Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Bouazizi’nin 17 Aralık 2010 tarihinde işsizliğe, yoksulluğa ve geleceksizliğe karşı üzerine benzin döküp kendini yakmasıyla başlayan protesto, Muhammed Bouazizi’ni yaşamına mal olsa da, milyonlarca kişiye umut olmuş, eşitlik ve özgürlük için verilen mücadelede halkların isyan bayrağı haline gelmiştir. Bu eylem, bozkırı tutuşturan ilk kıvılcım misali bir anda dalga dalga yayılmış, Ortadoğu ve kuzey Afrika’da patlayan büyük bir halk hareketine işaret fişeği olmuştur.
Yıllarca halka en vahşi zulmü uygulayan, faşist kukla iktidarlar bu başkaldırı karşısında acizleşmiş, ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Meydanlara çıkan yüz binlerin üzerine kurşun yağdırarak sayısız insanın ölmesine, yaralanmasına ve sakat kalmasına neden olsalar da bu katliamlardan halk korkmamış; can bedeli direnişlerle yeni destanlar yazmıştır. Halkın kabaran öfkesiyle kağıttan kaplanların sırça köşkleri, kaleleri tuz buz olmuş, yıkılmaz sanılan gerici diktatörler birbiri ardına devrilmişlerdir.
2010 yılında başlayıp, Ortadoğu ve K.Afrika’yı içine alan “Arap Baharı” diye kodlanmış bu muazzam halk isyanı Tunus’ta Bin Ali’nin, Libya’da Kaddafi’nin, Mısır’da Mübarek ve peşinden Müslüman Kardeşler iktidarının sonunu getirmiştir. Sokak eylemleri, işbirlikçi iktidarları dibinden dinamitleyerek emperyalistlerin bölge stratejilerinde ciddi revizyon yaratmıştır.
Bölge ülkelerinin genel özelliklerine baktığımızda da karımıza birbirine benzeri yapılar çıkmaktadır. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ( Bin Ali’nin ülkeden kaçarken yanında götürdüğü altınlar, Mübarek hanedanının zenginliği ve bu gün yolsuzluktan yargılanıyor oluşu), demokratik hakların olmayışı, göstermelik de olsa var olan parlamenter sistemin seçimlerle değil diktatörlerce oluşturulması, hepsinin benzer kopya darbeler sonrası yönetime-iktidara gelmesi, enerji rezervlerine sahip oldukları halde halkın yoksulluk içinde oluşu, bölge enerji rezervlerinin emperyalist pazara ulaşmasında ara istasyon görevi görmeleri temel benzerlikleri oluşturuyor.
Kendiliğinden bir şekilde patlak veren halk isyanları, güçlü bir devrimci komünist örgütün olmayışı nedeniyle iş başındaki diktatörleri devirmenin daha ötesine geçememiş; bu zaafından kaynaklı emperyalistlerin direk müdahalesiyle boğulmak istenmiş, bunda da belli düzeylerde başarılı olunmuştur. Efendiler miyadı dolan kukla yönetimlerin yerlerine daha az teşhir olmuş uşaklar getirmiş olsa da; bunlar da öncekiler gibi halka uyguladıkları baskı katliam vb. nedenlerle kısa sürede deşifre olarak halkın hedefi haline gelmişlerdir. Güçlü bir devrimci partinin önderliği altında olmayan her türlü kendiliğindenci hareket; ne denli kuvvetli olursa olsun; belli bir aşamadan sonra zayıflayarak güç kaybetmeye başlar. Kendiliğindenci hareketlerin emperyalistlerin yönlendirmesine açık olması, onu burjuva ideoloji karşısında güçsüz, savunmasız bırakan bir özelliktir. Libya’da Kaddafi sonrası kurulan “aşiret federasyonları” (Libya’da merkezi hükümet kurulmuş olsa da sosyo-politik yapısı bölgesel aşiret yönetimlerine dayalı olduğu için şu an Libya’da aşiretler federasyonu var demek yanlış olmayacaktır.) Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta Bin Ali’nin devrilmesi sonrası yönetime gelen Ennahda Partisi isyanları durduramamış ve Müslüman Kardeşlerle aynı akıbeti paylaşmıştır.
