama yeteneğini kaybettiğini yazdı.
1980’lerin sonunda Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe “Radikal Demokrasi”[4] tezleriyle dikkat çektiler. Tek ve bütüncül özneyle ya da işçi sınıfının merkezde olduğu bir pratikle yeni bir sosyalist projenin gerçekleşmeyeceğini, ancak farklılıkların yarattığı sosyal hareketlerin kültürel ve mikro mücadeleleriyle radikal demokrasinin inşa edilebileceğini ileri sürdüler.
Otonomist Antonio Negri ve Michael Hardt 2000’li yılların başında ‘İmparatorluk ve Çokluk’[5] çalışmalarıyla bir tartışma daha başlattılar. İmparatorluk çağında sınıf mücadelesinin ve emek değer teorisinin geçersizleştiğini belirtip, maddi olmayan emek üzerinden çoklu özne kavramını geliştirdiler. Dijitalleşmenin sınıf birleşimi ve değer üretimde radikal değişiklere yol açtığını, artı- değerin kârın kaynağı olmaktan çıktığını ve sermaye sahibinin asıl birikimini kârdan değil, ranttan elde ettiğini yazdılar.
Yapı-Özne ilişkisi/ diyalektiği üzerine ağırlıkta tek boyutlu yorumları içeren bu tartışmalar şimdilerde de sanayi 4.0 ve yapay zekâ tartışmalarıyla sürdürülüyor!
Sanayi 4.0, yapay zekâ tartışmaları en başta kapitalizmin gelişmesini endüstri devrimleriyle, teknolojik sıçramalarla açıklayan teknolojik determinist bir anlayışı ifade ediyor. Sanayi 4.0 ya da Dördüncü Sanayi Devrimi Almanya’nın markalaştırdığı bir kavram. Teknolojinin üretim alanında yol açtığı kompleks veri paylaşımını ve otomasyon dönüşümünü tanımlıyor.
Bu tanımlamaya göre Sanayi 1.0’ı buhar enerjisi simgeliyor. Manifaktürün aşıldığı, makinelerin kullanıldığı ve entegre dev makinaların devreye sokulması sanayi 1.0 olarak değerlendiriliyor. Dönemin ilk buluşları çırçır makinesi, dikiş makinesi ve telgraf.
Sanayi 2.0 ise elektrifikasyon çağı olarak ele alınıyor. Elektriğin kullanılmasıyla yaşanan dönüşümü anlatıyor. Ayrıca petrolün bulunması dönemin en önemli gelişmelerinden biri. Petrol fosil yakıtların kullanılması anlamına geliyor. İçten patlamalı motorlar, demir çelik endüstrisinin gelişimi, makro fabrikaların inşası sanayi 2.0’ın yansımaları. Sanayi 2.0 Fordizm diye tanımlanan üretim sürecine tekabül ediyor. Rusya’da Putilov fabrikası, Brezilya’da ABC havzası, İtalya’da Torino şehri ve Fiat fabrikaları, Almanya’da Mercedes, ABD’de Ford Fabrikası dönemi simgeleyen fabrika ve sanayi havzaları olarak öne çıkıyor.
Sanayi 3.0 ise nükleer enerji ve bilgisayar teknolojisinin kullanılmasına tekabül ediyor. Sanayi 3.0 genellikle 1950’lerde başlatılıyor. Esas olarak 1980 sonrası yaygınlaşan transistor, mikroçip, internet, kişisel bilgisayar dönemin icatları olarak kabul ediliyor. Dönem kısaca dijitalleşme olarak tanımlanıyor. Robotik teknolojinin gelişimini anlatan sanayi 3.0 özellikle 1970- 2000 yıllarını kapsıyor ve üretim tekniği olarak post-fordist düzenlemeleri içeriyor.
