AKP, “demokratikleşme” paketi kapsamında tüm katilleri serbest bıraktı. Hepsi aramızda ”kahraman”lar gibi dolaşıyorlar. İlkin Sivas Madımakta diri diri yakanlar yapılan göstermelik yargılamadan sonra serbest kaldı ve şu anda korunuyorlar. Yine 1990/2000 yılları arasında 200’e yakın kişiyi katleden Hizbullahçılar serbest bırakıldı. Kendisinden olmayanı ”domuz bağı” yöntemi ile öldürenler olarak da kamuoyunda bilinen Hizbullahçıların serbest kalması için özel yasalar çıkarıldı. Toplum vicdanında kabul bulmayınca hepsi yurtdışına çıkarıldı.
Şimdi gizliden gizliye AKP döneminde yeniden canlandırılan, siyasallaştırılan bu gibi teşkilatlar PKK’ye karşı bir set oluşturup, AKP’ye hizmet için varlıklarını korumaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi, tutukluluk sürelerinin hiçbir koşul ve sınırlandırma getirmeksizin 5 yıla indirilmesi ile tüm Ergenekoncular da serbest kaldı. Faili meçhul cinayetlerden, köy boşaltmalardan, Kürt siyasetçilerin infazlarından ve bir dönemin tüm acılarının sorumluları ne için tutuklandı? Ne için serbest bırakıldı? AKP ile Cemaat arasındaki çekişme şiddetlenerek devam edecek gibi görünmektedir.
Devlet, bu katillere olan vefa borcunu hepsini tahliye ederek ödedi. Genelkurmay Başkanı, bütün operasyonların, katliamların emrini veren İlker Başbuğ, “ağırlaştırılmış müebbet” hapis cezasına çarptırılmıştı. JİTEM’in kurucusu, birçok faili meçhul katliamın sorumlusu emekli Albay Arif Doğan hastalığı bahane edilerek tahliye edildi. Eski Özel Hareket Daire Başkanı İbrahim Şahin, Avukat görünümlü bütün linç kampanyalarını örgütleyicisi Kemal Kerinçsiz, Hrant Dink’in öldürülme emrini veren ”büyük abi” olarak tanınan Erhan Tuncel ile her bir olayın arkasında muhakkak görülen Veli Küçük’te tahliye edilenler arasında bulunmaktadır.
Danıştay saldırısı ile suçüstü yakalanan Alparslan Arslan tahliye edildi.
Malatya’da 2007 yılında Hristiyan kitaplar yayınlayan Zirve Yayınevi’nin çalışanlarının boğazlarını keserek katledenler hakkında mahkeme karar vermedi ve katiller tahliye edildiler. Emekli Orgeneral Hurşit Tolon tarafından örgütlendiği belli olan Zirve Yayınevi katliamı göstermelik duruşmalardan sonra sona erdi ve bir tek tutuklu sanık kalmadı.
Erhan Tuncel, Veli Küçük, İlker Başbuğ cezaevlerinden çıkışta devlete olan bağlılıklarını belirterek ”devlet yat dedi, yattık-çık dedi çıktık”, ”bu bir görevdi, vatana bir nöbetim vardı, o nöbeti tuttum, bundan sonra dışarıda nöbetime devam edeceğim” demişlerdir. Her biri “ağırlaştırılmış müebbet” hapis cezası ile mahkûm olmuşken, bir anda hepsi serbest kaldı. Ermeniler olmak üzere tüm azınlık milliyetler devrimci demokrat yurtsever kesimler bu ürkütücü tablo karşısında endişe ve korku ile yaşamaya mahkûm oldular.
Böylesi bir tablo içerisinde Ayşe Kulin’in bir televizyon programında Ermeniler hakkındaki açıklamaları ülkemizin ”aydın” insanının içler acısı halini ortaya koymaktadır. Ermeni soykırımının100. yılına yaklaşılan bu süreçte, bir dönemin bütün savaş suçlularının serbest kalması, bir kez daha devlet gerekliğini ortaya koymaktadır.
“Ben Cumhuriyet Türk’üyüm!”
