Suriye sorununu gündemlerine alan Rusya ve ABD devletlerince örgütlenen Cenevre–2 Konferansı, gerçekleşen birçok görüşmeye rağmen hiçbir sonuç elde edilmemiştir ve edilmesi de beklenemezdi. Çünkü gündeme getirilen sorun, esas muhataplarından kopuk bir tarzda ve emperyalist emeller doğrultusunda ele alınmıştır. Bunun sonucunda, sorunun çözümünde nesnel bir adım atılmadığı gibi mevcut çelişkiler daha uç boyutlara tırmanmıştır. Daha açık bir deyimle Cenevre–2 Konferansı devam etmesine karşın, nesnel karar açısından fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
Ayrıca; Rojava sorunu Suriye’nin önemli gündemlerinden birini oluşturmasına karşın Cenevre Konferansı’nda gündem dışı tutulmuştur. Konferansı örgütleyen ABD ve Rusya; Rojava’nın kendi denetimleri dışında olması nedeniyle Rojava Kürtlerinin mücadelesini görmezden gelmiş ve konferans gündemine almamışlardır. İnisiyatifleri dışında bağımsız bir hatta olması sonucu Rojava Kürtlerine karşısında Cenevre-2 Konferansı inkarcı bir tavır sergilemiştir. Ama nesnel gerçeklik, Rojava sorununu Cenevre-2 Konferansı dışında gündeme getirmiş ve 3 bölgede kanton yönetimlerinin kurulmasıyla birlikte demokratik özerklik ilan edilmiştir. Fiyaskonun esaslı nedenlerinden birini bu nesnel durum oluşturmuştur. PYD önderliğindeki Rojava Kürtlerinin mücadelesi nesnel gerçekliğin bir parçasıdır ve varlığı yadsınamaz.
Cenevre-2 Fiyaskosu
Rusya ve ABD emperyalistleri arasında, Suriye üzerinde oluşan pazar kavgası giderek keskin bir hatta kaymıştır. Hatta olası bir yerel savaşın eşiğinden dönülmüş ve siyasi görüşmeler sonucu diplomatik bir zemine yönelmiştir. Bunun sonucu ABD ve Rusya tarafından Suriye sorununu gündeme alan Cenevre–2 Konferansı düzenlenmiştir. Suriye’nin resmi temsilcileri, muhalif kesimleri ile çeşitli ülkelerden temsilciler protokol gereği Cenevre–2 Konferansına katılmasına karşın, tartışmalar esas muhatapları olan ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları oluşturmuştur.
Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, yaptığı konuşmada görüşlerini öz itibariyle “Bizim ortak görevimiz Suriye’de yaşanan trajik çatışmaya son vermek. Bu ülkede yaşananları bölgenin diğer ülkelerine sıçramasına izin veremeyiz.” diyerek lanse etmiş ve kısaca Esad yönetimindeki mevcut statükonun devamından yana olduğunu ifade etmiştir.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise yaptığı konuşmada “Tek seçeneğin müzakereler sonucunda bir geçiş hükümeti kurulması olduğunu ve Beşar Esad’ın kurulacak geçici hükümette yer alması hiçbir şekilde söz konusu olmadığını” belirterek bir yerde kurulacak hükümetin kendi inisiyatiflerinde oluşması gerektiğini dile getirmiştir.
Konferansta Rusya ve ABD dışında Suriye hükümeti ile birlikte muhalif kesimden ÖSO ve Suriye Ulusal Koalisyonu temsil edilmiş ve onlar adına da temsilciler tarafından görüşler dile getirilmiştir. Öyle ki, Suriye Devleti adına konuşan Dışişleri Bakanı Velid el Muallim, Kerry’e “Dünyada hiç kimse Suriye liderinin meşruiyetini bitirme hakkına sahip değildir” diye yanıt vermiştir. Ayrıca TC hükümetini de suçlamış ve “Erdoğan hükümeti teröristlere destek vererek ülkemize gönderiyor. ‘Camdan bir köşkte oturuyorsanız komşunuzun camına taş atmayın’ diye bir deyim var. Bu terörün bumerang gibi kendilerini vuracağını unuttu” diyerek ağır bir şekilde suçlamıştır.
Suriye Muhalefeti adına konuşan temsilci ise “Uluslararası medya, 11 binden fazla tutuklunun işkenceye maruz kaldığını belgeledi” demiş ve ABD Dışişleri Bakanıyla aynı görüşü paylaşarak “ Beşer Esad dışında geçici hükümet” talebini getirmiştir.
TC Dışişleri Bakanı da, ABD Dışişleri Bakanının görüşlerini dile getirerek “Esad dışında hükümet oluşturulması ve Esed’in cazalandırılması gerektiğini” savunmuştur.
Görüldüğü gibi Cenevre-2’de dile getirilen görüşler; devletlerin konferans öncesi görüşleridir. Mevcut görüşler, Cenevre-2 Konferansı’nda sadece tekrarlanmış ve hiçbir somut adım atılmamıştır.
Suriye sorununun gündeme geldiği uluslararası konjonktür, dünya pazarlarının emperyalistler tarafından yeniden paylaşıldığı sürece tekabül etmektedir. Bunun sonucu ABD önderliğindeki batılı emperyalistler ile Çin ve Rus emperyalistleri birbirlerine karşı kutuplaşmaya gitmişlerdir. Bu talan kavgasının yansıdığı sıcak alanlardan birini Suriye oluşturmuştur. Suriye sorunu, emperyalist devletler arasındaki pazar dalaşının sonucu gündeme gelmiştir. Dolayısıyla Cenevre–2 Konferansı Suriye’yi kendi pazar alanlarına katmak isteyen emperyalistlerin birbirlerini yokladıkları bir konferanstan öteye de gitmemiştir/gidememiştir.
