Makaleler

Çelişmeler arenası bilinci fethetmede sanat aracının önemine dair

İnsan kendi başına-dış dünyadan bağımsız olarak var değildir. Hatta bir anlamda insan dış dünyanın bir ürünüdür. Ne var ki, insan kendinin farkına vardıktan sonra kendisini yaratan şeyle -dış dünyayla- sürekli mücadele halinde olmuş, onu kendi ihtiyaçları temelinde değiştirmeye çalışmıştır. Bu mücadele artık onun vazgeçilmez uğraşı olmuştur, diyebiliriz ki kendi varlık temelini –nedenini- bu mücadelede anlamlandırabilmiştir. Çünkü insanın dış dünyayla giriştiği bu mücadele dış dünyaya etki yaparken insan bilincinde de dönüşümler yaratır.

Burada bahsettiğimiz mücadele ve etki alanının birey-toplum-doğa bağıtlı olduğunun açıklamasını yapmaya gerek yok. (Bu konuda, daha önce bu sayfalarda uzunca yazılmıştı çünkü.) Toplumsal bağlamda ele aldığımız bu mücadele aslında bir muhalefet tavrıdır ve öz olarak da bir eleştiridir. Zaten onu ilerici yapan da bu özüdür: verili olanı kabul etmeyip onu eleştirerek daha ileri olanı-yeni olanı ister. İnsan kendinin farkına vardığından bu yana tasarlar ve talep eder. Çünkü onun mücadele amacı en nihayetinde özgürleşme nedenindendir. Emek harcar. Harcadığı emeğin bütünsel bir dünya yarattığının farkındadır. Bu onun için bir zorunluluktur ve bu zorunluluk özel ilişki biçimini de yaratır: ilişkiyi özel kılan, toplumsal örgütlenme ve ihtiyaçların belirleyici etkisidir. Her toplumsal örgütlenmede ilişkiyi farklı biçimlere –yeni biçimlere- sokan da bu motivasyondur.

Toplumsal sistemler sürekli olarak değişime uğrarken her değişim süreçlerine düşünsel üretimler de daha önce sahip oldukları biçimde giremezler. Bu üretimler de yeni toplumsal yapıya göre değiştirilmek zorundadırlar. (Bunu yerine getirmeyen yeni toplumsal yapıda yer bulamayıp yok olmak zorunda kalırlar. Ortaya çıkan durum, toplumsal bilincin yeni düzenle birlikte yeni bir evreye girmesiyle alakalıdır. Neden, kültürün ve ekonominin diyalektik ilişkisidir.

Kavramsal bakımdan buna bir “uyumlaşma” olarak değil, çelişkinin yeni bir evreye ulaşması olarak bakmalıyız ve zaten öyle açıklayabiliriz. Kendini yeni sürece hazırlamayan, eski olan yani, yani yok olanlar, bu çelişkinin dışına itilmiş olanlardır. Yeni olanı kabul etmeyen, onun varlığını görmeyen ve kendini yeni sürecin gereğine uygun olarak konumlandırmayandır.

Lafı asıl istediğimiz yere getirmişken yazdıklarımızı şöyle hatırlayacağız: toplumsal bir varlık olan insanın bütün tarihi toplumsal varlığının devamı için özgürlüğüne doğru verdiği mücadelenin tarihidir. Verilen mücadele tasarlanarak, bilinçlice yapıldı. Ve alt yapı ile üst yapı arasındaki “kararsızlık” hali yeni toplumsal sistemleri doğurdu. Daha önce çelişmeyi oluşturan kutuplardan geri-eski olan saf dışı kalıp, ileri olan yön değiştirerek, yeni biçime bürünmüş çelişkide geri olanı temsil etmeye başladı. Çünkü artık karşısında daha ileri olan bir başka kutup çıkmıştır. Hatırda tutalım; çelişmeler dünyasında olan şey buyken, biz, toplumsal dâhilinde olanı bahse alıyoruz.

