LGBTİ+’ların insanca yaşamanın ve var olmanın “onurunu” kutladığı bu ay tüm dünyada bir dizi görünürlük ve savunuculuk etkinlikleriyle kutlanıyor. Aslında onur gibi muhafazakar bir kavramı dönüştüren LGBTİ+’lar yıllardır eşit yurttaşlık haklarına erişme, devlet tarafından tanınma, ayrımcılığa maruz kalmama ve en önemlisi de varoluşlarının meşruiyetini tartışmaya açanlara karşı bir mücadele örüyor.
2024’e geldiğimizde kurumsal olarak Türkiye’de 30, dünyadaysa 60 yılı aşkın süredir devam eden bu mücadelenin en önemli kazanımlarından biri ise Onur Yürüyüşleri!
Toplumsal muhalefet için her zaman bir hafıza mekanı olan İstiklal ve Taksim, LGBTİ+ hareketi için de 1987 yılındaki Gezi Parkı açlık grevinden Ülker-Abanoz-Bayram sokaklarına, kültür merkezleri ve dernek ofislerinden gece kulübü ve barlara kadar bir semtin bütün hikayesine işlenmiş bir LGBTİ+ varlığıyla hala önemini korumaktadır.
Türkiye’de ilk denemesi 1993 yılında bir grup LGBTİ+ aktivistin İstiklal Caddesine çıkma girişimiyle başlayıp yasaklanan Onur Yürüyüşleri de 2003 yılında saldırı ve yasaklama olmadan ilk kez yine İstiklal Caddesinde başladı. Bu başarı ancak ve ancak LGBTİ+ hareketinin ısrarıyla mümkün oldu.
Böylesine bir geçmişle İstiklal ’de başlayan ilk yürüyüşün üstünden 21 yıl geçti. 2003-2015 yılları arasında başta İstanbul, İzmir, Ankara olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında LGBTİ+ aktivistleri ve örgütleri öncülüğünde özellikle de Onur Aylarında sayısız etkinlik ve yürüyüş gerçekleştirildi. Ara sıra karşımıza çıkan “1. Çorum LGBTİ Yürüyüşü” görselinin nasıl bir kazanım olduğunu görmemiz gerekir.
“Görülmek aynı zamanda var olduğunuzu tüm dünyaya ilan edebilmek demek”
İfade özgürlüğü salt ağzımızdan çıkan sözcüklerin özgürce ifade edilmesini kapsamaz. İfade özgürlüğünün özel bir görünümü olarak barışçıl toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkı aslında, Onur Yürüyüşü gibi sembolik günlerde kişilerin sadece varoluşlarını sahiplenmelerini, hak temelli taleplerini duyurmalarını ve en nihayetinde kurulu olan hâkim sisteme karşı eleştirilerini bütün bir topluma ulaştırmalarına imkan verir. Çünkü görülmek aynı zamanda var olduğunuzu tüm dünyaya ilan edebilmek demek.
Var olmak ise varlığınızın özüne, “onuruna” karşı yapılan saldırılara tek başına dahi bir cevap niteliğindedir. Bu aynı zamanda çok büyük bir karşılaşma anı demektir. LGBTİ+’ların derdini toplumun bütününe duyurdukları bu yürüyüşle aslında suni olarak yaratılmaya çalışan LGBTİ+ karşıtı çatışmalara karşı toplumsal barışın ve eşitlik için tanışmanın ilk adımı atılır.
Şimdi durup bu ilk karşılaşma anınızı hatırlayın. Bir LGBTİ+ olarak kendimizi keşfedişimiz sürecinde bu karşılaşma o kadar kıymetli bir yerde durur ki. Ben ilk Onur Yürüyüşümü hiç unutmuyorum.
2013’teki İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşüne, şans eseri Gezi Direnişi için orada bulunan bir liseliyken denk gelmiştim. Daha kendimi tanımak ve anlamlandırmak benim için bir hayalken o büyük kalabalıkla yürüyor olmanın verdiği güven hissini hiçbir zaman unutmadım. Yıllar içinde LGBTİ+ Onur Yürüyüşleri yasaklanmaya başladıkça ben de daha çok LGBTİ+ hakları mücadelesine entegre oldum.
2022’deki İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşünde 24 saatten fazla süre Beyoğlu’nda polis işkencesiyle gözaltına alınan LGBTİ+’lara eşlik etmeye çalışırken de kendimde bulduğum güç de ya da bir mahkeme salonunda Onur Yürüyüşüne katılmanın neden suç olamayacağını, LGBTİ+ etkinliklerinin neden yasaklanamayacağının anlatmamın ısrarı da aslında 2013’ten geldi. Biz bu sokaklarda on binleri aşan kişiyle yürümüştük çünkü.
Bugün LGBTİ+ hareketinin bitmek tükenmek bilmeyen dayanıklılığı, iktidardan gelen sistematik saldırılara rağmen hala mücadelesine devam etmesinin temelinin de burada olduğunu düşünüyorum.
“2015’te başlayan yasaklar yürüyüşlerle sınırlı kalmadı”
Onur Yürüyüşleri hareketin kitleselleşmesinde ve toplumsal muhalefette yer edinmesinde o kadar güçlü ve büyük bir araç ki iktidarın ilk saldırdığı yer de burası oldu. Çünkü ezelden beri görünürlük mücadelesi veren LGBTİ+’ların en görünür olduğu zamanları, şiddetin ve ayrımcılığın odağı haline getirmenin mücadeleyi yıldıracağı, LGBTİ+’ları suçlulaştırarak örgütlenmenin ve eşit hakları talep iradesinin önüne geçilebileceği düşünülür.
