Depremin Yol Öyküleri 5
Sallantıda bir hayat nasıl yaşanır ve buna nasıl sabır gösterilir bilemiyor insan Hatay’da. Bugün büyük depremin üzerinden onaltı gün geçmesine rağmen halen şehir sallanmaya devam ediyor. İnsanlardaki endişeli bekleyiş sabırları son kertesine kadar zorlarken geleceğin ne göstereceği öfkeyle karışık ateş düşürüyor yüreklere. Akıl alır gibi değil yaşananlar, zaten şartlar oldukça zorlarken, umutlar da tükeniyor yönetenlerden yana.
Kimsenin güveni kalmadı neredeyse; derdinin meramını kendi sabrı ve dayanma gücünde bulan bu bölge insanı gönüllülerle birlikte güçlerinin ve imkanlarının son sınırlarını zorlarken bir nebze de olsa umudun ateşini alevlendirmeye çalışıyor. Derin bir hüzün var yüzlerde, nereye kadar sürecek ve ne zaman bitecek bu sallantılar, insanlar normal hayatlarına dönebilecek mi? Sorular o kadar çok ki; cevapları da bir o kadar zor.
Sorunlar o kadar çok ki çözebilmek kolay değil. Sadece güç yettiğince, imkânlar el verdiğince bir şeyler yapmaya çalışmak o kadar yorucu ki zorlanmamak mümkün değil. Gelecek düşüne inancını siper edenler, canla başla çalışıyor ama ne kadar yeterli orası da sorunun kilitlendiği noktayı durmadan hatırlatıyor biz asilere. Hayatın pamuk ipliğinde sallanmak, yeniden ve yeniden sallanmak insanın dayanma gücünü yıpratırken sinir sistemini de bir hayli harabediyor. İnsan doğası gereği hep güzel düşlerin koşucusudur ne var ki düşleri, hayatın gerçekleri bazen sevmez olur. Yaşanan sınav neredeyse telafisi mümkün olmayan yaralar açıyor acıyan yüreklerde. Tam bu son diyorsun ve yeniden başlıyor sallantı ve cehennemi bir telaş kaygılı bir bekleyişe bırakırken yerini, umut tekrar hatırlatıyor kendini ve gün yeniden doğuyor bulutların arasından ve ayışığı gülümsemeye devam ediyor halâ…
Depremin Yol Öyküleri 6
Hayatta bazen öyle şeyler yaşarsınız ki hiçbir kitabın satır aralarında bulamayacağınız dersler öğretir size. Deneyim kazanmanın en iyi yoludur tecrübe etmek, tabi iyi bir öğrenciyseniz. Kitaplar genellikle deneyimlerden çıkan sonuçları metodolojik yöntemlerle soyutlayarak insanlığın bilgisine sunarlar. Elbette ki tarihsel deneyimlerin, geleceği kurgulamada önemli bir rolü vardır ama olayların pratik öyküsünde rol alarak hayatı öğrenmek farklı bir perspektif katar insana.
Depremi yaşamak ile bilmek/duymak, buzlu camdan görmek arasında hem mental hem de yaşam pratiği açısından dünya kadar fark var. Buraya (Hatay) gelmeden önce elbette ki belirli duyarlılıkları hissedip bilerek geldim ama depremi yaşayınca gördüm ki başka bir şeymiş. Hele de depremler devam ederken yaşananları, insanların yardım çığlıklarını duymanın ne menem bir şey olduğunu anlayınca işin rengi bambaşka tonlara bürünüp sarmalıyor duygulardaki depreminin gerçekliğini. Hayatın zorlukları arttıkça zorda kalanların nasıl kardeşleştiğini, ortaklaşmanın insan ömrüne kattığı değerleri ve gerçeğin öteki yüzünü anlamak, müthiş bir deneyim kazandırıyor insana.