Geldik sözün özüne: şimdi daha somut devam edeceğiz. Bizler proleter dünya görüşüne sahip bir partinin hedef aldığı devrim için mücadele eden devrimcileriz. Kendimizi proleter ideolojisi ile donatırken etki alanımızı da bu ideolojiyle biçimlendiririz. Amaç, bu etki alanını, bilinçleri fethederek genişletmek ve devrimin mimarı olacak olan kitleleri komünist parti önderliğinde devrime hazırlamaktır. Tam da bu noktada sanatımızı nasıl tanımlayacağız ve bu üretimlerimizin bu süreçteki yeri ne olacaktır? Bu sorulara yanıt vermek, konuyla bağlantılı çok eksiği bulunan bizler için oldukça önemlidir. Hem sanatın önemini kavramak hem de sanat üretimlerinin mahiyeti açısından bu böyledir.

Dediğimiz şey şudur: farkında olalım ya da olmayalım, asıl mücadele arenası kitlelerin bilincidir. Bunun farkında olmadan yapılması nicel sonuçlar üzerinden hareket edilmesini doğurur ki, nihayetinde nesnel koşulların ağırlığı hezimetten başka armağan vermez. Varılacak yer, kitlelerin gücünün anlaşılmamasından, sadece küçük burjuva popülist anlayışıyla saman alevi coşkusunun yarattığı körlükten ötürü mücadelenin kapsamı dışıdır. Fakat kitlelerin bilincine ulaşmayı önemseyen, asıl yenilmezliğin orayı fethettiğinde gerçekleşecek olduğuna inanarak yapılmaması kitlelerin taleplerinin bilinmesi ve o taleplerin -geri olmayanlarının- proletarya partisinin talepleriyle uyumlaştırılarak hayata uygulanmasına ve uygulamanın, kitlelerle birlikte olduğu için onlar tarafından sahiplenmesini doğurur ki, nihayetinde kitleler proletarya partisi önderliğinde zaferlerini kazanırlar.

Burada temel espri çokça aşina olduğumuz, kitlelerin öğrencisi olmak, kitlelerin öğretmeni olmaktır. Bu, ne kitlenin her talebine riayet etmek ne de komünist partinin kitlelerin taleplerini görmeden kendini dayatma anlamına gelmektedir. Sınıf çelişmesinin diğer bütün alanlarında olduğundan daha şiddetli ancak oldukça farklı biçimlere dayanan özgünlüğü insan bilincinde yaşanmaktadır. Bu özgünlüğü, toplumsallığın farklı alanlarında kullanılan araçlardan –birebir aynını değil- yararlanmayı dıştalamazken özgün-farklı araçların da devreye girmesini zorunlu kılar. Aile-okul-ahlak kuralları-verili değerler-yazılı görsel kitle iletişim araçları vb. çokça sıralamak mümkünken bizim konumuz itibariyle kıymetlendireceğimiz konu sanat alanıdır.

Sanat bizim açımızdan ne kutsaldır ne de sanata –sanatsal ürüne- “saygı duyma” anlayışımız vardır. Toplumsal dâhilindeki her şey gibi sanat alanında da sınıf çatışması yaşanmaktadır. Ve bizler sanata yararlılık bakımından bir araç olarak bakarız. Toplumsal hareketliliğin öne çıktığı süreçlerde –özellikle bu dönemlerde- bahse konu hareketliliğe koşut olarak –ondan kopuk değil, onun bir parçası olarak önemli belirleyenlerinden olmuştur. Bunun nedeni, onun bir araç olarak kitlelerin bilincinin şekillendirilmesinde oynadığı çok önemli bir roldür.

Sınıflar ortaya çıkalıberi, karşıt sınıflar arasındaki zıtlık en yalın en karakteristik biçimine sanat alanında bürünmüştür: egemen sınıfların sanatıyla ezilen halkların sanatı arasındaki çatışma en açık halde, bu alanda belirmiştir. (Sanat faaliyetindeki bu sınıfsal karakter toplumsal sınıflar olduğu müddetçe de kaçınılmaz-zorunluluktur.) Her kutbun hedefi de kitlelerin bilincidir. Biri kitleleri ileriye doğru taşımak için gerçeğe işaret eder; diğeri gerçeği gizlemek için yalana, korkuya işaret eder. İşte bu çatışmanın en şiddetli yaşandığı yer kitlelerin bilinci olduğundan bu alanı kazanma savaşında tavizsizlik şarttır. Egemenler ezilenlerin ilerici sanatını koydukları yasalarla yasaklamakla yetinmeyip, sanat aracılığıyla da karşıt saldırıda bulunuyor ve bu saldırılar yine toplumsalın diğer alanlarından kopuk olmuyor.

