Küçük bedenlerde kocaman acılar ve korkular. Öyle bir korku ki bu, taşınması zor bir o kadar da gerçek! Henüz 11, 12, 13… yaşlarında kız çocuklar… Gözleri donuk, bakışları yaşına göre büyük. Gözlerin yılların umutsuzluğunu biriktirmiş. Kısacık hayatına onca şey sığdırılmış. Hem de istemeden, hem de bilmeden…
İlk oyuncağı, bebektir. Evcilik oynaması öğretilmişti, geleceğe hazırlık niyetine… Yine evcilik oynuyordu. Ama bu kez oyunları yalancıktan değil gerçek, sahi ve ömürlerinin yettiği kadar uzun yada kısa…!
Sonra bir çığlık, bir çığlık daha… İki ses iki çığlık buluşur. İki sesinde korkuları ortaktır. Biri henüz anne karnında yeni çıkmış bebeğin çığlığı, diğeri henüz anne olmaya hazır olmayanı büyümeden anne yapılan çocuğun çığlığı… Ne yapacağını bilememe korkusu, bebeğinin geleceğini kendi geleceğine benzeyecek olma korkusu sarar bütün benliğini, küçük bedenini. Nasıl ki o kendisi gibi çocuk gelin olan annesiyle birlikte büyümüş ise, şimdi kendisi de bebeğini büyütürken büyüyecek. Öyle ki küçük yaşta “eş” olmak, “anne” olmak hem biyolojik hem de psikolojik olarak tahribata uğratırken, ölümlerin eşiğine kadar getirebilecek onu…
Ataerkil burjuva-feodal toplumda çocuk olmak, hele ki kız çocuğu olmak güç ve sancılıdır. Bu coğrafyada çocuk olmadan çocukluğunu yaşamadan “büyütür”, kadınlaştırılır kız çocukları. Doğmadan önce babaları, ağabeyleri tarafından belirlenmiş sınırları, çizilmiştir gelecekleri. Tıpkı anneleri, kardeşleri ve diğer kız çocukları tüm kadınların ki gibi…
Öyle ki kız çocukları ne kadar çok isteseler de çoğu zaman okula gönderilemez. Okula gönderilse bile en fazla ilkokula kadar okuyabilirler. Öyle ya, kız çocuğunun okumasına gerek yoktur, zaten “koca”ya gidecektir. Hem evde annesine yardım etmek hem de küçük kardeşlerine bakarak ev işlerine yapmak vs. sistemin kadına biçtiği rolleri öğrenmek zorundadır. Yaşı 12, 13’e geldiğinde de babası tarafından bir mal gibi başlık parası karşılığında kendisinden yaşça büyük veya yaşıtı birine satılır.
Ya beşik kertmesi, berdel ya da “kan bedeli” karşılığında hiç tanımadığı biriyle zorla evlendirilir. Kendi hayatına dair söz söyleme hakkı yoktur. Evliliğe karşı çıkmaya alıştığında ise ölümle tehdit edilir, her türlü şiddete maruz kalır. Kimi zamansa baba evinde uğradığı şiddete dayanamayıp küçük yaşta çareyi evlilikle arar… Bu cendere tanımadığı bilmediği ya da “abi” dediği akrabasıyla evlendiğinde de devam eder. Koca evinde dört duvar arasına hapsedilir. Küçücük bedenine çok büyük sorumluluklar yüklenir. Çocukluğu elinden zorla alınır…
Ta ki yüreğindeki umudu kaybedene, gözlerindeki yaşam ışığının karanlığa gömüldüğü ana kadar sürer acılar ve korkular… Tıpkı 11 yaşında evlendirilip, 12’sinde anne yapılan 14’de gözlerindeki ışık kaybedilen Kader gibi. Bazen “yazgıyı” paylaşırlar…
Günde yapılan üç evlilikten birisi olan çocuk gelinler olarak, gözlerindeki ışık karanlığa, umutsuzluğa doğru yol alır. Küçük bedenleri şiddete tacize tecavüze istismara hatta ölümlere maruz kalır. Erkek egemen baba, koca, aile devlet vb. erki altında. Adı gelenek olur, örf, adet, töre olur, ataerkil burjuva feodal toplumun “namus bekçisi” olarak karşısına dikilir.
Devlet yetkilileri en yetkili ağzından açıklamalar yapar “çocukların erken yaşta evlendirilmemelerine karşı oldukları, ailelerin bilinçlendirilmesi gerektiği” yönlü. Oysa devletin sistemin kendisi beslenip büyütüyordur eğitim sisteminden (4+4+4 eğitim yasası gibi), çocuk işçiliğini teşvik eden yasamalara kadın ve çocuklar aleyhine verilen mahkeme kararlarına kadar tüm kurumlarıyla beslenip teşvik edip meşrulaştırıyorlar. Onlar için yeter ki sistemlerinin bekası için küçüklükten eğitilmiş 3 değil 5 çocuk doğurarak anneler ev kadınları, bakıcılar olsun yetiştirilsin.
Bundandır ki döktükleri gözyaşları sahte timsah gözyaşlarıdır. Sundukları çözüm burjuva feodal sistemin çözümsüzlüğüdür. Ama biliyoruz ki; er ya da geç ama mutlaka çocuk gelinlerin, kadınların tüm ezilenlerin acılarıyla yoğrulmuş gözyaşlarında boğulacak bu sistemin yaratıcıları… (Bir YDK’lı)