Nersoy Tekstil’de sendikalı oldukları için işten atılan işçilerinin direnişi devam ediyor. Üç aya yakın süredir direnişte olan Nersoy Tekstil işçileri, sendika hakkının tanınması ve atılan işçilerin geri alınması için mücadele ediyor. Zonguldak’tan İstanbul’a taleplerini ve direnişlerinin sesini duyurmak için gelen işçilerle Selga Tekstil önünde gerçekleştirdikleri eylem sonrası röportaj gerçekleştirdik.
Ağır çalışma koşullarına, mobbinge ve işten atılmalara karşı direnen işçilerle direnişin nasıl geçtiği, fabrikada karşılaştıkları sorunlar ve sendikalaşma süreçleri üzerine konuştuk.
Öz İplik-İş Sendikası Batı Karadeniz Bölge Temsilciliği Örgütlenme Uzmanı Emrah Adıbaş ve birçok işçiyle Nersoy Tekstil’de sendikanın örgütlenme çalışmaları ve direnişin nasıl gittiği üzerine sohbet ettik.
– Çalışma ortamınızda karşılaştığınız zorluklardan bahsedebilir misiniz, sendika üyesi olmaya nasıl karar verdiniz?
“Tuvalete gitmeden de durabiliyorsunuz!”
– Ayrımcılık çok fazlaydı. Kadın erkek demeden ağır kasaları kaldırıyorduk. Bazen getiriyorlardı, bazen “gidin kendiniz alın” deniyordu. Sözlü olarak cinsel taciz vardı. Tuvalet yasakları oluyordu. Hatta bir gün tuvalete gidilmesin diye kapıları kilitlediler. Akşam da toplantı alıp, “tuvalete gitmeden de durabiliyorsunuz” diyerek dalga geçmişlerdi. Sayı çıkartma baskısı vardı. Mesela 2000 adet ürün diyelim, bunun aşağısı olduğunda ya da onların dediği bir şeyi yapılmadığı zaman ya da yapıldığı halde “sizi kapının önüne koyarım, işten çıkartırım, toplantıda kamera kayıtlarını yok ederim, tekme tokat girişsem kim kanıtlayacak?” gibi söylemlerle tehditler savruluyordu. 11 ay boyunca bunları yaşadım.
“Hiçbir şekilde zam yapmadılar!”
– Beş buçuk senedir Nersoy Tekstil’de çalışıyorum. Üç buçuk sene pakette çalıştım, bir sene de bantta. 3-5 aydan beri de şeflik verdiler. Şeflik verdiler ama dağıtımda paketleme personeli yazıyordu, şef yazmıyordu. Maaşıma 200 lira zam yapıldığında “senin maaşını 5 bin 700 lira yaptık” diyerek çok zam yapmışlar gibi övünerek anlatıyorlardı. Zaten asgari ücretle çalışıyordum, o 200 lirayı 5 seneden beri çalıştığım farkla alıyordum ama normalde zam yapmadılar, sadece “zam yaptık” dediler. Hiçbir şekilde zam yapmadılar, ben bunu o zaman da söyleyecektim ama eşimle birlikte çalıştığım için hep işten çıkarılma korkusu, baskısı vardı üzerimde. Bu haksızlıklara karşı sendikaya üye olduğum bir şekilde fabrikada duyulmaya başlandığında -birlikte çay içip, oturup kalktığım ekip arkadaşlarım vardı- “senin ekibini dağıtacağız” diyerek sürekli beni tehdit ediyorlardı. Dört kere beni kendileri odaya çağırdı. İki kere muhasebe, İki kere de büyük şef kendi odasına çağırdı. “Bu üye mi?” gibi sorularla baskı yapılıyordu. “Ben üye değilim, isterseniz kanıtlayabilirim” vb. diyordum. Buna çalışma arkadaşlarım da şahit. Ben onları da kendi isteğimle sendikadan çıkarttım, sırf işten çıkarılmasınlar diyerek tedbir amaçlı çıkarttım.
Ben çıktıktan sonra eşimi bizzat kendim sendikalı olması için ikna ettim. Yapılan haksızlıklar karşısında sendikalı olsun, hakkını arasın diye. Daha sonra yapılan haksızlıklara rağmen, onca emeğimize rağmen kadın arkadaşımla beni muhasebeye çağırdılar. Muhasebeye çağırdıklarında “yukarıdan gelen talimat doğrultusunda işinize son verdik, tek taraflı fesih işlemi yapılacaktır” denildi. Haklarımızı verdiler. Bize “eğer bu kağıdı imzalarsanız size söz veriyoruz 5 güne kadar tazminatlarınızı yatıracağız” dediler. Bunu söylerken bile bir baskı vardı. Çok ayrımcılık vardı. Kendi elemanlarını el üstünde tutuyorlardı. Mesela ben birilerinin izin talebini iletsem, surat asıp tavırlı hareketlerle konuşurken kendi tuttuğu elemanlar olduğunda bir gün değil iki gün izin verdiklerini de biliyorum. Hatta şöyle de bir örnek vereyim; Okullar açıldığında 3 kişi benden izin istemişti. Ben de üstüme giderek bizzat söyledim; “Çocukları okula başlayacakmış yarım gün izin istediler” dememle “Bugünü mü buldular?” gibi hakaretlerde bulunuldu bana.
