Yaşamın her alanında kadınlar çeşitli saldırılara maruz kalmakta. Yeterince görünürlülüğü olmasa da en sık yaşanan saldırılardan biri de taciz. Peki nedir taciz?
Taciz, bireyi rahatsız etme, rahatsızlık verme olarak tanımlanırken; cinsel taciz ise; kişinin istemediği halde cinsel şoka ya da tekliflere, cinsel içerikli görsel, sözel, fiziki hareketlere maruz kalması yani en genel anlamıyla istenmeyen cinsel mağduriyeti ifade eder.
Erkek egemen toplumda kadınlar yaşamın birçok alanında, her gün, her saat sürekli ve sistemli bir biçimde tacize, özelde de cinsel tacize maruz kalmaktadır. Kadınlar evde, işyerlerinde, sokak ortasında, okulda, otobüste vs. çeşitli şekillerde maruz kaldıkları bu saldırılara karşı çoğu zaman sessiz kalırken, aynı zamanda bu durumu kabullenmekte, kabullenmeye mecbur bırakılmaktalar. Çünkü yaşadıkları ataerkil toplumda kadına yönelik cinsiyetçi bakış açısı ve toplumsal değer yapılarıyla birlikte, namus kavramının kadın bedeniyle özdeşleştirilmiş olması kadın üzerinde kurulan tüm tahakküm ve baskıyı olağanlaştırıp artırmakta ve kadına yönelik her türlü saldırıyı meşrulaştırmaktadır.
Yine toplumdaki ataerkil değer yapıları ve cinsiyetçi bakış açısı, herhangi bir taciz durumunda erkeği suçlamak yerine “dişi köpek kuyruk sallamasa, erkek köpek arkasından gitmez” gibi söylemlerle kadının hak ettiği vs. söylenerek kadını suçlamakta. Kadının “hak ettiğini” ispatlamak için tacizcinin değil kadının hayatı irdelenmeye, özel yaşamı didiklenerek taciz edilmeye “müsait olduğu”, “olumsuz” bir yaşamı olduğu ya da iftira attığı vb. söylemlere maruz bırakılır. Tacizciyi değil, mağdur olan kadın suçlu ilan edilerek üzerinde toplumsal bir baskı oluşturmaya ve toplumdan dışlanarak yalnızlaştırılmaya çalışılır. En iyi ihtimalle kadın “yanlış anlamıştır” vb. ifadelerle taciz olayının üzeri kapatılmaya çalışılır.
Oysa tüm bu erkek egemen dayanışmasına rağmen çarpıcı olan ise toplumda hemen hemen tüm kadınların tacize, cinsel taciz saldırılarına istisnasız bir biçimde maruz kalmış ya da kalıyor olmalarıdır. Tacize uğrayan kadınların psikolojisinde, duygu dünyasında yaşadıkları ile düşündüğümüzde en “basit” taciz bile büyük tahribatlara ve derin yaralara neden olur. Tacizle kadın kimliğine saldırılmakta, kişiliği parçalanıp zedelenmesi hedeflenmekte ve sağlanmaktadır.
Taciz bir saldırıdır ve suç olmasına rağmen erkek egemen sistem tarafından görünmez kılınır/kılınmaya çalışılmaktadır. Yasalarca suç olarak tanımlanmaya başlanmasının tarihi dahi oldukça yenidir. Tabii yasalarda suç olarak kabul edilmesi, pratikte uygulandığı anlamına da gelmemektedir.
Tacizin kimi ülkelerde “suç” olarak kabul edilme süreçlerine baktığımızda; ABD’de 1969 yılında Savunma Bakanlığı’nın çıkardığı “İnsan Hakları Beyanamesi”nin işyeri ortamında tacizi yasaklayan kurallar oluşturulmasına öncülük ettiğini görüyoruz. Akabinde 1983’te Kanada’da çıkarılan “Kanada İnsan Hakları Kanunu”yla işyeri ortamında cinsel taciz yasaklanmış, Birleşik Krallık’ta 1997’de “Tacizden Koruma Kanunu” ile devamında da birçok ülkede taciz suç kapsamına girmiştir.
Türkiye’de ise cinsel taciz kavramı yasalara 26 Eylül 2004’te TCK’nın 105. Maddesinde yapılan düzenleme ile sokulmuş, suç kabul edilmiştir. Ancak yasalarda “cinsel suç” olarak kabul edilmesi, uygulamada bir anlam ifade etmemektedir. Birçok Avrupa ülkesinde taciz yaşandığında kadının beyanı esas kabul edilip, aksini ispatlama yükümlülüğü erkeğe getirilirken, Türkiye’de tacizi ispatlama zorunluluğu kadına dayatılmaktadır. Yasada “tacize uğrayan kadın ancak şikayet yoluyla ceza davası açılmasını sağlayabilir” denilmektedir. Ancak pratikte ise şikayetin dahi dikkate alınmadan “kovuşturmaya yer yoktur” denilerek soruşturma açılmadığını, Amed’de Sedat Yurtdaş’ın tacizine uğrayan YDK’lı stajyer avukat örneğinde bir kez daha gördük/tanık olduk.
Yine oysa kadın toplumda karşılaşacağı önyargılara ve baskılara rağmen uğradığı taciz karşısında sessiz kalmayıp açıklayıp, suç duyurusunda bulunup hatta tacizi ispatlamış olsa dahi tacizciye verilen cezalar ya çok azdır ya da hiç verilmeyerek bir nevi tacizci cezalandırmak yerine ödüllendirilmektedir. Ve bu durumda kadına yönelik taciz suçunda caydırıcılığın olmadığı görülmektedir.
Cinsel taciz saldırılarında bizlerin esas aldığı “Kadın beyanı esastır, aksini ispatlamak erkeğin yükümlüğündedir” ilkesidir. Bu ilke kadın hareketi tarafından erkek egemen sistemde ezilen, sürekli farklı biçimlerde saldırıya maruz kalan kadına yönelik tacize, cinsel tacize karşı verilen mücadele sonucu kazanılmıştır. Ve bu ilkeye göre tacize uğrayan birey, bilfiil gerekmedikçe maruz kaldığı saldırıya karşı beyanda bulunduktan sonra gerekli süre zarfında tacizde bulunan kimse aksini ispat etmek onun yükümlülüğünde olacaktır.
Vurgulamak gerekir ki, kadınların maruz kaldıkları şiddet, cinsel taciz saldırılarına vb. sessiz kalmamaları, tüm kadınların seslerini birleştirip, birlikte mücadele etmeleri bir zorunluluktur. Elbette bu haklı mücadelede biz de yerimizi alacak, bu tarz saldırılarda, “kadın beyanı esastır” ilkesini sonuna kadar savunup uygulamasını garanti altına almaya çalışacağız. (Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishane’den bir Tutsak Partizan)