Doğayla bu kadar hoyratça uğraşan egemenin yarattığı tahribat dönüp dolaşıp yine mazlumu, yoksulu ve mağduru nasıl bir enkaza dönüştürüyor yerinde gelip görmek hatta yaşamak bir yanıyla çok üzücü ve yıpratıcı olmakla birlikte diğer yanıyla muazzam bir tecrübe kazandırıyor yaşayana. O kadar dost ediniyorsunuz ki birden kalabalık bir ailenin çocuğu, kızı, kardeşi, abisi, amcası oluyorsunuz. Etrafınız sevgi çemberi olup durmadan genişleyerek kocaman bir halkaya dönüşüyor. Bütün sihiri; belki de bu halkanın içeriğinde ve yaşadığımız öyküdeki gerçeğin dayanışma ruhunda gizlidir. Meselenin çözüm noktasının tıkandığı yer belki tam da burasıdır kimbilir?
Bu musibet bizlere çok şey öğretmeli; mutlak ve mutlak iyi bir çalışma yapılmalı. Geleceğin temellerini sağlam atmanın adımlarından biri de yaşanan felaketin ne oranda paylaşılarak ve içselleştirilerek geleceğe dönük adımlara nasıl dönüşeceğini ancak düzgün bir planlamayla becerebiliriz. Olgular çözümlenmeli halkla buluşma noktasındaki yöntemlerimiz buna göre biçim almalıdır; zamanın bize dayattığı görevleri çok açılı bir değerlendirmeyle başarabiliriz; neden olmasın, kimbilir belki de???
Depremin Yol Öyküleri 7
Günler ne çabuk tükendi bilemedim bu yoğunluğun içerisinde. Sanki yıllardır buradayım ve tanıyorum bu coğrafyanın insanlarını. Onlar da beni tanıyor sanki, birlikte yaşıyoruz bütün zorlukları, canımızdan bir parçamız birlikte yıkıntılar altında kalmış gibiyiz. Bugün buradaki son günüm ve son defa yemek yapacağım Tavla Köyü insanlarına. Gönlümün ve aklımın bir tarafını burada kalan dostlar vasıtasıyla onlara bırakacağım. Biriktirdiğim o kadar güzel anıyı yanımda götüreceğim ki saymakla bitiremem.
Cemile Ana bu anılarımın baş köşesinde oturacak hep. Cemil, Hasan, Sami, Ahmet’le birlikte hem sohbet edeceğim hem de birlikte bir şeyler taşıyacağım ve yemek dağıtacağım köyde olmasam da. Başta Güzel Kızım Zilan, Çağla, Dilan’la yemek dağıtım işini bölüşeceğim düşlerimde. Hele ki; Zilan ve Fırat’la birlikte neredeyse her günkü yemek yapma faaliyetine devam edeceğim bu köyün anılarıma düşen kuytuluklarında. Yıkıntılarda gezeceğim dost gülücüklü, dost yüzlü genç asilerle, sohbetlere dalacağım bana hayatı birkez daha sevdiren ve koyu bir çay deminde taşıyan sohbetlere. Onlarla soluduğum dayanışma havasını ciğerlerime çekip yanımda götüreceğim çıkınımda biriktirdiğim anılarımla.
İstanbul’dan, Dersim’den, İzmir’den, Ankara’dan, Erzincan’dan ve daha birçok kentten buraya dayanışma ruhu taşımaya gelmiş, iki kişilik enerjiyle çalışan gençlerin gülüşlerini ve umutlarını götüreceğim yanımda.
İnsanların korkularını, endişelerini, gelecek kaygılarını, öfkelerini ve yönetenlere güvensizliklerini taşıyacağım yanımda, bir de asla unutmayacağım yaşananları. Zor zamanları kolaya dönüştürmeye uğraştım onlarla, yokluğu paylaştım, acılarını ve öfkelerini anlamaya çalıştım; becerdim mi bilemem ama denedim en azından. Meramlarını anlamaya, dertlerini dinlemeye ve çözüm üretmeye çalıştım elimden geldiğince. Şimdi gidiyorum yüreğimin yangın tarafını burada bırakarak ve aklım burda kalarak gidiyorum. Zor ama birgün gitmek zorundaydım, onun için gidiyorum, belki tez zamanda tekrar dönmek üzere gidiyorum. Ve bir tutam gülümseme bırakıyorum yanlarına ve bir tutam hüzün; eyvallah…