Bilinmeli ki, ne türden bir iktidar olursa olsun ömrü kitlelerin taleplerinin karşılanıp karşılanmadığıyla doğru orantılıdır. Bunun farkında olarak kitlelerin taleplerini minimize etmek, gerçeklikle bağlantısını zayıflatmak, sığlaştırarak yozlaştırmak için bilinç bulanıklığı yaratmaya çalışmaktadır gerici iktidarlar. Bunları başarmak için kullandıkları en etkili silahlarını başında da sanat gelmektedir.

Bütün bu nedenlerden dolayı sanatın devrimimiz yolunda kullanılan araç misyonuyla sanat faaliyetlerimiz asla geleceğe ertelenemez. Çünkü insan talep eder ama bununla yetinmeyip talep ettiği şey için mücadele eder. Sanatımız sahip olduğumuz dünya görüşüyle bugünü anlattığı gibi istediğimiz dünyayı da anlatır. Bunu yaparken de esas olarak proletarya partisinin programatik görüşlerini dikkate alır. Mevcut siyasal sistemi ve onun her türden gerici yaratılarının eleştirisini yaparken onun alternatifi olan siyasal sistemin de özelliklerini ortaya koymalıdır. Bu, onun proleter dünya görüşünün de bir zorunluluğudur. Bu, ona uygun yeni demokratik sanat ve onun estetik ortaya koyuşu olacaktır. Ve yine bu, onun sosyalist niteliğiyle çelişmezken zenginliğini açık edecektir, yaşamın her alanında ve insan zihninde. Bu, zengin bir sanat olacaktır. Bilinen dar kalıpların ötesine geçilecek ve ilerici-devrimci yanını coşkunca açığa vuracaktır.

Bu ortaya koyuşta sınıflar belirir: devrimin dostları ve düşmanları açık edilir. Sınıfların olmadığını anlatan şarlatan, gerici sanata inat sınıflar gerçeğini anlatırken devrimin güçlerini de anlatmış olur. Böylece aslında olan nedir ve olacak olan nedir, bunun görünmesini sağlar. Sadece “bugün” değil –her günün anlatımı değil- bugünle sınırlı değil, devrimimizin karakteri anlatılarak geleceğin fotoğrafı belirginleştirilir hafızalarda. Şimdiden sıyrılarak kafalarda dönüşüm yaşanması sağlanır.

Bir kere daha ifade edelim ki, en güç olan şey de budur: kitlelerin bilincinde bir dönüşüm, devrimin kaçınılmazlığı, bu bilincin ne yönde şekilleneceğiyle de alakalıdır. Bunun önemini kavramadığımızda, onca bedelin ödenmesinin anlamı sadece “onurla ve kahramanca” olacaktır. Tabii hiçbir şey kazanmadan fakat bunun aksi olduğunda yani hedefi doğru kavrayıp yapmak istediğimiz şeyin kitlelerin bilincini fethetmek olduğunu anlayıp yönelimimizi buna göre şekillendirirsek çabalarımız yanıtsız kalmayacaktır.

Yazmak yapmaktan daha kolay. Ama bunu yapabilmemizin yolu yöntemi bellidir. Gerçekçi olacağız ve proletarya partisinin dolayısıyla devrimin ihtiyaçlarını kadraja alacağız. Koşullara teslim olmadan ona müdahale edeceğiz. Yanisi şudur: sanatımız tarihin emrine girecek ve mücadelemizin tutanakları olacaktır. Ve de proletarya partisinin fermanı.

Sanatsal ürünlerimiz kitleleri bilincine dolayısıyla devrime yön verecektir. (Sincan Hapishanesi’den bir okur)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu