Emperyalizmin maşası olarak tarihin karanlık çağlarından ithal edilerek getirtilen gerici IŞİD çetelerinin Kobanê’ye yönelik vahşi saldırılarının devam ettiği şu günlerde, sürece dair temel tartışmalardan birisini de AKP hükümetinin mecliste onayladığı Suriye ve Irak’ta askeri operasyon yetkisini hükümete veren tezkere oluşturmaktadır. TC’nin dış siyasetinin ana eksenini oluşturan, emperyalist politikalara uygun şekilde bölgede hegemonya yaratma yöneliminin günceldeki en temel parçası olan tezkere, daha ilk gününden ABD’nin hoşnutluğu ile karşılanmış (bkz: ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jen Psaki’nin açıklaması) ve pazarlık masasında “uçuşa yasak bölge”, “güvenli bölge”, “tampon bölge” vb biçimlerin keza “İncirlik üssü’nün kullanımı” gibi yönelimlerin tartışmaya açılabileceğinin, konsensüs yaratmada esnek davranılacağının sinyalleri verilmiştir.
Politik keşmekeş halinin süreğenliğine ek olarak emperyalizmin sömürgeci özünü koruyacak şekilde hegemonya saldırılarının her süreçte yeni bir biçim alığı Ortadoğu açısından TC meclisinin onayladığı tezkere, kuşkusuzdur ki, misyonunu perçinleyen bir yerde durmaktadır. Ek olartak belirtilmesi gereken bir diğer yönü ise, tarihsel olarak TC devletinin Kürt halkının demokratik kazanımların karşısında konumlanma algısıyla da renk kazanmış olmasıdır.
Emperyalizmin yeni savaş konsepti…
Süreci tartışmaya bir adım geriden başlarsak eğer, ABD’nin Ortadoğu’da emperyalist yöneliminin on yılları bulan tarihi boyunca isteneni alamadığı bir gerçeklik olarak karşımıza çıkacaktır. Son süreçte Arap baharı ile de daha da sallantılı hale giren bu süreç, gelinen aşamada IŞİD ve türevi örgütlerle farklı bir konseptle devam etmektedir. IŞİD’i kendi politikaları için işlevselleştiren ABD’nin özellikle Irak’ın parçalı tablosu ve diğer yandan süren Kürt direnişi ile bölgede hantallaşan ilişkilerin de etkisiyle birlikte saldırganlık düzeyini arttıracağı ise sürecin temel yönüdür.
Bu ahval içerisinde IŞİD ile birlikte hedeflenen, emperyalistler açısından büyük oranda alınmıştır. Bölgeye askeri operasyonun gerekçeleri yaratılmış, petrol bölgelerine fiili müdahalenin önü açılmış, bölgesel direniş güçleri ile birlikte ABD karşıtı politika yürüten Şii güçler zayıflatılmıştır. Şimdi de ise IŞİD, hem Kürt petrolünün azımsanamayacak bir kısmını elinde tutan Rojava güçlerine yönlendirilmekte, hem de bölge üzerinden denetim sağlanarak kısa vadede Suriye’ye saldırı geliştirilerek İran’ın ticari bağları ise zayıflatılmak istenmektedir.
Bu ahvalden ötürüdür ki, IŞİD hedef tahtasına sözde ve gayet ciddiyetten yoksun biçimde oturtulurken, geri cepheler, lojistik kumanda merkezleri göstermelik tarzda vurulmaktadır. Bu pratiklerin de temel yönü, IŞİD’i Suriye üzerine sürmek ve buradan doğru Esad rejimi üzerinde yeniden baskı tahsis etmektir. Bu ahval, gelinen aşamada IŞİD’a biat eden Sünni-selefi grupların katılımı ile de beslenmektedir.
Türkiye direniş güçlerinden bölgeyi temizlemek istiyor…
Türkiye açısından ise bu durum birden çok çerçeve barındırmaktadır. Bir yandan Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde devreye soktuğu ancak bir türlü başarılı bir grafik çizemeyen “0 sorun” siyasetinin iflas eden yönlerinin toparlanması ve bu bölgede yeniden Amerikan politikaları çerçevesinde ‘bölgesel güç olunması’ hedeflenmektedir. Meclis onayından geçen tezkere, bu noktada işlevselleşecektir. Zira, tezkere ile birlikte TC devleti, hem bölgeye dolaylı güç yerine fiili bir destekte bulunacaktır hem de Bölgedeki cihatçı gruplarla daha doğrudan temas kurabilecek, lojistik ve eğitim desteğinde bulunabilecektir.