Sanayi 4.0 ise 3.0’ın iç gelişimi, sıçraması olarak görülüyor. Yapay Zekâ, kuantum bilgisayarı, robotik teknolojiyi ifade ediyor. Kısaca üretim sürecinin tüm elemanları arasında iletişimi ve üretimin tam entegrasyon içinde gerçekleşmesi anlamına geliyor. Sanayi 4.0 bütünleşik bir sistem. Bilgisayarlı görme, doğal dil işleme, makine öğrenmesi gibi alanları anlatan yapay zekânın yanında, maddenin bir anlamda atomik düzeyde kontrolünü sağlayan nanoteknoloji, 3 boyutlu yazıcılar, yeni sistemlerin üretileceği Büyük Veri (Big Data) ve bulut bilişim, robotlar, sensörler, akıllı ve karanlık fabrikalar, akıllı şehirler gibi uygulamaları kapsıyor.
Karl Marx tüm teknolojik gelişmeleri iki eksende değerlendirir; sermayenin yıkıcı tahakkümü, kapitalist barbarlık yani distopya ya da komünizmin olanakları, özgürlük dünyası ve ütopyanın gerçekleşmesi…
Karl Marx, ‘Grundrisse’de[6] canlı emeğin üretimin içsel ögesi olmaktan çıkmaya başladığını, yerine makinelere bıraktığını yazar. Ve teknolojik yeniliklerin üretimde kullanımın kâr oranlarının düşme eğilimine yol açacağını söyler. Bununda kaçınılmaz olarak krizleri beraberinde getireceğini vurgular. Evet, canlı emeğin tümüyle üretim sürecinden çıkması burjuvazinin bir hayali ve fantezisi olabilir. Ama bu ontolojisini sömürü, artı-değer üretimi veya kâr için üretim üzerine kuran kapitalizmin ve onun öz evladı olan burjuvazinin yok olması demektir.[7]
Özetle: İnsan(lık)ın soru(n)ları teknolojik değil siyasaldır. Çözümleri de teknolojik değil politik olacaktır.
* * * * *
Mesela Aysun Sadıkoğlu’nun, “Sosyal medya ‘özgürlük’ mü?”[8] sorusunu dillendirdiği veya Zygmunt Bauman’ın, “İnternet görünmeze görünürlük, dilsize işitilebilirlik, eyleme geçemeyenlere eylem sunar,” diye betimlediği sosyal medya…
Bu da bir teknoloji, lakin…
Kapitalist uygarlık, internet ve sosyal medyasız yaşayamayan bir insan türü üretti. Dünyada sosyal medya platformlarını kullananların sayısı 2010’da aylık 970 milyondan, 2016’da 2.4 milyara çıkmış. Facebook’un payı 1.6 milyar, Twitter’ınki 310 milyon kişi. Facebook ve Twitter kullanımının yeni bir bağımlılık tipi oluşturduğunu düşünen psikologlar da var. Ancak artık sosyal medyadan vazgeçmek olanaklı görülmüyor. Hayatımızı o kadar kolaylaştırıyor, renklendiriyor ki…
Ancak bu madalyonun bir yüzü. Öbür yüzünde geçenlerde “Facebook sunduğu haber akışında muhafazakâr kaynakları dışlıyor” iddiasıyla başlayan tartışmanın işaret ettiği soru var: Facebook gibi sosyal medya platformları, izleyicilerinin ulaştıkları bilgileri manipüle ederek gerçekliğe ilişkin algılarını şekillendiriyorlar mı? Hayır şekillendirmiyor, demek giderek zorlaşıyor.
Sosyal medya platformlarının takipçilerinin gerçekliğe ilişkin bilgilenme süreçlerini belirleme kapasitesi, bu platformların takipçileri hakkında bilgi toplama kapasitesiyle birleşince adeta bir parantez kapanıyor: Yalnızca “izleme toplumu” bağlamında devletler, şirketler, (buna, biraz zorlayarak sermaye ilişkisi de diyebiliriz) internetin de devreye girmeye başlamasından bu yana, kredi kartlarımızdan arama motorlarındaki siyasi, estetik, hatta cinsel tercihlerimize kadar, en son olarak yüz tanıma programlarını, hatta akıllı televizyonlarımızı bile kullanarak, yaşamımızın her alanını giderek artan bir yaygınlıkta, derinlikte izlemekle kalmıyor, aynı zamanda estetik siyasi, sosyal seçeneklerimizi, algılarımızı manipüle ediyor.