Nitekim Türkiye’nin 7 Haziran 2015’ten beri içine girdiği anti-demokratik tek adam rejimi tüm kurumlarıyla sadece LGBTİ+’ların değil toplumsal muhalefetin tüm parçalarının özellikle de barışçıl toplanma ve gösteri yürüyüşü hakkına saldırıyor.
Galatasaray Meydanı’nın Cumartesi Anneleri/İnsanlarına kapatılması, Van’da yıllardır devam eden gösteri yasakları, 2024 1 Mayıs’ında AYM kararına rağmen Taksim Meydanı’nın işçi ve emekçilere kapatılması ve hatta bitmeyen bir operasyon dalgasıyla her gün onlarca kişinin hukuka aykırı gözaltı ve tutuklamalar karşılaşması bunlardan bazıları.
2015’te başlayan bu yasaklar tabii ki yürüyüşlerle sınırlı kalmadı. Öyle ki LGBTİ+’ların denize girmesi, piknik yapması, çay içmesi, spor yapması, uzun süreli oturması, saçını kesmesi gibi aklınıza gelebilecek her türlü etkinliğe sırf LGBTİ+ Onur Haftaları kapsamında düzenlendikleri için, LGBTİ+’lara görünürlük sağlayacakları için yasaklandı.
Hukuk ne güne duruyor itiraz edebilirsiniz diye düşünenler olabilir. Yıllar içinde açılan sayısız davayla iptal edilen onlarca yasaklama kararına rağmen Türkiye idari makamları hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü konusunda “siz yapın hukuk arkanızdan gelir” ilkesiyle çalıştığından, AİHM ve AYM kararları uygulanmadığından, her güne yeni bir kumpas davasıyla uyandığımızdan bir hukukçu olarak yargı özellikle de barışçıl toplanma ve örgütlenme hakkının korunması bakımından işlevsiz bir yol olmaktan öteye geçemiyor.
Tabii ki her sene bu yasaklara karşı hukuk mücadelesini yürütmeye devam ediyoruz ama bu gerçeği de görmezden gelemeyiz.
“LGBTİ+’lar yıllardır maruz kaldıkları yasaklamalar sonrası haklı bir hukuki-cezai yaptırım endişesiyle temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz duruma getiriliyor”
İçinde bulunduğumuz bu Onur Ayında da örneğin ODTÜ LGBTİQAA+ Dayanışması, kıvrak bir zekayla 2024 yürüyüşünü herhangi bir polis saldırısı olmadan ama hakkı da aslında özünü kullanamayarak yapabilmiş oldu.
Bunu bir kazanım olarak görmekle birlikte hukuken hala barışçıl toplanma ve ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğinden söz edebiliriz çünkü aktivistler kampüs içinde eylemin saatini erkene almak zorunda kalarak ve polis müdahalesi gerçekleşmeden hızlıca açıklamalarını okuyup dağıldılar. AİHM’nin kararlarında sıkça bahsettiği demokratik toplum düzeni üzerinden “caydırıcı etki” kavramı işte tam da bu.
LGBTİ+’lar yıllardır maruz kaldıkları yasaklamalar sonrası haklı bir hukuki-cezai yaptırım endişesiyle temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz duruma getiriliyor. Ama yine de günün sonunda o bayrak kampüste dalgalanmaya, LGBTİ+’lar da var olmaya devam ediyorlar.
Kapatırken şuna değinmek gerekir: LGBTİ+ hakları için eşit yurttaşlık ve insan onuruna yaraşır bir yaşam mücadelesi hiçbir zaman bitmeyecek. Bugün, LGBTİ+ haklarının görece korunduğu ülkelerde dahi yükselen toplumsal cinsiyet ve haklar karşıtı aşırı sağ hareketlerin çabalarıyla saldırılar, baskılar bitmiyor, aksine büyüyor. Baskılar büyüdükçe LGBTİ+’lar direnmenin yeni yollarını buluyor.
Geçen sene İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası, hedef şaşırtarak Nişantaşı’nda bayrakları dalgalandırdı, Ankara Onur Haftası her sene Cinnah Yokuşu’na pankartını asmaya devam ediyor, İstanbul Trans Onur Haftası 6 yıllık bir aradan sonra geçen sene tekrar örgütlendi, Mersin Onur Haftası kıvrak zekasıyla iki kez yürüdü, Antep Onur Haftası nefret söyleminde bulunan eski Vali için Anayasa Mahkemesine başvurdu.
Bütün engellemelere, yasaklamalara rağmen LGBTİ+’lar ifade özgürlüğünü kullanmaktan vazgeçmiyor.
Barışçıl toplanma ve ifade özgürlüğünün Türkiye’de varlığından söz edilebilmesinin mümkün olmadığı bir zamanda dahi Onur Ayı boyunca sokakları ve meydanları doldurma iradesi gösterecek bütün lubunyaların iradesi ve cesareti karşısında duran her iktidar zaten yenilmiş sayılır. Zaten “Her Yürüyüşümüz Onur Yürüyüşü!”
Onur Ayımız kutlu olsun!
(Kaynak:https://kaosgl.org. 18 Haziran 2024)