“Covid oldum, izin alamadım!”
– Hasta olduğumuzda izin almak istesek bir ay düşünmek lazım, nasıl izin alsam, ne yapsam, ne etsem. Ben mesela covid oldum, çok kötüydüm. Hastaneye gitmek için şeften izin aldım, “o akşam mesaimiz var” dedi ama izni verdi bana. Sonra da zilin çalmasına 10 dakika kala hemen geldi ve “sen buradasın” dedi. Göndermedi beni. Gidip test yaptırdığımda pozitif çıktı zaten astım hatasıyım ve hastalığımı da biliyorlardı. İzin vermediler, beni o halde çalıştırdılar.
Mesela işe başlıyorduk, 5 dakika geçmeden yanıma geldi şef, defom çıkmış, “sen bunu göndermeye utanmıyor musun, ben utanıyorum buraya gelmeye” dedi. Zaten o baskıyla, şiddetli sözlerle akşama kadar nasıl bir performansımız olacak, nasıl bir çalışma olacak… Bunlardan kaynaklı insanlar ilaç kullanıyor, stresten sinirlerine hakim olamıyor. O hakaretlerden sonra 2-3 gün kendime gelemedim. Bunlardan kaynaklı sendikalı oldum ben. Toplantılarda “biz sizin nereden geldiğinizi biliyoruz, konuşulmuyor ama siz bokun içinden geldiniz, biz bu bölgede en iyisiyiz, buradan çıksanız dahi bir yerde iş bulamazsınız” bile dediler. Dediklerini de yaptılar yani bak şimdi biz işsiziz. Sendikalıyız diye bizi kapıya koydular.
– İşten atıldıktan sonra fabrika önünde direnişe başladınız, direniş günleriniz nasıl geçiyor?
– Direnişimiz gayet iyi, arkadaşlarla kenetlendik. Eninde sonunda kazanacağız, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa bir gün oraya gideceğiz ve yapılan haksızlıklara karşı iyi bir sonuç alınması için o tekstile gireceğiz. Kazanacağız.
– Buradan kamuoyuna direnişinizin sahiplenilmesi, sesinizin duyulması için nasıl bir çağrınız var?
– Korkmasınlar, sendikalara üye olsunlar. İşten çıkarılmaktan korkmasınlar, sendika arkalarında, her zaman destekler. Yani bugün girmezse bile mutlaka yarın sendika oraya girdiğinde onlar da sendikalı olmanın ne kadar iyi olduğunu muhakkak görecekler, elbet görecekler.
– Arkadaşlarla beraberiz, kadın dayanışması var. Aynı sorunları yaşadık, aynı sorunları paylaşıyoruz. Zor tarafları hem ev hem de sabahın erken saatlerinde soğukta orada olmamız. Ama güzel tarafı buradayız, bir ve beraberiz. İstanbul’a gelemeyeceğimizi sandılar, geldik. Sonuna kadar da gideceğiz.
“Gittiği yere kadar devam edeceğiz!”
– Örgütlenme süreciniz ve direnişinizin nasıl devam ettiğine dair neler söylemek istersiniz?
Emrah Adıbaş: Bölge olarak fabrikanın sorunlarını, çalışma koşullarının nasıl olduğunu aşağı yukarı biliyorduk. İşyerinde baskılar artınca Nersoy’daki işçiler üye olmak istediler ve bize ulaştılar. Belli bir üye sayısına ulaştıktan sonra bu durum içerde duyuldu. Arkadaşların çıkışı verildi. Ertesi gün kapı önünde direnişe geçtik. 16 Ağustos’ta direniş başlamış oldu.
O günden bugüne kadar patron işçi atmalara devam etti, hiç durmadı. 25 kişiye ulaştık. Daha sonra baktılar ki, kapının önündeki sayı çoğalıyor, işçi atmaktan vazgeçtiler. Şu an biz 25 kişi kapıda 3 aydır direnişteyiz. Fabrikanın önünde işçiler bize aşırı ilgi göstermeye başladı, konuşmalarımızı merak etmeye ve bilgilenmeye başladıktan sonra işvereni aşırı derecede rahatsız etti bu durum. Daha sonra kolluk kuvvetlerini bilgilendirerek vali, kaymakam, kolluk kuvvetleri karar çıkararak bizi yaka paça fabrikanın dışına attılar. Belli bir süre fabrika çevresine bir izin alamadık. Daha sonrasında kapıya kadar izin verdiler. 1 aydır da fabrikanın giriş kapısında direnişe devam ediyoruz. Sendikal faaliyetlerle ilgili bir tek ismini kullanmıyorlar ama her şey yasak. Bizim bu direnişi bitirmek gibi düşüncemiz yok, 25 tane arkadaşımız işe iade olana kadar direnişi devam ettireceğiz. Direniş gittiği yere kadar devam edecek.