Aslında, “cybernetique” sözcüğünün etimolojik kökeni de (“Kubernetes”: yöneten, kontrol eden) nereye doğru gittiğimizi gösteriyor, yeni bir yönetim, denetim biçiminin gelmekte olduğuna işaret ediyor.
MOBESE kameraları, gittikçe kapasitesi artan akıllı, kameralı telefonlarımızı, internete bağlı televizyonlar, ev araçları, kameralı bilgisayarlar adeta her şeyi gören gözler, işiten kulaklar gibi bizi küresel çapta bir panopticon (bir gözün her mahkûmu görebildiği hapishane) içine kapatmaya başlamış gibi.
Diğer taraftan, yaşamlarımızın ayrıntılarının dijitalleşerek datalara dönüşmesinden galiba o kadar da şikâyetçi değiliz. Yaşamımız türlü biçimlerde kolaylaşıyor, hızlanıyor ya…
Ancak, kapitalizmin krizi, hızlandırdığı ekolojik kriz, sayıları hızla artan baskıcı hükümetler, bu “izleme toplumu” içinde artık anlamsızlaşmaya başlayan bireyin mahremiyetini ayaklar altına alırken, “algıları denetleyen, halkı yönlendiren demagoglar da var.
Facebook’un sunduğu haber akışıyla ilgili tartışma başladığında ortaya çıkan bir şey daha var. Facebook’un haber hazırlayan kadrosu bu haberleri, bir algoritmanın derleyerek önlerine getirdikleri içinden alarak hazırlıyormuş. Bu alanda çalışan bir “işçi” “kendimizi, algoritmaların gelişmesi, daha hızlı öğrenmesi için kullanılan deney fareleri gibi hissediyoruz”… “Bir süre sonra bizi atıp süreci tamamen algoritmalara devredecekler…” diyor.
Bu “izleme toplumunun” izleme ve manipüle etme pratiklerinin, ekonomik, siyasi iktidarları korumak için kullanılması bir sorun. Hızla sermaye ilişkisinin “kategorik buyruğu” altında gelişmekte olan, bir gün bağımsızlaşması beklenen bir yapay zekânın elinde toplanması ise bence bambaşka bir sorun.[9]
Bunları görmezden gelemeyiz! Çünkü sadece CIA ve FBI değil aynı zamanda Pentagon da sosyal medya sitelerini kullanırken, ABD dış politikasına karşı fikirler paylaşan kullanıcıları fişliyor. Yani modern çağdaki politik tartışmaların vazgeçilmezi sosyal medya siteleri ABD’deki belli bir zümrenin çıkarlarını koruyor.[10] Elbette…
Kolay mı?
Facebook kârını yüzde 52 artırırken kullanıcı sayısını da 1.6 milyara yükseltti. Facebook’un 2016’nın ilk çeyrek geliri, 2015’in aynı dönemine göre, yüzde 52 artarak 5.3 milyar dolar olurken;[11] dünyanın en engin adamı Elon Musk Ekim 2022’de ayda 450 milyon kişinin kullandığı sosyal medya platformu, Twitter’ı 44 milyar dolara satın aldı. Twitter’ın satın alması, yönetme çabaları, gündeme ilginç sorular getirdi, “kültür savaşları” ile sınıf savaşı arasındaki organik ilişkiyi gözler önüne serdi.