Ayıraca ABD’nin bölgesel hedefleri ve TC’nin ekonomik krizine de cevap olacak petrol kaynakları, inşaat sektörün sokulması vb iktisadi getiriler de savaşla beraber TC’nin masasına dökülenler arasında olacaktır.
Tüm bunları besleyen ilginç bir gösterge olarak IŞİD’e katılımlar gösterilebilir. Ortadoğu’da bir sürü cihadist grubun “halife Bağdadi’ye biadı” bilinmektedir. Zira Amerikan saldırıları da duygusal bir refleks olarak bunu geliştirmiş ve El Nusra çetelerinin Suriye’deki, geçmiş dönemdeki başarısız savaşımının anti-tezi IŞİD ile bölgeye tahsis edilmiştir.
Türkiye’nin tezkere ile birlikte hedeflerinin ana omurgasını ise bölgedeki Kürt halkının demokratik kazanımları oluşturmaktadır. Bölgede askeri güç olarak var olmayı hedefleyen TC’nin on yıllardır Kürt halkının karşısında nasıl ve ne şekillerde konumlandığı bilinmektedir.
Ülkemizdeki Kürt halkının mücadelesiyle grift bağlar taşıyan Rojava’daki devrim, TC’nin Kürt politikalarını temelden kesmekte, halkın savaşarak yarattığı kazanımlar ülkemizde de Kürt halkının mücadelesini ivmelendirmektedir. Bölgede askeri güç olarak varolmayı temel alan ve IŞİD’i doğrudan hedeflemeyen (Tezkerenin içeriği PYD ile IŞİD’i aynılaştıran, bölgedeki tüm silahlı güçleri cephede karşıt gören ifadelerle doludur) tezkerenin bu kazanımları hedefe aldığı, Ortadoğu stratejileri açısından bölgede petrol kaynakları üzerinde Kürt halkının sahipliğini engellerken halkların demokratik kazanımlarının da önünü kesmek istediği aşikardır.
Bu durumun en net göstergesi, olarak tezkerenin genel çerçevesinin incelenmesi yetecektir. Tezkere, bölgenin silahlı güçlerden arındırılması hedefi ile planlanmış ve PYD ile IŞİD aynı potada eritilerek halkın kazanımlarının karşısına, emperyalizmin uşaklığı temelinde TC’nin çıkar politikaları konumlandırılmıştır. PKK’nin tezkere çıkar ve Kobanê düşerse savaş başlar açıklamaları da bu nedenledir.
Aldığımız nefes Kobanê için…
Ülkemizde Kürt Ulusal Sorununun yüzyıllık tarihine göz atıldığında, savaşın dışımızda ya da ötemizde bir mesele olmadığı anlaşılacaktır. Halkın sınırları berhava eden direnci, Kobanê ile Ülkemizdeki Kürt halkını birleştirmiştir ve Kobanê’ye yönelik tezkere ve işgal planı ülkemizdeki Kürt halkını da vurmaktadır.
Direnişin destanlaşarak halkın evlatlarının can siperane şekilde var ettiği Kobanê direnişi, stratejik bir süreçten geçmektedir. IŞİD karanlığının üzerine aydınlığı süren YPG-PKK güçleri bedeller ile halkın demokratik kazanımlarını korurken, ülkemizde yüreği demokrasiden ve eşitlikten yana atalar ise TC’nin IŞİD’e desteğini ve Kobanê’ye yönelik saldırıları protesto etmek için sınırlara doluşmuş ve binlercesi ise sınırları parçalayarak Kobanê’ye savaşmak için geçmiştir.
TC’nin savaş konsepti halklarımızı siperde karşı karşıya getirmeyi hedeflerken, emperyalist çıkarlara karşı kahramanca süren direniş, parçalanmak istenmektedir. Bu tablo içerisinde, ülkemiz devrimci-demokrat kesimlerine düşen görev, her şekil ve biçimde direnişi büyüterek Kobanê halkı ile yan yana olmaktır.
Emperyalizmin Rojava devrimine uzanan elini koparmadan, sınırları paramparça eden halkın direnci ile bütünleşmeden, aldığımız nefesi Kobanê için harcamadan Ortadoğu’da halkların baharını inşa etmek mümkün değildir.