Tunus’ta 2010 yılında Muhammed Buazizi’nin rejimin baskıcı faşist politikalarına, açlığa ve yoksulluğa karşı tutuşturdukları isyan ateşi bu gün tüm coşkusu ve enerjisiyle Tunus sokaklarını aydınlatmaya devam ediyor. Bin Ali’ye karşı sokakları zapt eden kitleler bu gün Ennahda’ya karşı da aynı kararlılıkla mücadeleye devam ediyor. Tunus’daki devrimci kalkışmanın 3. yılında sokakları dolduranlar tepkilerini : “gerek Ennahda gerekse de diğer siyasi partiler bize bir çok söz verdi. Ancak bunların tümü boş laftan ibaret kaldı. Asıl hedef aslında iktidar, kimse bizim için kılını kıpırdatmıyor. Buazizi öldü, o bizim kahramanımızdı. Bir devrim yaşadık ancak taleplerimiz bu güne kadar yerine getirilmedi. Bu uğurda yüzden fazla insan öldü. Ulusal kurucu Meclisi seçtik ve bu meclis devrime ihanet etti. (19 Aralık 2013 Birgün Gazetesi) “ şeklinde dile getiriyor. Tunus’ta devrim Mısır’da olduğu gibi halkın elinden emperyalist uşaklarca çalınmış olsa da halk teslim olmuyor; pes etmeyerek yaşanan yenilgiden tecrübeler çıkararak ‘yenilgi en iyi öğretmendir’ sözünü doğrular gibi sokaklarda devrim ateşini körükleyerek işbirlikçi iktidarlara hayatı zindan etmeye devam ediyor.
İşbirlikçiler üzerinden halkların, ülkelerin geleceğini tayin etmeye çalışan emperyalistler için işler daha da zorlaşıyor. Masa başı emperyalist politikalar iflas ediyor, sokakların kudreti karşısında uygulanmadan eskiyor. Suriye’de yaratılan kaos ortamı, Afganistan’daki işgal, Irak’ta kontrol edilemeyen güç dengeleri ve Libya’daki iç savaş bunu anlatıyor. Mısır hesaplarına yapılan darbeci Sisi aşısı tutmamış, Tunus’ta devrim toparlanmaya başlamış ve bölgedeki bu gelişmeler emperyalistlere yeniden strateji değişiklikleri dayatmıştır.
Devrimin objektif koşulları Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Türkiye için daha bir olgunlaşmakta, bölge devletleri halk isyanları karşısında yönetememe krizi içine girerek kendi sonlarını hızlandıran adımlar atmaktadır.
Arap Baharı’nın hayat bulduğu coğrafyalara bakıp başlangıçtaki gibi bir yükseliş görmeyenlerde kitlelerin gücünü küçümseme, kitlelerin yaratıcı gücünü olasılık dâhilinde dahi görmeme hastalığı yeniden nüksetmiştir. Hareketin dalgalı geliştiği konusunda hiçbir fikirleri olmadığı gibi, kendiliğinden hareketlerde kendi önderliğini inşa edinceye dek durgunluk ve yükseliş içinde hareketin devam edeceği ayrımında da değiller. Bu yüzden Gezi İsyanı’na, Türkiye’nin Haziran günlerine bakışları da hatalıdır. Gezi İsyanı devrimci durumun yükselişini anlatır. Tıpkı Tunus, Mısır, Bahreyn, Fas, Yemen ve diğer ülkelerde açığa çıkan “Arap Baharı”nın anlattığı gibi. Kitleler yönetenlere karşı bir çıkış ve çaresizlikle, nihilist bir ruh haliyle değil, artık buraya kadar diyeceğimiz bir bilinçle tavır alıyor. Bir komünist hareket ve onun her düzeydeki faaliyetçisi bu politik, psikolojik iklimi bir öne çıkma, öne atılma talimatı olarak okur. Her bir sorun, büyüyerek yeni Haziran Günleri yaratmaya açıktır. Bunun için kitlelerin yeniden eyleme geçmesini beklemek değil, kitleleri eyleme geçirmek üzere bir faaliyet yürütmek, böyle bir bilinç açıklığı içinde olmak gerekir. Bölge “Arap Baharları” Türkiye’nin Haziran günlerinde sürmeye devam ediyor. Zamanın ruhu devrimci ruhtur, bunu anlayalım, bunu maddi hayatta yeni mevziler biçiminde cisimleştirelim.
(Bir okur)