Twitter 2006’da kuruldu, bugüne kadar, 2018 ve 2019 kesiti dışından hep zarar etti. Yani Musk zarar eden bir şirketi satın aldı. İlk elde çalışanlarının yarısını işten çıkardı, şirket felç olunca geri çağırdı ama bu kez sadakat belgesi imzalatmaya kalktı. Bu istikrarsız yönetime, Trump’ın yanı sıra birçok gerici, müstehcen hesabın yeniden serbest bırakılmasına tepki olarak Twitter’a reklam veren şirketlerin yarısı hesaplarını askıya aldılar. Musk bunların genel müdürlerini arayıp azarlamış. Adamın karakterini göstermesi açısından önemli; geçmişte de ‘Finansal Denetim Komisyonu’ (SEC) memurlarına “piçler” demişti.
Yanis Varoufakis’e göre Musk, Twitter’ı alarak otomotiv, uzay araçları, insan beyni ile bilgisayar arasında iletişim kurmaya yönelik “çip” gibi alanlarda inşa ettiği sanayi sermayesi (biriktirdiği “büyük veri”) ile “bulut-temelli” sermayeyi birleştiriyor. “Bulut” sermayesi, internet kullanıcılarının, yazdıkları metinler, çektikleri resimler, yaptıkları alıveriş, ziyaret ettikleri siteler aracılığı ile ürettikleri verileri, bir karşılık ödemeden, kendi sermaye ve veri stokuna ekliyor, kullanıcıların/ tüketicilerin davranışlarını/ kültürlerini de (ekonomik ve siyasi) bu birikimi besleyecek biçimde şekillendirmeye çalışıyor. Musk, şimdi Google, Amazon, AliBaba gibi “bulut” sermayesine dayalı kapitalist oligarşiye katılıyor; Twitter’ın üyelerinin veri üretme kapasitesini kendi sermayesinin “büyük veri” deposuna bağlıyor.
Bunlar doğru ama eksik: Twitter’ın çok daha geniş kapsamlı ve sınıf mücadeleleri açısından çok kritik bir önemi var… Musk Twitter’da Trump’la başlayarak on binlerce faşist, “anti-woke” hesabın üzerindeki yasakları kaldırmaya, faşist çevrelerin ihbarlarına dayanarak solcu ilerici hesapları kapatmaya başladı (Brett Wilkins, Salon, 1 Aralık 2022). Gerçekten bu aslında sınıf savaşıydı. Dünyanın en zengin adamından, ABD’de en dinamik ve stratejik sermayenin temsilcisinden de bundan başka bir şey beklenmezdi.[12]
* * * * *
Evet ortada bir “Gözetim Toplumu”[13] söz konusu!
Ernesto Che Guevara’nın, “Kapitalist bir sistemde insanlar, görünmez bir kafesin içinde yaşarlar,” saptamasıyla bağıntılı bir kontrol gerçeği ve Byung-Chul Han’ın, “Özgür olduğumuza, özgürce iletişim kurduğumuza inanıyoruz. Bu özgürlük kontrolü sağlıyor. Günümüz ‘gözetimi’ özgürlüğü bastırmıyor, panoptik bir göz hapishanesine kendimizi gönüllü olarak sokmamızı sağlıyor,” notunu düştüğü dinle(n)me hâli var…
Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), İngiliz kitlesel veri toplama ve izleme programının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlâl ettiğine hükmetti. AİHM, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilâtı’nın (CIA) eski ajanı ve Ulusal Güvenlik Dairesi’nin (NSA) eski çalışanı Edward Snowden tarafından sızdırılan belgelerle açığa çıkan İngiliz kitlesel veri toplama ve izleme programının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlâl ettiğine hükmetti.[14]
Kuşku yok: Kapitalist ‘Büyük Birader’le yüz yüzeyiz!
Malum: Devlet denen mekanizmanın işleyişinde stoklanan ve tasnif edilen bilginin önemi çok büyük. Bu yapı, olabildiğince geniş bir bilgi arşivine ulaşmak için teknolojiler üretiyor. Sokağa çıkıldığı andan itibaren, her adımınızı izleyen, ihtiyaç anında elde ettiği verileri raporlayan, teknolojiyi kullanarak gerçekleşen bütün iletişimi kayıt altına alan, internette araştırdığınız her konuyu gözleyen, buna göre profil tanımlayan bir düzenek, aldığımız her soluğun da hesabını tutuyor.
