Üçüncü sayfa haberlerini okurken insanın içi kıyılır ve “bu kadar da olmaz” denir genelde. Sayfalara yansıyanlar söyletir bunu. İçten gelen, insanlığa dair olanın kaybedilişine yönelik bir tepkidir bu. İşin kötüsü yaşananlar karşısında sergilenen tavrın sadece bu tepkiyle sınırlı kalmasıdır.
Hayatın karşımıza çıkardığı olaylara suç ve ceza düşünüş tarzıyla yaklaşım egemendir ve kökleşmiştir. Suç eksenli düşünüşün suç ve ceza kavramının kapsamı oldukça geniştir. Görelilik kuramıyla yaklaştığımızda dahi hemen her davranış toplumun farklı kesimlerine göre suç-ceza mantığının kapsamına girebilir. Suç ve ceza aynı maddi zeminden (toplumun sınıflaşma süreci) doğar ve toplumsal davranışların hücrelerine kadar siner. Günlük yaşamda en kaba halde (öldürme, tecavüz vb.) olduğu gibi en ince halde de (tartışma, küsme vb. küçük –ama kendinden büyük- tepkiler) suç ve ceza mantığında kendini gösterir.
İnsan hangi toplumsal katmanda olursa olsun (sınıfsal, dinsel, ırksal vb.) suça meyilli ve sürekli suç işleyen bir varlık değildir. Birey olarak da tek başına kendini şekillendiren bir yeteneği yoktur. Sosyal bir varlık oluşu insanı toplum halinde yaşamaya sürükler. Toplum ve toplumun temel özellikleri kişinin şekillenmesinde etkileyici rol oynar. Birey toplum diyalektiği hükmünü sürdürür. Yaşadığımız yarı-feodal toplumun suç-ceza kavramına kazandırdığı içerik ve birey üzerindeki yıkıcı etkisi, suç ve ceza düşünüş tarzının toplumda nasıl bir biçim aldığı konusunda önemli ipucudur. Günlük yaşamda sıradan denilebilecek olaylar-sorunlar felaket-facia gibi sonuçlar doğuruyorsa, bu olay ve sorunların toplum tarafından suç-ceza mantığı çerçevesinde algılandığının ve değişik yaklaşımlar sergilendiğinin ifadesidir.
Böyle bir algı ve yaklaşımın toplumsal boyutu suç ve ceza kavramının hukuk kapsamının ötesinde daha geniş bir mecrada tartışılmasını zorunlu kılar. Kaldı ki toplum ve toplumsallık kavramı da suç-ceza mantığına tek başına yeterli bir açıklama getirmez. Zira toplum ve toplumsallık da maddi koşullara veya ekonomik altyapıya göre değişiklik arz eder. İlkel komünal dönemde suç ve ceza kavramının varlığı tartışmalı iken, sınıflı toplumlarda tartışmasızdır.
Her toplumsal düzen kendi maddi koşulları içinde toplumsal davranışları sosyal yaşamı, düşünceyi, kavramları oluşturur. Suç ve ceza kavram olarak aynı süreci takip etmiştir. İlkel komünal dönemi dışında tutarak, diğer toplum biçimlerinde suç ve ceza sınıfsal bir nitelik kazanmış ve toplumsal düzeyde bir düşünüş tarzı haline gelmiştir.
Ezen ve ezilen ilişkisinde insanın insan tarafından sömürülmesi ve bunun toplumsal olarak kabul görmesi, ezen tarafın oluşturduğu bir durumdur. Ezilenin bir gün ezen olma hayalini kurduğu andan itibaren bu gerçekleşir. Toplumsal kabul tüm insanların duygu ve düşünce dünyasında yer edinir, ve her yeni nesle aktarılarak yeniden üretilir.
Ezilmeye (salt ekonomik değil, sosyal, kültürel, psikolojik vb.) karşı çıkan insanın ehlileştirilmesinin, yaşadıklarının ve ona yaşatılanların, ezenlerce
topluma kabul ettirilmesinin dayanağıdır suç ve ceza mantığı. Mülkiyet olgusunun ortaya çıkışından günümüze bin yıllardır evrimleşen ve sistemleşen bu mantığın bugünkü insanların düşüncelerinde aldığı biçim, üçüncü sayfada okuduğumuz haberlerdir.
Suç ve ceza, toplumsal yaşama sirayet ettiği andan itibaren toplumsal anlamda sistemin kendini koruma ve insanların yine insanlar tarafından sisteme yedekleme aracına dönüşür. Bir kadın toplumsal cinsiyet rolüne uygun davranmadığı için (yemeğin zamanında hazırlanmaması gibi) en yakını olan bir erkek tarafından dövülür, öldürülür. Kadının işlediği “suç” erkek tarafından cezalandırılır. Günlük yaşamda hemen her sorunda baskı, zor ve şiddetin çözüm yöntemi olarak kullanılması suç-ceza mantığının geldiği aşamanın boyutunu gösterir.
İnsanın içini kıyan, üçüncü sayfa haberlerinde okunan her bir olay burjuva-feodal toplumun çürümüşlüğünün yanı sıra toplumsal kabul olarak bu toplumun kendini yeniden ürettiğini de anlatır. Her yönden ezilen (ki bu ezilen kesime sosyo-psikolojik açıdan burjuva-feodal sınıflar da dahildir) insanların gazetelere yansıyan davranışları, egemenlerin topluma sunduğu hayatın iç ürpertici kesitidir. Sistemin insanları cezalandırmasıdır.