Aşırı üretim anarşi doğurur tespitini herkes bilir. Üretim anarşisi yeni pazarlar arar kendine ve pazar savaşları kapitalist-emperyalist devletlerin sürekli gündemindedir. Dünyanın birçok yerinde pazar savaşları lokal biçimde yapılıyor ve adım adım 3. Dünya Savaşı’na doğru sürükleniyoruz. Almanya’nın sözde demokrat lideri Scholz bile “2030 yılına kadar savaşa hazırlık” çağrısı yapıyor.
Bir yandan savaş çağrıları, bir yandan demokratik görünme çabaları birlikte olmuyor. Bir yandan göçmen düşmanlığını tetikleyen politikalar, bir yandan göçmen iş gücüne ihtiyaç var söylemleri çelişiyor. Sosyal yardımlar, işsizlik, hayat pahalılığı, uyuşturucu izni, polis yasaları, Ukrayna-Rusya savaşı, iklim ve çevre politikaları, ırkçılık, militaristleşme çabaları yaklaşık olarak yirmi yıldır Almanya’nın gündemini meşgul ediyor.
Böylesi koşullarda yapılan Thüringen ve Saksonya eyalet seçimlerinde (1 Eylül’de düzenlenen eyalet meclisi seçimlerinde) aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi’nin aldığı yüksek oy kamuoyu yoklamalarında önceden biliniyordu. Bugün için şok sonuç diye yazılması doğru değil. Beklenen bir sonuçtu ve bu sonucu yıllardır Alman burjuvazisinin faşist kanadı hazırlıyordu.
Çeşitli göçmen örgütleri yazdıkları perspektif yazılarında Almanya’da ve Avrupa ülkelerinde ırkçılığın arttığını, iç faşistleşme süreci yaşandığını belirtmelerine rağmen ciddiye alınmadılar. Eski Sosyalist Almanya bölgesinde, komünistlerden duyulan korkudan dolayı uzun yıllardır ırkçılığı geliştiriyor, ırkçı faşist partilerin bu bölgedeki faaliyetlerine izin veriliyordu. AfD’nin Thüringen’deki şefi Björn Höcke, iki defa ırkçılıktan ceza alıp mahkeme tarafından faşist olduğu onaylanmasına rağmen adaylığı engellenmedi. Almanya’nın Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde 1 Eylül’de düzenlenen eyalet meclisi seçimlerinde hükümette yer alan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ile Hür Demokrat Parti (FDP) koalisyonu büyük bir hezimet yaşadı. Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) Partisi Thüringen’de yüzde 32,8 oy alarak birinci, Saksonya’da yüzde 30,6 oyla ikinci oldu.
Irkçı-faşist parti AfD’nin doğu eyaletlerinde güç kazanmasının arkasında bir dizi sosyo-ekonomik-politik ve tarihi faktör yatmaktadır. Doğu Almanya ile Batı Almanya arasındaki ekonomik ve sosyal farklılıklar, iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana geçen otuz yılı aşkın süreye rağmen hâlâ belirgin bir şekilde hissedilmektedir. Doğu Almanya’da işsizlik oranları Batı’ya göre daha yüksektir ve yoksulluk daha yaygın bir sorundur. Özellikle sanayi ve tarımın dönüşümü sürecinde birçok Doğu Alman şehri ve kasabası ekonomik gerileme yaşamış ve bu durum, bölgede yaşayan birçok insanın ekonomik olarak daha güvencesiz bir yaşam sürmesine yol açmıştır. Bu şartlar altında, birçok kişi mevcut sistemin kendilerine yeterli ekonomik fırsatı sunmadığını düşünmekte ve bu memnuniyetsizlik duygusu AfD gibi ırkçı-faşist partilerin popülist politikalarına olan desteği artırmaktadır.
Genç kuşaklar arasında işsizlik ve geleceğe yönelik belirsizlikler, radikal ve popülist partilere olan ilgiyi daha da pekiştirmektedir. Doğu Almanya’daki gençlerin büyük bir kısmı, mevcut düzen partilerine olan güvenini kaybetmiş görünüyor. Bu güvensizliğin sebeplerinden biri, gençlerin kendilerini siyasi karar alma süreçlerinde temsil edilmediğini ve ekonomik kalkınmadan yeterince fayda sağlamadıklarını hissetmeleridir. Bunun yanı sıra, eğitim ve iş olanaklarının sınırlı olması, gençlerin büyük şehirlerden ayrılmasına ve yerel topluluklarda boşluklar oluşmasına neden olmuştur.