Söz konusu ‘Büyük Gözaltı’nın kişisel güvenliğimizin teminatı olduğuna inandırır bizleri. Şehirlerarası ulaşımda, otobüs, vapur veya tren bileti alırken kimlik numaralarımızın kaydedilmesi, ulaşım hizmetinin daha nitelikli olmasına değil, bilgi havuzuna daha çok, daha ayrıntılı veri aktarılmasına yarar. Başka bir deyişle bireysel hayatın mahremiyeti, toplumun güvenliği bahanesi ile iğdiş edilirken; her şey kontrol (‘Bilginin Denetimi’) altındadır!
* * * * *
Zygmunt Bauman’ın, “Cep telefonları uzakta kalanların temasa geçmesini, temasa geçenlerin uzakta kalmasını sağlar,” diye uyardığı ‘Büyük Birader’in kapitalist göz altısında, yani bilginin denetlendiği “Gözetim Toplumu”da yapay zekâda “Bilim saptırıldı, idealler bozuldu, insanlığı özgürleştireceği iddia edilen her şey bizi köleleştirdi,”[15] tarifi kapsamındadır.
Kimse inkâr edemez: Yapay zekâ, şirketlerin tümüyle domine ettiği, yönünü belirlediği ve kontrolleri altında tuttuğu bir alandır. Ve görülmesi gerek: Yapay zekâlı/ robotik üretim, biyoteknoloji, nanoteknoloji, siborg ve inorganik mühendisliği vb. alanlarındaki gelişmeler, insan(lık)ın geleceğine ilişkin tartışmaları yoğunlaştırırken; binlerce yılın birikiminin ürünü olan bilimsel-teknolojik akılla toplumsal akıl, toplumsal bireyle şeyleşmiş parçalanmış birey arasındaki uçurum, (sınıflı-sömürücü ilişkiler tahtında) derinleşiyor.
Örneğin küresel elektrik tüketiminin yüzde 65’ini gelişmiş, yüzde 30’unu gelişmekte olan ülkeler yüzde 5’ini de yoksul ülkeler gerçekleştiriyor. Veri bankalarının toplam elektrik tüketiminin küresel elektrik tüketimi içindeki, bugün yüzde 1.25 dolayında olan payının 2030’a yaklaşırken yüzde 4.4’e yükselmesi bekleniyor. Afrika kıtasının toplam elektrik tüketiminin küresel toplam içindeki payı hâlen yüzde 2.6 iken;[16] kimilerinin “Bizler de şu anda bir teknolojik devrim aşamasındayız,”[17] türünden söylencelerle “es” geçtiği tabloda “Yapay zekâ kimin için?”[18] sorusuna net yanıt verilmelidir.
Malum: Teknoloji, insan çevresinin değiştirilmesi, manipüle edilmesiyle ilgilidir; araçların, makinelerin yanı sıra yönlendiren yöntem ve süreçlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Teknoloji, dünyayla etkileşim kurma, yaşama, çalışma pratiklerimiz üzerinde derin bir etkiye sahip[19] bir “toplumsal ilişkidir.”
Aslında, insanlık yapay zekânın kimi özelliklerini taşıyan bir “teknolojiyle” ilk kez karşılaşmıyor: Bir “kâr-makinesi” olarak sermaye de insanı, toplumu, doğayı, kültürü değiştiren, dönüştüren, zaman içinde evrimleşen bir “teknoloji” olarak görülebilir. “Kâr makinesi” çoktan insanın kontrolünden çıktı (öngörülemeyen krizler), kültürü metalaştırarak etkisi altına aldı, doğal kaynaklar üzerinde insanla, çoğu zaman insanın gereksinimlerini dikkate almadan rekabet ediyor (iklim krizi, çevre kirlenmesi, betonlaşma artık önlenemiyor).
