“Toplum, insanlardan beklediği erdemlerden hiçbirine uyma gereği duymaz.” (Balzac, Mutlak Peşinde)
İstanbul Başakşehir’de yılbaşı gecesi, Eros isimli kediyi dakikalarca tekmeleyerek katleden ve 1 yıl 3 ay hapis cezası üst mahkemece bozulan İbrahim Keloğlan, 14 Mart’ta Küçükçekmece Adliyesi 16. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yine hakim karşısına çıktı.
Duruşma savcısı, avukat beyanlarının ardından açıkladığı mütaalasında, sanık Keloğlan’ın canavarca hisle eziyet çektirerek kediyi öldürdüğü gerekçesiyle alt hadden ayrılarak, üst hadde yakın hapis cezasıyla cezalandırılmasını ve tutuklanmasını talep etti. Mütalaaya karşı savunma yapan tutuksuz sanık Keloğlan, “Baktığım bir kedi var. Bunların hepsi mevcut delillerle sabittir. Ben zaten hayvansever biriyim” dedi.
Aranın ardından kararını açıklayan mahkeme, sanığa “kasten hayvan öldürmek” suçundan cezanın üst sınırının 4 yıl olmasına karşın 3 yıl hapis cezası verdi. İyi hal indirimi uygulayan mahkeme, sanığı 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırdı ve yurt dışına çıkış yasağı koydu. Keloğlan, aldığı bu “ceza”ya göre tutuklu olarak geçireceği bir gün bile yok. Buna rağmen Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un verilen bu cezanın Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında bugüne kadarki verilen en yüksek ceza olduğunu belirtmesi meselenin neresinde olduğumuzu göstermesi bakımından önemlidir.
Devletin konu hayvanlar olunca tıpkı diğer sorunlara yaklaşımında olduğu gibi bir tavır takınması hiçbirimizi şaşırtmadı. Şehirleşmenin ve “modern” insan yaşamının bugünkü durumu, birlikte yaşadığımız hayvanlar için çoğu yaşamsal olan yüzlerce farklı sorunu da beraberinde getirdi. Buna rağmen sorun hayvanlarda aranıyor ve meselenin çözümü için sadece uyutmak, sonrası düşünülmeksizin kaçırıp ücra dağ başlarına salmak ve hayvan refahını gözetmeyen gözlerden ırak hayvan barınaklarında yaşamlarının her anının eziyete dönüştürülmesi akıllara geliyor. Şehirleşmeyle gelen kedi popülasyonundaki kaçınılmaz artış kedilerin böcek, kelebek gibi türlerden her yıl milyarlarcasını avlamasıyla sonuçlanıyor ve kedi ve köpeklerden on binlercesinin de yaşamı sokak ortalarında insan kaynaklı nedenlerle vahşice sona eriyor. Bir yanda bunlar yaşanırken, içinde bulunduğumuz sistem, hayvan yaşamını bile sermayeye dönüştürüyor. Türk devleti, hayvanların başlarına neler geldiğiyle hiç de ilgilenmiyor çünkü bütün sermaye devletleri gibi o da işin getirdiği kârla ilgilenmektedir. Hayvanların ilaçları, barınmaları, yiyecekleri için her yıl milyarlarca liralık bir sermaye harekete geçmeli ve devlet bu sermayeyi kendi yandaşlarına, kendi şirketlerine çekmeyle meşgul, gerisi onun sorunu değil.
En fazla devlet arada bir, sivrilmiş birkaç suçluyu öne atarak kendi sömürü sistemleriyle bozdukları toplum vicdanını temize çeker gibi yapıyor. Nasıl ki iş cinayetlerinde ya da yıkılan binalardan numunelik birer kişi alınıp onlar suçlu ilan ediliyor ve arka plandaki binlerce sorumlu korunuyorsa hayvanların katledilmesinde de suç, tek tek bireylere indirgeniyor. Elbetteki katil İbrahim Keloğlan suçludur ancak onun suçlu olması binlerce başka suçluyu masum kılmaz. Bazı olaylar ve olayların yaşanma biçimi, insanların duygularını patlama noktasına getirebiliyor ve bu duygular toplumsal bir öfkeyi harekete geçiriyor. Hatırlayalım, Özgecan’ın katledilmesi sonrasında da binlerce insan sokağa dökülmüştü ama bu sokağa dökülenler arasında yüzlerce erkek yok muydu kadınlara yönelik suç işleyen veya kendi suçunu daha büyük bir suçun arkasına gizleyerek temizlemek isteyen?
Şimdi Eros’un katledilmesi sonrasında toplumsal vicdan diye harekete geçen şeyin böylesi bir “temizleme” işlevi de yok mu?