AfD’nin bu bağlamda sunduğu mesajlar, mevcut ekonomik sıkıntılarla başa çıkmada daha radikal çözümler öneriyor gibi görünmekte ve bu da partiyi değişim arayışında olanlar için cazip kılmaktadır. Özetle, AfD’nin doğu eyaletlerinde elde ettiği başarı, yalnızca basit bir popülist protesto hareketi değil, aynı zamanda Almanya’daki bölgesel eşitsizliklerin ve sosyo-ekonomik sorunların bir yansıması olarak, ırkçı-faşist partilerin sağ popülist söylemlerinin bir yansıması olarak da değerlendirilebilir. Bu durum, Almanya’nın gelecekteki politik dinamiklerini ve toplumsal uyumunu da önemli ölçüde şekillendirecektir.
AfD’nin özellikle Thüringen’deki başarısının arkasında, parti lideri Björn Höcke’nin aşırı ırkçı ve faşizan söylemleri büyük bir rol oynamaktadır. Höcke’nin söylemleri, yalnızca Almanya içinde değil, aynı zamanda uluslararası platformda da tepki çekmiş ve eleştirilmiştir. Thüringen’de ve Saksonya’da hükümet kurma perspektiflerinin zor bir sürece girdiği bir gerçek. Hristiyan Birlik Partisi CDU seçim öncesinde Sol Parti (Die Linke) ve Sarah Wagenknecht İttifakı (BSW) ile hiçbir koşul altında hükümet kurmayacaklarını belirtmişlerdi. Dolayısıyla hükümet kurma sürecinin nasıl ilerleyeceği ve olası koalisyonların nasıl şekilleneceği önümüzdeki haftalarda belli olacaktır. Bu seçimlerin sonuçları, Almanya’daki mevcut siyasi güç dengelerini de etkilemiştir. Sol Parti’nin (Die Linke) seçimler öncesinde yaşadığı iç bölünme, parti içinde farklı ideolojik grupların varlığını ve bu gruplar arasındaki çatışmayı ortaya koydu. Sarah Wagenknecht’in liderliğinde kurulan yeni seçim ittifakı BSW, bu bağlamda dikkat çekici bir şekilde oy alarak Sol Parti’nin geleneksel tabanında bir değişime işaret etti. Wagenknecht’in liderliğindeki ittifakın kazandığı bu oy oranı, Sol Parti’nin solun birleşik bir sesi olmaktan çıkıp daha bölünmüş ve parçalı bir yapıya evrildiğini göstermektedir. Bu durum, sol siyasetin Almanya’da nasıl bir yol izleyeceği konusunda önemli soru işaretleri doğurmuştur. Sol Parti açıklamalarında BSW’yi sağ kanat olarak değerlendirmektedir.
Sosyalist Partilerden Almanya Marksist Leninist Partisi (MLPD), Thüringen’de yoğun bir seçim çalışması yürüttü. AfD’nin mitingleri kadar kitlesel miting yaptı fakat bu emek-çaba, oylarını kısmen artırsada, sandığa yeterince yansımadı. Eyalet seçimlerinin bir diğer önemli boyutu ise Almanya’da artan göçmen ve mülteci karşıtlığıdır. Son dönemde göçmenlere ve mültecilere yönelik düşmanlık, Almanya’da toplumsal ve siyasi bir gerilim kaynağı haline gelmiştir. Geçtiğimiz hafta Solingen kentinde bir Suriyeli İslamcının, belediye tarafından düzenlenen ‘Dayanışma Festivali’ne düzenlediği bıçaklı saldırıda üç kişinin hayatını kaybetmesi ve sekiz kişinin ağır yaralanması, bu gerilimi daha da tırmandırmıştır. Bu tür olaylar, ırkçı ve sağ popülist hareketlerin güçlenmesine ivme kazandırmış ve AfD gibi partilerin seçimlerdeki başarısını pekiştirmiştir.
Bu bağlamda, Thüringen ve Saksonya eyalet seçimlerinin sonuçları, yalnızca yerel düzeyde değil, aynı zamanda gelecek yıl gerçekleşecek federal seçimler üzerinde de önemli bir etkiye sahip olacaktır. Seçimlerin göçmen karşıtı ve ırkçı politikaların gölgesinde gerçekleşmesi, bu konuların Almanya’nın siyasi gündeminde ne kadar önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir. Diğer taraftan Sosyal Demokrat, Yeşiller Partisi ve Liberal Demokrat Parti’nin oluşturduğu hükümet hızlı biçimde mültecilere dönük politikasında sert önlemler almaya ve bazı mülteci gruplarını sınır dışı etmeye başlamıştır.
Sonuç olarak, Thüringen ve Saksonya eyalet seçimleri, Almanya’da siyasi güç dengelerinin değiştiği, ırkçı faşist partilerin ve sağ popülist partilerin yükselişte olduğu bir dönemi işaret ediyor. Bu yükselen faşizme karşı demokratik, sosyalist ve ilerici tüm güçlerin birlikte mücadele