Yunanistan-Kıbrıs-Mısır-İsrail
ABD Hizmetindeki Tehlikeli Aksın Kurulma Çabaları
Geçen hafta BM genel görüşmeleri çerçevesinde pek çok ve kritik görüşme yapıldı. Bir yanda Erdoğan’ın BM kürsüsünde Mısır’da El Sisi hükümetinin meşruluğunun olmadığı ifadeleri ve diğer tarafta ise El Sisi’nin Türkiye’nin terörü desteklediği ve Orta Doğu’da kaosa neden olduğu açıklamaları komşusu olduğumuz Güney Doğu Akdeniz’de oluşan durumu çarpıcı bir biçimde ortaya koymakta.
BM arenasında, ABD destekli askeri Mısır rejimi ile Erdoğan Türkiye’si arasında yaşanan sert çatışma, ABD’nin Orta Doğu’ya yeni tarz müdahalesinin sadece Irak ve Suriye ile sınırlı olmayan bir patlamaya hazır ortamın olduğunu göstermektedir. ABD-NATO’nun bölgede yeni devlet biçimleri oluşturma veya farklı kontrol araçları yaratma çabaları sürecin bam teline dokunurken; bu politika bölgesel yayılma hesapları olan İran, Türkiye, S. Arabistan ve de Mısır gibi ülkelerin ya arzularını pekiştirecektir ya da tırpanlayacaktır. Komşu ülkeler arasında ki bir dizi ilişkinin ve dengenin oluşmasında ve yeniden düzenlenmesinde belirleyici rolü emperyalist müdahalelerde ki gelişmeler oynayacaktır. Ki bu dahi objektif olarak kağıt üstünde olan bir plandır. Burada belirleyici olan Batı ittifakının oluşumudur. Bu ise zaten emperyalistler arası çelişkinin temel meselelerinden biri olan Ukrayna’da ve ABD’nin saldırganlığında denenmektedir. Bu sınanma sözde İslam Devleti’ne karşı çatışmalarda ve bölgenin yeniden yeniden dizaynında yaşanmaya devam edecektir.
Obama politikası “solcu” analistler tarafından dahi barışçıl bulunarak övüldü ancak öngörülemeyecek halkların katliamıyla politikanın gerçek yüzü de ortaya çıkacaktır. ABD Orta Doğu’da her ne kadar tehlikeli ve makyevelist politikaları gerçekleştirmeye çalışsa da Bush döneminden sonra Irak’ın kızgın çöllerinde yoğurdu üfleyerek yemeye devam ediyor. Bir dizi arzuların harekete geçirilmesi ve uzun süreli savaşın aracılar üzerinden gerçekleştirilmesi ABD’nin temel politikasını oluşturmaktadır. Fakat bu politika ilk adımdan itibaren sorunlarla karşılaşılmakta ve havadan müdahaleler yeterli olmamaktadır. Hedeflenen hali hazırda ifade edildiği üzere müdahale koşulunda ülkemizde peşmergelerin silahlandırılmasıyla çatışmada yer almadır. Bu adımla ülkemizin kaynayan kazan olan Orta Doğu’ya müdahil olması somutlanmaktadır ve zaten halkların katili ABD-NATO güçleri için yol geçen hanı olan Girit’te ki Amerikan üssünün kullanılmasının önü açılmaktadır.
ABD Savunma Bakanı Jonh Mac Hıou’nun Atina’da Başbakan Samaras ile görüşmesinden sonra “Vima” gazetesinin sorusuna verdiği yanıt oldukça çarpıcıdır: “İlk mesajım genel olarak söylemediğimiz bir şey; teşekkür ediyoruz. Yunanistan’ın böylesi zor bir dönemde NATO’ya Suda-Girit üssünü sunarak verdiği katkı çok değerlidir. Bunu görüyor ve derinden takdir ediyoruz. Başbakan ve diğer görüştüklerimizle, askeri tatbikatlarla işbirliğinin geliştirilmesi ve karşılıklı askeri eğitim çalışmalarının yaygınlaştırılması noktasında ortak kararlara vardık. Uzun yıllar sonra çok zor bir dönemden geçiyoruz ve müttefiklerin ön plana çıktıkları görülmektedir.”