Yapay zekâ kapitalizm altında onun gereksinimlerine, önceliklerine uygun ve onun çelişkilerinin, kültürünün izlerini taşıyarak gelişiyor. YZ alanında egemen 46 büyük şirketin toplam piyasa değeri (market capitalization) 9.2 trilyon dolar. Beşinin (Microsoft, NVIDIA, Google, Meta, Tesla) toplam piyasa değeri 8.6 trilyon dolar. Bu beş büyük tekelci “kâr makinesi” (şirketler), rakiplerini, piyasaya çıkan yenilikleri satın alarak adeta “yutarak”, kültürü, günlük yaşamı şekillendirerek büyümeye devam ediyor.
Yapay zekâ ile “kâr-makinesi” olarak sermaye arasında oluşan simbiyoz ilişki, son derecede tehlikeli genişleme dinamikleri içeriyor. Birincisi güvenlik, denetleme, disiplin ve cezalandırma mimarisi içinde yapay zekâ hızla egemen teknoloji olmaya, (oralarda öğrenerek gelişerek) başlıyor. Bu simbiyoz ilişki, kaçınılmaz olarak devleti de içine çekiyor.
İkincisi sermaye grupları, blokları arasındaki rekabetin etkisiyle hem ülkelerin içinde hem de uluslararası alanda paylaşım ilişkilerinin yerleşik dengeleri değiştikçe büyük güçler arası dengeler değişmeye başladı. Artık, verili düzen dağılıyor, bu güçler birbirleriyle, kaynaklar, teknolojik gelişme alanlarında rekabet ederken giderek yerel çatışmalarda taraf olmaya başlıyorlar. Yapay zekâ teknolojileri de askeri teknolojinin gelişmesi içinde, “savunma-haberleşme-şifreleme”, “Savaşta Devrim” tartışmalarında geleceği belirleyecek etken olarak öne çıkıyor.
Yapay zekâ ile “kâr makinesi” arasındaki simbiyoz ilişki kırılmadan yapay zekânın getirdiği tehlikeleri önlemek olanaksız görünüyor.[20]
* * * * *
Psikoloji profesörü Joe Árvai’nın, “Yapay zekâ, insanları daha da az disiplinli ve daha az becerikli hâle getirmekten sadece bir tık uzakta”;[21] ya da Orhan Bursalı’nın, “İnsan daha zekiye boyun mu eğecek,”[22] türünden spekülasyonlarını bir kenara bırakarak; Albert Einstein’ın, “Maalesef bu günün gerçeği şu ki, teknolojimiz insanlığımızın önüne geçmiş bulunuyor”; veya Theodore Kaczynski’nin, “Eğer teknikçi dünya sistemi bir engelle karşılaşmadan bu tempoyla yol almaya devam ederse, her hâlde geriye sadece aşırı koşullara uyum sağlayabilen birkaç bakteri ve su yosunu dışında soluk bir taş yığını kalacak,” uyarılarına kulak vermemiz gerek.
Çünkü XVII. yüzyılda “Bilimsel Devrim” ve XVIII. yüzyılda da “Sanayi Devrimi” ile “İnsan doğanın hâkimi ve sahibidir’ anlayışının yerleşmesiyle, insan-toplum ilişkisinin mahiyeti ile doğaya yaklaşımı radikal bir değişikliğe uğruyor: Uyumun yerini kapitalizmin karakterindeki soygunculuk, asalaklık ve sömürü ilişkisi alıyor!
O hâlde teknolojiyi kapitalist soygunculuk, asalaklık, kontrol, sömürü ilişkisinden kurtarmayan “teknoloji fetişizmi”ni ciddiye al(a)mayız, almamalıyız…
Çünkü Marksizm-Leninizm olanakları gittikçe genişleyen sınıfsız-sömürüsüz-sınırsız ütopyanın geçerliliğini yitirmeyen temelidir; sosyalistler bilim ve teknikteki gelişmeleri kapitalizmin elinden alabilecek potansiyele sahiptirler. Şimdi büyük yenilginin arkasından olup biteni eleştirinin acımasız süzgecinden geçiriyor, ütopyamıza geri dönüyoruz.