”Osmanlı dedemin kucağında büyüdüm” diyen Beyaz Türk hanımefendi Ayşe Kulin acaba sen rahat rahat büyürken milyonlarca insanın, çocukların nasıl öldürüldüklerini başlarına neler geldiğini hiç düşündü mü? Aile fertlerinden eniştesinin Ermeni olması, soykırımı objektif olarak, eniştesinin anlatımlarından anlaması açısından iyi olabilirdi. Ama anlamak istemedikten sonra yapılacak hiçbir şey yoktur. Kendi anlatımlarına göre ”nefes nefese” kitabında eniştesinin, babası ile amcasının nasıl götürüldüklerini anlatmaktadır. “Bir akşam ailece akşam yemeği için masa başına toplandıkları sırada jandarma eri, bir baskınla evlerine dalarak babasını ve amcasını alıp götürdüğünde çocuk yaşta olan eniştem ileriki yıllarda bana o gecenin dehşetini nakledemeyecekti” deyip, ”soykırım eğer olmuş olsaydı bugün eniştem olmayacaktı” gibi düz bir mantıkla soykırım gerçeğini gizlemeye çalışmaktadır Kulin.
Kulin’in ”Eniştemi, Ermenileri öldürmüş olsaydık, ben eniştemi hiç tanımayacaktım”, ”ben Ermenileri çok severim ama bu bir tehcir olayıdır. Savaşta yaşananlara soykırım demek zor. Yahudilerinki gibi durup dururken biz onları kesmeye başlamadık”, “doğu illerimizi işgal etmiş olan Rus askerlerine yataklık yapmalarını, Rus üniformaları giyerek bize karşı savaşmalarını önlemek için sürgüne yollayacağımıza öldürmüş olsaydık…” şeklindeki sözleri toplumun her kesiminden tepki aldı.
Resmi ideolojinin manipülasyonunda Tehcir Kararı’nın ”güvenlik ”gerekçesiyle alındığı söylenir. Savaş bölgelerinden ”Ruslara yardımların engellenmesi” gerekçe olarak gösterilse de, savaş olmayan birçok bölgede Ermeni’ler sürgün ve imha edildiler. Yüzlerce kişi Teşkilat-ı Mahsusa birliklerinin saldırılarından, açlıktan, hastalıktan ve doğa koşullarından hayatını kaybetti. Soykırımda ölenlerin büyük çoğunluğu sürgün yani tehcir yollarında öldü. Gerçekler bunlar iken, tehcir olayını, basit bir vaka, sanki insanlara bir şey olmamışçasına; sanki ölüm yolculuğu değil bir seyahatmiş, sanki tehcir soykırımdan daha makul bir olaymış gibi gösterilmesi insan ahlak ve vicdanında kabul görmez
Ermeni halkı için Der-Zor çöllerini reva gören Talat Paşa, değişik ülkelerden Osmanlı’ya sığınan muhacirler için “Bu muhacirleri dedikleri gibi oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi açlıktan ölecekti” diyerek çöl bölgelerinin insan için ne kadar elverişsiz olduğunu itiraf etmiştir. Ama aynı Talat Paşa Ermenileri Der-Zor çöllerine tereddüt etmeden sürgüne göndermiştir.”Ermenileri durup dururken kesmedik” diyen Kulin, esas sorumluların Ermeniler olduğunu ifade etmektedir.
Birinci paylaşım savaşını bir fırsat olarak gören İttihat ve Terakki, Ermeni ulusundan kurtulmak için böyle bir soykırım planını uyguladılar. Tek başına değil, savaşa beraber katıldığı Almanların da bu yöndeki onayını ve düşüncesini aldıktan sonra sinsi planlarını gerçekleştirdiler. Almanların bölgesel çıkarlarına hizmet eden İttihat ve Terakki yöneticileri, bölgeyi Ermenilerden temizlediler. Almanya Büyükelçisi Wangenheim merkeze gönderdiği raporda “Ermeni tehciri sadece askeri nedenlerle yapılmadı… ülkeyi iç düşmanlardan tamamen temizlemek içindir. Bu da Türkiye’nin müttefiki Almanya’nın çıkarınadır” dedi.
Van–Başkale Nalbantı Cevdet Bey
”Van ve Zeytun’da (Süleymaniye) Ermeniler ayaklandı, savaş koşullarında İttihat ve Terakki’den başka çözüm yolu bulamadı”, ”Ermeniler bizi arkadan vurdu” şeklinde yapılan açıklamaların yalan olduğu ortaya çıktı.