İbrahim Keloğlan “Hakkımda söylendiği gibi ben suçlu birisi değilim”
dedi. Elbette bu savunma doğru değil, o tam da anladığımız gibi biri yani bir suçlu, bir katil. Ama meselenin başka bir boyutu daha var ki, kim bir hayvanın etini yerken kendisini suçlu hissediyor? Daha geçenlerde ünlü gurme Vedat Milor, tavşan göğsünün nasıl pişirilip yenileceğini anlatıyordu. Konuyu sıkıştırılmak istendiğimiz bildik dar kalıplarından ve ekranlardan bizim için çizilen makul çerçevelerinden çıkardığımız zaman bu tartışılabilir olur. Nasıl ve ne için yapıldığından bağımsız olarak katliam katliamdır. Hangimiz IŞİD’in ABD emperyalizminden daha barbar olduğunu söyleyebilir, hangimiz Roboski’de Kürt köylülerini savaş uçağıyla bombalayan ve bugün hala Rojava’ya SİHA’larla bombalar yağdıran Türk Devleti’nin, Filistinlilerin üzerine kurşun yağdıran Siyonist İsrail Devleti’nden daha az zalim olduğunu iddia edebilir. Elbette aralarında farklar vardır ancak bu farklar üzerine tartışmayı bile hak etmez. Suçun işlenme biçimi, eylemi icra edenin bu yolla vermek istediği mesajı daha net iletmek için kullandığı bir yöntemdir, o kadar.
Hayvanlar bizimle eşit yaşayan ya da en azından doğada eşit yaşamamız gereken canlılar olarak değil de mülk olarak görüldüğü zaman ve bu da içinde bulunduğumuz üretim ilişkileriyle birlikte özel mülkiyetle ezen ezilen ilişkisine dönüştürüldüğü zaman hayvanlara yapılan her şey normalleşiyor ve suçlar Eros davasında olduğu gibi suç olmaktan çıkıyor.
Hayvanlarla olan ilişkimizi mülk edinme ve ezen-ezilen ilişkisi üzerinden gördüğümüzde hayvanlarla olan ilişkilerimiz diğer bütün ezen ezilen ilişkilerini daha iyi anlamamıza da fırsat sunmaktadır, ezen ve ezilen ulus arasındaki ilişki, ezen ve ezilen cins arasındaki ilişkilerde olduğu gibi…
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” ile “hayvanlar zaten bizim için yaratıldı” mantığı arasında ciddi bir tutarlılık ve aynı merkezden doğma bulunmuyor mu? Ya da bir hayvanın sütünü, yumurtasını almak için küçücük alanlara hapsetme ile “kadının yeri evidir” veya “kadının en büyük kariyeri anneliktir” arasında ne fark bulunur?
Kadın ona biçilen bu rollerden çıktığı anda, ait olmaktan çıktığı anda -çoğu zaman bu karşı koyuş bile olmadan- ona karşı işlenen suçlar cezasız kalmıyor mu? Hangi Kürt çocuğu öldürüldüğü için bir asker, polis cezalandırıldı? Bugüne kadar neredeyse hiç! Bu gerçeklik ezen-ezilen ilişkisinin olduğu her yerde benzerdir. Aynı durum Yeryüzünün Lanetlileri’nde Fanon tarafından Fransa’nın Cezayir’e karşı yaptıkları üzerine anlatılır: “Ezenlerin yetkilileri istediği kadar araştırma soruşturma komisyonları kursun, sömürge insanının gözünde bu komisyonların varlığı da yokluğu da birdir. Gerçekten de, yakında Cezayir’de işlenen suçlar başlayalı yedi yıl olacak ve bir Cezayirlinin öldürülmesinden dolayı Fransız adaletinin önüne çıkarılmış tek bir Fransız bile yok.”
Evet, Eros’un vahşice katledilmesine karşı çıkalım ama karşı koyuşumuzu daha tutarlı ve daha işe yarar noktaya getirmek zorundayız. Gucci’nin deri ihtiyacını karşılamak için piton üretim şirketleri her gün binlerce pitonu, kafasını çekiçle ezerek öldürüyor. Fransız moda devi Hermès her gün eziyet dolu bir yaşam süren yüzlerce timsahın vahşice öldürülmesinden sorumlu. Yemek için üretilen hamamböcekleri kıkırdaklarındaki kas dokularının gelişimini engellemek için hareketsiz bırakılıyor ve kibrit kutusu büyüklüğündeki bir yerde besleniyor. Kafeslerdeki tavuklar, yumurtalarının daha kolay alınabilmesi için sadece incecik teller üzerine basarak yaşıyor. Naifce söylenmiş “yumurtanızı nasıl arzu edersiniz?”in arkasındaki gerçeklik bu. Bu hayvanlar Eros kadar masum.
Bu işkence havzalarının hiçbiri ezen ezilen ilişkisi sürdüğü sürece ezen için hiçbir suç teşkil etmeyecektir, ezenlere göre tüm bunlar yaradılışımızın doğal sonucudur, ezilenlere ise “böyle gelmiş böyle gider” dedirtilerek sisteme devam edilmek isteniyor.
Ezenlerin bilincimizi bulandıran düşünce sistematiğini devrimci bir düşünceyle değiştirebildiğimizde hak savunmanın tek yolunun da buradan geçtiği gerçeğiyle hayvan hakkı savunucusu da olmak zorundayız. Eğer bir yerlerde hayvanların öldürülmesinden sorumlu olurken diğer bir yanda tutarsızca öldürülen hayvanlara üzülmek istemiyorsak bireysel olarak da davranışlarımızın sorumluluğunu almamız gerektiğini bilmeliyiz. Fakat sadece hayvan hakkı savunuyor olmak sorunun kapsamı, boyutu, kökeni hesaba katılınca ne derece işlevsiz olduğu da bilinmelidir. Sorun gayet Marksist bir nitelikte ezen-ezilen ve sömürü ilişkisine dayanan bu sisteminin tüm dayanaklarını yıkma ve özgür bir dünya yaratma sorunudur.