Bu nitelikten dolayı da, Suriye sorunu halkların çıkarları doğrultusunda gündeme gelmemiştir. Mevcut konjonktürde ciddi politik bir öneme de sahip olan Suriye’yi gündeme getiren emperyalist emellerdir. Dolayısıyla Cenevre-2 Konferansı birbirlerini yoklayan emperyalist kutupların Suriye sorununda çelişkileri daha uç noktalara taşıdıkları bir konferanstır. Dolayısıyla sorun çözüme kavuşmadığı gibi daha konferansın başından fiyaskoyla sonuçlanacağı okunmaktadır.
Rojava’nın Durumu
Bilindiği gibi Rojava Kürtleri PYD önderliğinde verdikleri mücadele sonucu başını ABD’nin çektiği emperyalistlerin ve TC, Suudi Arabistan, Ürdün, İsrail gibi devletlerin desteğindeki gerici güçlere karşı başarılar elde etmişlerdir. Bizzat bu güçler tarafından oluşturulan ÖSO ve dışarıdan sokulan EL-Kaide’ye bağlı El-Nusra gibi gerici örgütlerin saldırıları, PYD önderliğinde verilen mücadele sonucu geri püskürtülmüş ve onlara karşı üstünlük sağlanılmıştır.
PYD ideolojik gıdasını ulusal-reformist bir çizgiden almasına karşın mevcut konjonktürde ulusal-devrimci bir perspektifle mücadele vermiştir. PYD, mevcut koşulların sonucu ve gerici güçlerin işgal girişimine karşın devrimci bir hatta mücadele yürütmüştür. Gerici ve ilhakçı devletler tarafından oluşturulan ve kanalize edilen gerici çetelere karşı PYD önderliğinde Rojava Kürtleri tarafından haklı ve meşru bir mücadele verilmiştir. Bunun sonucu Rojava’yı işgal etmek isteyen ÖSO, El-Nusra vb. çetelere karşı Rojava’da verilen mücadele demokratik muhteva taşıyan bir mücadeledir. Bölgede çıkan iç savaşın yarattığı boşluk; yapılan saldırılara karşı tüm gerici güçlerle aktif mücadeleyi öne çıkartmıştır. Ulusal reformist çizgiden beslenen bir hareket olan PYD önderliğindeki mevcut koşullarda verilen mücadeleni, bu minvalde değerlendirilmesi gerekir.
Bunun sonucu emperyalist devletler tarafından organize edilen Cenevre–2 Konferansı’na Rojava Kürtleri ve temsilcisi PYD davet edilmemiştir. Çünkü Rojava’da verilen mücadele Cenevre–2 Konferansı’na ters düşen bir harekettir. Dolayısıyla organize edilen bu konferansın muhtevası ile Rojava Kürtlerinin mücadelesi ve hedefleri birbirine tezat teşkil etmiştir. Bundan dolayı Rojava Kürtleri emperyalistlerin denetimindeki Konferansa çağrılmamıştır.
Tüm bu gelişmelere karşın Rojava’da Demokratik Özerklik ilan edilmiştir. Özerklik; Rojava’nın 3 kantonunda resmen ilan edilerek dünya kamuoyuna duyurusu yapılmıştır. 21 Ocak’ta Cezire’de, 27 Ocak’ta Kobani’de ve 29 Ocak’ta Efrin’de ilan edilen demokratik özerklik sonucu Rojava Kürtleri Suriye’de en ileri konumlarına kavuşmuşlardır.
Rojava’da ilan edilen Demokratik Özerklik ile üç kantonun Yasama Meclisleri ilan edilmiş ve Özerk Yönetimleri seçilmiştir. Ayrıca kantonların bakanlıkları da belirlenmiştir. İlan edilen kantonların seçilen meclisleri güven oyu alarak Rojava’da yönetime başlamışlardır. Ayrıca 4 ay sonra bu üç kanton, seçime giderek kendi özerk parlamentolarını yenileyeceklerdir. Böylece Suriye Kürtleri tarihlerinde ilk kez bir yönetime kavuşmuşlardır.
Elbetteki bu yönetim; Kürt ulusal burjuvazisinin yönetimine tekabül edecektir. Çünkü Rojava’daki hareketin önderliği Kürt ulusal burjuvazisinin sınıf karakterini yansıtmaktadır. Dolayısıyla Rojava’da Demokratik Özerkliğin devam etmesi durumunda sınıf çelişkileri daha öne çıkacaktır. Ancak bunun günümüz koşullarında nasıl bir hat izleyeceği ve henüz hangi boyutlara tırmanacağı henüz netleşmemiştir. Çünkü emperyalistlerin, “gerici Baas yönetiminin ve diğer gerici mihrakların. Rojava Kürtlerinin ilan ettiği Demokratik Özerkliğe tavrı ne olacaktır?” sorusu netleşmemiştir. Dolayısıyla Rojava Kürtlerinin tavrı ne olacaktır? sorusu da, Demokratik Özerklik Anayasasında geçen ilgili maddelere rağmen net değildir. Bu soruların yanıtını yarının sosyal pratiği verecektir. Bu durum önümüzdeki süreçte kendisini daha açık bir şekilde lanse edecektir.
Ancak mevcut tablo içerisinde Rojava’daki Kürtlerin haklı ulusal mücadelesi desteklenmeli ve yanında yer alınmalıdır. Çünkü günümüz konjonktüründe Rojava’daki mücadele, emperyalistlerin gerici projeleri çerçevesinde TC devleti ve gerici Arap devletlerince kumanda edilen çetelere karşı haklı ve ilerici bir mücadeledir.