Van Valiliğine I. Dünya Savaşı arifesinde Tahsin Bey’in yerine Cevdet Bey’in Vali olarak atanması tesadüfî değildir. Aynı zamanda Enver Paşa’nın da eniştesi olan Cevdet Bey ileride yaşanacak katliam, sürgün ve cinayetlerde aktif rol alarak Osmanlı, İttihat ve Terakki politikalarının planlı olarak uygulayıcısı oldu. Savaşın bitiminde İzmir’e yerleşen Cevdet Bey, İngilizler tarafından tutuklandı. Malta’ya gönderildi. Fanatik Müslüman olarak tanınan Cevdet Bey, Van Valisi olduktan sonra Van’da durumun daha da kötüleştiği her daim söylenir. Göreve gelir gelmez ”Azerbeycan Ermeni’lerini ve Süryani’leri temizledik, sıra Van Ermenilerine geldi” diyerek, niyetini açıklamıştır. Cevdet Bey’i en iyi tanıtan Margenthau “Van Valisi Cevdet Bey’in ünü tüm Ermenistan’a yayılmıştır. Cevdet ülkenin her köşesinde ‘Başkale nalbantı’ olarak biliniyordu. Çünkü bu işkence uzmanı, Ermeni kurbanlarının ayaklarına at nalı çakarak bütün işkenceciler arasında başyapıt olan bir işkence yöntemi keşfetmiştir’” diyerek Van Ermenilerini bekleyen büyük tehlikeyi işaret etmektedir.
Cevdet Bey’in İran yenilgisinden ve Van’a döndükten sonra sinsi planlarını uygulamaya sokmak için Ermeni’lerden 4000 kişi istedi. Ermeniler bu teklifi kuşkulu bularak kabul etmediler. 40 kişi üzerinde anlaşma sağlandı. Bu kişileri Ruslara karşı savaşta siper kazma, yol işlerinde kullandılar. Güven duyulmadığı için silah verilmedi. Tüm yaşanılanlara rağmen yaklaşan savaşta Ermeniler ile Osmanlılar arasında yapılan görüşmelerde, Ermeniler Osmanlıların yanında yer alacaklarını ilan ettiler.
Savaşa girmesi için hiçbir sebep bulunmamasına rağmen İttihat ve Terakki hükümeti savaşa katıldı.
İstanbul’da toplanan Ermeni Milli Meclisi, Ermenilerin savaş sırasında Osmanlı hükümetine sadık kalacağını, askeri ihtiyaçlar da dahil olmak üzere her türlü yardıma imtina etmeden koşacağını ilan etti. Ermeni Taşnak Partisi 1914 Ağustos ayında Erzurum’da toplanan 8. Kongresine İttihat veTerakki temsilcisi Bahattin Şakir de katıldı. Taşnaklara savaşta Ruslara karşı bir isyan örgütlenmesi teklifinde bulundular. Teklif reddedildi. Taşnak Partisi, kongre sonrası yaptığı açıklamada, Rusya’daki Ermenilere vatandaşı oldukları devletlere karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri çağrısında bulundu. Sonrasında Van-Çatak’ta Cevdet Bey arasında yapılacak görüşmelere giden 3 Ermeni lider yolda öldürüldü. Van ve çevresinde bulunan köylere arama bahanesiyle baskınlar yapıldı. Erzak ve yiyecekler zorla toplanarak çevrede kıtlık yaratıldı. Cevdet Bey’in 5/8 bin kişiden oluşturduğu ”Kasap Taburu” şehirde terör estirmeye başladı. Sarıkamış yenilgisinin faturasını da
Ermenilerden çıkaran İttihat ve Terakkiciler ”Kasap Tabur”larını Ermeni’lerin üzerine göndererek “yerle bir etme” talimatı verdi. Bu sırada Ermeni toplumunun ileri gelenleri İstanbul’da tutuklanarak Ayaş ve Çankırı’ya ölüm yolculuğuna gönderildiler.
Bu katliam sırasında Kafkasya’da bulunan Ermeni gönüllü birlikleri, Rus’lar ile birlikte Van’ı ele geçirdiler. 18 Mayıs 1915 ‘de Osmanlılar geri püskürtüldü. Ankara’ya kadar geri çekilen ”Kasap Taburları” bütün Ermeni köylerini yakıp yıktılar.
Yüzlerce insanı katlettiler. Van’ı ele geçiren Rus’lar, Van valisi olarak Aram Manukyan’ı tayin ettiler.
1915’de yaşanan ve soykırım olarak tüm insanlığın kabul ettiği gerçekler yalnızca Türkiye’de kabul edilmemektedir. Resmi imha ve inkar politikaları devam etmektedir. 100. yılına az bir süre kala gündem yine Ermeni soykırımı olacak. TC bu kamburdan hiçbir zaman kurtulamayacaktır. Ahlak ve vicdan yoksunu aydınlarımız ”durup dururken kesmedik” diyerek bugün gerçekleştirilen katliamları da onaylamaktadırlar.
Bu yüzden bütün çabalarınız boşunadır, Hrant Dink’in dediği gibi “Su Çatlağını Muhakkak Bulur.”
(Bir ÖG okuru)