ABD temsilcileri, bunca yıldır her türlü katliamcı planlama ve saldırganlıkta yer alan, aynı politik hatta sahip bir ülkenin (Yunanistan çn.) politik temsilcilerinden neden memnun olmasınlar ki? Binlerce Mısırlı göstericiyi katlettikten sonra iktidara gelen ABD destekli El Sisi’yi ilk kutlayanlardan biri de Elefteros Venizelos’tur. (Yunanistan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı). Siyonist barbarlığın Gazze Şeridi’nde bu yazda devam etmesine rağmen Yunanistan ile İsrail arasında ki askeri tatbikat ve ittifak gelişerek devam etmektedir.
“Katimerini” gazetesi yazarlarından Athanasios Ellis, 30/9 tarihli makalesinde, ulusal çıkarlar çerçevesinde şunları yazmaktaydı; “Türkiye-Mısır arasında ki ilişkilerin bu kadar gergin olduğu bir dönemde Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin (Kıbrıs Rum kesimi çn.) yeni Mısır hükümetinin desteklemek için bir çok haklı nedeni bulunmaktadır.” Devamında ise, “ABD tarafından faydalı görülen Yunanistan-Kıbrıs-Mısır arasında ki işbirliği bölge istikrarına katkı sağlayacağı gibi İsrail ile gelecek için işbirliğinde de perspektifler sunmaktadır. Geçen yıl ki BM genel görüşmelerin de üç ülkenin Dışişleri Bakanları arasında başlayan işbirliği, sorumluluk ve devamlılık bakımından çok önemli sorunlarla ilgili bugüne kadar ki Yunanistan politikalarından ayrışmaktadır” diye yazmaktadır.
Yunanistan-Kıbrıs-Mısır Dışişleri Bakanları toplantısından sonra yapılan basın açıklamasında, Akdeniz’de ki ortak ekonomik sahanın kullanımı, buralarda ki yer altı zenginliklerinden faydalanma ve İslam karşıtı cephe zemininde ortak savunma konularında da hareket edilmesi kararları ifade edildi. Bu üçlü, Yunanistan-Kıbrıs ve de İsrail ittifakları ile Türkiye üzerinde baskı uygulayarak ABD çıkarları çerçevesinde konumlanması sağlanmaya çalışılmaktadır. Kürt meselesi Türkiye’nin varlığını tehdit ettiği durumda, ABD çok yönlü uyguladığı baskıyla Türkiye’nin “İslamcı katillere” karşı oluşturulan batı ittifakı içinde yer alması sağlanmaya çalışılırken; Erdoğan’ın söylemde dahi olsa bu politikayla uyumlu olması için baskı uygulanmaktadır.
Paralel bir biçimde İngilizlerin bombardımanlarında Kıbrıs’ta ki Akrotiri üssü kullanırken, ABD cephesinde ise Kıbrıs sorunun çözümü için hamleler yoğunlaştırılmaktadır. Bu çerçevede, BM Genel Kurulu kapsamında Kıbrıs Dışişleri Bakanı Anastasiadis’in Beiden ve Keryy ile yaptığı görüşmelerde Kıbrıs sorunu dışında, Kıbrıs’ta ki yer altı zenginliklerinin değerlendirilmesi ele alınan konulardandı. Erdoğan, işgal altında ki topraklarda (Kıbrıs Türk Kesimi çn.) yaptığı açıklamaların neden olduğu gerginliğin ardından BM Genel Kurulunda çözüm yanlısı tutum sergilerken, Kıbrıs’ta ki enerji kaynakları ile ilgili Türkiye’nin beklentilerini de gizlemedi.