Şaka bir yana ütopya sona ermişse, artık kendine bir alan bulamıyorsa, insanın kurtuluşu, kendi kendini üretmeyi başardığında yapay olmaktan çıkacak olan zekâ ile robotların insafına kalmışsa nereye gidiyoruz biz?
Ütopyalarını yitiren olup bitenleri görme, anlama daha önemlisi anlatma cesareti gösteremezler.
Ütopyalar geçmişten bugüne ve geleceğe uzanan zamanın içinde insanlığın tarihine canlı müdahaleleriyken; Herakleitos’un, “Umulmayanı ummayan onu bulamaz,”[23] sözünü aktarmakla yetinelim.[24]
24 Eylül 2024 18:17:49, Muğla.
N O T L A R
[1] Émile Zola.
[2] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Bölüm 15, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[3] André Gorz, Elveda Proletarya, çev: Hülya Tufan, Afa Yay., 1986.
[4] Ernesto Laclau-Chantal Mouffe, Radikal Demokrasi, çev: Ahmet Kardam, İletişim Yay., 2008
[5] Antonio Negri-Michael Hardt, İmparatorluk ve Çokluk, çev: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay., 2011.
[6] Karl Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev: Sevan Nişanyan, İletişim Yay., 4. baskı, 2014.
[7] Volkan Yaraşır, “Sanayi 4.0 ve Yapay Zekâ Tartışmaları Sürerken Proletaryanın Tarihsel Rolü”, Yeni Yaşam 25 Temmuz 2023, s.8.
[8] Aysun Sadıkoğlu, “Sosyal Medya ‘Özgürlük’ mü?”, Kaldıraç Dergisi, No:278, Eylül 2024, s.49-52.
[9] Ergin Yıldızoğlu, “Sosyal Medya Tuzağı”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2016, s.9.
[10] Sarp Sinan Hacır, “Elon Musk’ın Twitter Dosyaları”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2023, s.2.
[11] “Twitter’da İşler İyi Gitmiyor”, Haber Türk, 29 Nisan 2016, s.11.
[12] Ergin Yıldızoğlu, “Musk-Twitter-Sınıf Savaşları”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2022, s.11.
[13] Ayvaz Lolan, “Sosyal Medya ve Gözetim Toplumu”, Koyu Kırmızı, Yıl:1, No:2, Ekim 2015, s.11.
[14] “… ‘Büyük Birader’ Suçlu”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2018, s.11.
[15] Amin Maalouf, Uygarlıkların Batışı, çev: Ali Berktay, YKY, 2019.
[16] Ergin Yıldızoğlu, “Yapay Zekâ – Büyük Paradoks”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2024, s.9.
[17] Tolga Mırmırık, “Yapay Zekâya Nazik mi Olmalıyız?”, Birgün, 10 Mart 2024, s.19.
[18] İsmail Gökhan Bayram, “Yapay Zekâ Kimin İçin?”, Evrensel Almanak 2023, 30 Aralık 2023, s.23.
[19] Britannica, Cambridge Sözlüğü.
[20] Ergin Yıldızoğlu, “Yapay Zekâ-Büyük Paradoks 2”, Cumhuriyet, 29 Nisan 2024, s.9.
[21] Tanol Türkoğlu, Herkese Bilim Teknoloji Dergisi, No:420, 2 Mayıs 2024.
[22] Orhan Bursalı, “İyi ve Kötü Arasında: İnsan Daha Zekiye Boyun mu Eğecek”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2024, s.6.
[23] Onur Bilge Kula, Brecht, Lucacs, Bloch, Sanat ve Edebiyat, İş Bankası Kültür Yay., 2014, s.626.
[24] Güray Öz, “Ütopyanın Sonu mu?”, 23 Haziran 2024… https://www.birgun.net/makale/utopyanin-sonu-mu-539488