“ Meşale yandı, artık onu kimse söndüremeyecek. Trompetlerin sesini kimse susturamayacak. Yarince’nin, eski ve yeni tüm savaşçıların açtıkları yoldan insan yığınlarının aşağı yürüdüklerini görüyorum. Yeni bir yaşama gözlerimizi açacağımız yeryüzüne geri döndük. Yani zamanın havasını lezzetli meyvelerle dolduracağız.”
Gioca Belli’nin “Portakal Ağacında Oturan Kadın” romanı ana kahramanı Lavinia’nın yaşadıkları, çelişkileri, korkuları, aşkı ve özgürlük arayışı ışığında devrimci mücadele içinde kadının konumu üzerine çoğu zaman atladığımız ve görmezden geldiğimiz çok çarpıcı dersler veriyor.
Romanın ana kahramanı Lavinia Nikaragualı aristokrat bir ailenin iyi eğitim görmüş mimar kızı… Ailesinden ve aristokrat çevreden hiçbir zaman memnun olamayan Lavinia kendi tabiri ile diktatörlüğü reddetmiş, anne ve babasıyla yaşamak yerine halasından kalan, bahçesinde portakal ağaçları olan evde tek başına yaşamaktadır. O güne kadar tek düze ve durağan olan hayatı iyi bir firmada mimar olarak işe başlaması ile kökten değişecektir. İşe girdiği anda bile kadın olmanın zorlukları ile karşılaşan Lavinia’nın iş arkadaşlarından biri de Felipedir. Felipe ona göre esrarengiz biridir, bir türlü tanıyamadığı sürekli gizli telefon konuşmaları olan bu adam Lavinia’nın aşık olacağı ve hayatını tamamen değiştirecek kişiden başkası değildir. Çalıştığı şirkette bir alışveriş merkezinin projesini hazırlarken, ülkesi ve ait olduğu aristokrat çevre dışındaki gerçek hayat ile ilgili ilk çelişkileri oluşmaya başlar. Lavinia daha bu çelişkisi ile boğuşurken Felipe’nin bir ulusal kurtuluş savaşçısı olduğunu öğrenecektir ve asıl hikayesi burada başlayacaktır. Her ne kadar Felipe’nın ve ulusal kurtuluş savaşçılarının bambaşka bir gezegenden gelen insanlar olduğunu ve yaptıklarının bir nevi delilik olduğunu düşünse de bir zaman sonra kendisini de bu hareketin içinde bulacaktır. Fakat tüm işi yeni insanlar örgütlemek olan Felipe konu Lavinia’ya gelince sorularını önemsemeyip sürekli geçiştirir ve onu hareket için yeterli bulmaz. Lavinia’ya göre kendisi Felipenin güvenli limanından başka bir şey değildir. Felipe kendine ulusal kurtuluş hareketi dışında güvenli bir alan bırakmak ve her şey bitip eve geldiğinde ona aşkı ve yatağını sunan kadını ile huzuru eksiksiz hissettiği “güvenli limanına” sığınmak istiyordur. Lavinia’yı hareket için yeterli bulmamasının nedeni bundan başka bir şey olamaz.
“Sen benim kıyımsın. Eğer birlikte yüzebilseydik bizi hangi kıyı karşılardı ki?”. Felipe’nin sıkıştığı bir anda söylediği ve romanın aslında kilit noktası olan bu sözler Lavinia’nın kaygılarında hiç de haksız olmadığının göstergesidir. İlk çağlardan bu yana erkek, kadınını dış dünyanın bütün kötülüklerinden ve zorluklarından uzak tutmaya çalışmış, kadını ile birlikte savaşmak yerine onu korunaklı bir yerde bırakarak hayatlarının devamı için “kahramanca” savaşmış, her şey bitip savaş yaraları ile kadınının yanına döndüğünde ise ondan sadece şefkatini, aşkını ve “cesaretine” olan saygısını göstermesini istemiştir. Hiçbir zaman kadının da savaşabileceğini düşünmeyen erkek için kadın sadece erkeğin bütün kötülüklerden uzak kalıp dinlenebileceği, huzuru ve hazzı yaşayabileceği, erkeğinin korumasına muhtaç zarif ve narin bir varlıktan başkası değildir. Lavinia birçok kişi için kadının korunmaya muhtaç, yetenekleri hiçbir zaman yeterli görülmeyen ikinci cins bir varlık olduğunu bilse de devrimci mücadele içindeki bir erkeğin bu düşünceleri taşıyor olmasını bir türlü hazmedemez ve Felipe’yle gizli bir inatlaşmaya girişir. Artık savaştığı kişiler arasında Felipe’de vardır. Bu savaşı ne pahasına olursa olsun kendi korkularına rağmen kazanmalıdır ve bu konuda ona yardımcı olacak kişi de Flordur. Flor Lavinia’nın tam tersine Nikaraguanın en alt kesiminden gelen ve fahişelik yaparken Sebastianın yardımları ve desteği ile ulusal kurtuluş savaşçısı olmuş bir hemşiredir. Zamanla Flor ve Lavinia arasında kadın olmanın zorluklarının da getirdiği gerçek bir dostluk oluşur. Felipe ve diğer erkeklerin kadını her zaman yetersiz bulmaları hakkında tüm kaygılarını Flor’la paylaşırken artık Lavinia da bir ulusal kurtuluş hareketi savaşçısıdır. Fakat Felipe ta ki güvenli limanından vazgeçip artık Lavinia’nın da bir ulusal kurtuluş hareketi savaşçısı olabileceğini kabul edene kadar bu gerçeği öğrenmeyecektir. Sebastian’ın Laviniaya söylediği “… Doğru olan kadınların oğullarını birer maço olarak yetiştirdiği…” ve “Erkek ve kadınları hemen aynı noktaya getiremiyorsun; kadınlar hemen onlardan talep edilmeksizin ev işlerini üstleniveriyor. Hemen sonra erkeklerin kirli çamaşırlarını yıkamak üzere kendilerine verilmelerini istiyorlar… “ sözleri aslında sorunun erkeğin kadına bakışından ziyade kadının da kendine ve hayattaki yerine bakışından kaynaklandığının göstergesidir. Gerçekten de devrimci mücadele içinde dahi olsa mutfakla yahut toplumun kadına dayattığı işlerle ilgili bir görev olduğu zaman içgüdüsel bir şekilde bu görevi hemen üstleniriz. Belki de erkeğin kadına olan bakışının değişmesini sürekli erteleyen şey bizim bu görevleri içgüdüsel olarak üstlenişimizdir. Toplumun ve erkeğin kadına olan bakışı konusunda bizi düşünmeye sürükleyen bu roman, kadının da kendine bakışını sorgulaması gerektiğine değinerek bizi kadın sorunu ile ilgili çok yönlü düşünmeye ve kendi özeleştirimizi de yapmaya zorluyor.(Bir YDG’li)