Herkes çok iyi biliyor ki, Kıbrıs sorunun çözümü tartışmaları ABD girişimiyle olmaktadır. ABD Kıbrıslı Rumların ve Türklerin aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan önderliklerinin yanılsamalarını, iştahlarını ve aptalca ihtiraslarını kullanarak, ada da ki ayağını güçlendirmeye çalışmaktadır. Erdoğan Türkiyesi o kadar sıkışmışlığa rağmen her türlü riski göze alarak bölgesel rol kapmaya çalışmaktadır. İslam dünyasında ki güçlü bir batılı ve ılımlı NATO ülkesi olarak kendi topraklarından Azerbaycan, İran, Irak ve İsrail doğal gazını geçireceğini hesaplamaktadır.
Erdoğan, Avrupa’nın enerji ihtiyacının Rus kaynaklarından bağımsız şekilde karşılanmasının, ABD stratejisi ile bağlantılı olarak ne kadar önemli olduğunu kavramaktadır. Keza ABD’nin stratejik çıkarları için kendini uçurum aşağı atmak gerektiğini biliyor ve gerektiği taktirde buna tekrar girişecektir. Ki emperyalist planlar içinde Kürt toprakları sorunu da ortaya konmaktadır. Türkiye, emperyalistler arası dalaş içinde, tüm riskleri göze alarak uyanıklıkla, taklalar atarak halkların ve ülkelerin kıyım sarmalına rağmen yer kapmaya uğraşmaktadır. Diğer taraftan bölgenin çoban köpeği rolünde ki İsrail ise, işbirliği için Erdoğan’ın koşullarını kabul etmemektedir. Başka taraftan ise, ABD destekli askeri Sisi yönetimi her ne kadar baskı mekanizmalarını kullansa da iktidarının varlığı konusunda endişelidir ve Türkiye’nin zorlamalarını kabullenememektedir. Emperyalist politikaların uşağı olan Samaras-Venizelos-Anastasiadis gibi Yunanistan ve Kıbrıs burjuva sınıflar ise, çok yönlü dış politika içinde korkuları ile birlikte bu politikaların hizmetkarlığını yapmaktadırlar.
Emperyalizm ve ülke sermaye sınıfları halkların alın terlerini sömürdüğü sürece, ne TAP, ne Yunanistan denizlerinde ki yer altı kaynakları, nede Afrodit (Kıbrıs) doğal gaz kuyuları Yunanistan ve Kıbrıs halklarını kurtarabilir. Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye burjuva sınıfları ve bölgede ki diğer bölge egemenleri, doğaları gereği emperyalizmin teveccühü için varolmaktadırlar. Emperyalist savaşlara karşı barışın sağlanması, hakların ve yaşamın savunulması için ülkemizde ve bütün bölgede işçi sınıfı ve emek cephesi hareketinin oluşturulması kaçınılmazdır.
Bu makale yazıldığı sırada Erdoğan yaptığı açıklama ile IŞİD’e karşı oluşturulan ittifaka katıldığını açıklamıştı. Erdoğan açıklamalarında, Esad’a ve ülkesinin tehdit olarak gördüğü Kürt tehlikesine karşı harekete geçmek gerektiğini ifade ediyordu. Bunlar yazdıklarımız açısından bir şey değiştirmemekle beraber, açıklamalar artan tehlikeye işaret ederek, anti-emperyalist, savaş karşıtı halkların ortak cephesinin kurulmasının elzem olduğunu göstermektedir. Bu cephe, ülkemizde emperyalistlerin kendileri tarafından besledikleri karanlık ve katliamcı çeteleri bahane ederek yapmak istedikleri müdahale ve katliamlara hiçbir koşul ve biçimde katılmamasını talep etmelidir.
(Makale YKP (M-L)’nin merkezi yayın organı Proletariaki Simea (Proletarya Bayrağı) gazetesinin 4 Ekim 2014 tarihli sayısından çevrilmiştir.)