Corona virüs, Çin dışında henüz yayılmaya başlamamışken kimilerinin “bu sürecin komünizm talepleri doğuracağı”, kimilerinin de esnek çalışmanın artmasından hareketle “çalışanları özgürleştirecek yeni bir çalışma biçiminin doğmakta olduğu” şeklinde gerçeklikten uzak, liberal ve revizyonist tezlerini eleştirerek, örgütlü bir işçi sınıfı hareketinin olmadığı koşullarda kazananın hep kapitalizm olacağının altını çizmiştik. (İlgili yazı için https://www.ozgurgelecek.net/makale-corona-salgini-revizyonizm-ve-gorevlerimiz-uzerine/)
2020 yılının hemen tüm dünyada pandeminin yarattığı sosyal,ekonomik ve siyasal etkilerle tanımlanabileceğini söylemek yanlış olmaz. İşçi sınıfı içerisinde devrimciler yeterince örgütlü olmadıkları ve güçlü bir sınıf hareketi örgütleyemedikleri için işçilerin kapitalistler ve kapitalist devlet aygıtı tarafından kolaylıkla işsiz bırakıldığı, komik denilecek ücret desteği yapıldığı ya da çoğu durumda bunun dahi yapılmadığı, sınıf için son derece trajik bir dönem ortaya çıktı.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre 2020 yılında Covid-19 kaynaklı işsizlik beklentisi tüm dünya için 25 milyon kişidir.2008 krizinde 22 milyon işçinin işsiz kaldığı düşünülecek olursa bugün yaşanmakta olan krizin boyutu daha kolay anlaşılacaktır.
Dünya Bankası verileri ise Türkiye’de yoksul hanelerin oranının %10.4’ten %14.4’e çıktığını ve 1.5 milyon kişinin yoksulluk-sefalet koşullarına itildiğini gösteriyor.
Gelişmiş kapitalist ülkelerde pandemi nedeniyle iş ve ticaret kaybı yaşayan işçi ve esnafa, maaşlarının ya da gelirlerinin %70’ine varan ödeme yapılmasına karşın, daha en başta halktan 10 TL bağış isteyen faşist TC devleti, patronları krizin yükünden kurtarmak için 3 aylık ücretsiz izin uygulamasını hızla yasalaştırdı.
Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre Covid-19 sürecinde halka 200 milyar TL tutarında devlet yardımı yapılmış. Ancak bu tutarın %75’inin halk tarafından 5’li çete olarak adlandırılan ve aldıkları kamu ihaleleri ile sadece Türkiye’nin değil dünyanın en çok kamu ihalesi alan ilk 10 şirketi arasına giren Limak-Kolin-Cengiz-Mapa-Kanyon şirketlerine vergi indirimi, ertelemesi olarak kullandırtıldığı anlaşıldı.
İşçi Sınıfının Yoksullaşması
İşçi sınıfı ve emekçi halkı düşük faizli kredilerle borçlandırmak hem ekonomik sistemi güçlendirmekte hem de borçlanan işçi ve emekçilerin devletle olan siyasi bağını güçlendirmektedir. AKP’nin işçi ve emekçi kitlelerden aldığı desteğin gerçek nedeni buradadır.
TC tarihinde bireysel borçlanmanın en çok arttığı dönem AKP’li yıllar olmuştur. Bireysel borçlanma batağına çekilen işçi ve emekçiler için kendiliğinden, tepkisel eylemler dahi olanaksızlaşmaktadır. Bireysel borçların iyi şekilde işleyen sistemde ödenebileceği, sistemin bozulması halinde ise ödemelerini yapamayan işçi ve emekçilerin bireysel iflas ve felaket yaşayacakları endişesi, işçi ve emekçiler için bir gerçek bir endişe, korku olduğu kadar yöneten hakim sınıflar ve onların mevcut hükümeti AKP için de bir tehdit konusudur.
AKP faşizminin sürekli olarak “istikrar” vurgusu yapması ya da “biz gidersek istikrar da bozulur” söyleminin nedeni budur.
Sonuç olarak bu tablo işçi ve emekçi kitlelerin devlet tarafından daha kolay idare edilir hale gelmelerini sağlar. Aynı oyunu tekrar tekrar yeniden kurgulayan TC devleti, Covid-19 sürecinde de bireysel borçlanmayı teşvik etmiş; pandemi koşullarında 2.1 milyon kişiye kredi kullandırtmıştır.
2019’da ihtiyaç kredisi kullanan 105 bin kişinin toplam 220.9milyar TL borcu varken 2020 yılında 392 bin kullanıcı 365.8milyar bireysel borçlu durumuna getirilmiştir.
İçinde bulunduğumuz sistem işçi emeğinin en yoğun şekilde sömürülerek kapitalistler için maksimum oranda kâr yaratma prensibine dayanır. 2020 Covid-19 süreci bu gerçekliğin tüm yalınlığı ile sergilendiği bir dönem olmuştur.
2019 yılında işçilerin 3. çeyrekte toplam gelirden aldıkları pay %32,9 iken 2020’de 29.9’a düşmüştür. Aynı dönemde kapitalist işletmelerin kârı ise %50.5’ten %55.3’e yükselmiştir. Toplam 15 milyona yakın olduğu tahmin edilen işsiz nüfusu, borç batağındaki küçük burjuvazi (köylülük ve küçük esnaf) varlığına karşın bankalardaki hesaplarında 1 milyon TL ve üzerinde varlığı olanların sayısı yaklaşık 100 bin kişilik artış göstermiştir. Yani bir grup azınlık, ellerinde sermaye biriktirirken bunun için milyonlarca insanı açlık ve sefalete itmiştir.
“Öldürmeyen Kriz Güçlendirir!”
Covid-19 kaynaklı yaşanan ekonomik krizden en çok etkilenen iş kolları ulaştırma, otomotiv, elektronik ve perakende (gıda dışı) oldu. Örneğin havayolu ulaşımının iki tekelinden THY’nin bu dönemde zararının 5 milyar TL’den çok Pegasus’un ise 2 milyar TL’ye yakın olacağı beklenmektedir.
Karantina uygulamaları nedeniyle ulaşım, otomotiv ve petrokimya sektörlerinde yaşanan krize karşın telekomünikasyon ve finans (bankacılık) sektörlerinde kârlılığın arttığını görüyoruz. Telekomünikasyon şirketlerinin (Turkcell, Türk Telekom) 2019’a göre %100’ün üzerinde; finans şirketlerinin (İş Bankası, Akbank, Halk Bankası, Ziraat Bankası, Yapı Kredi) kârı en az %60 artış göstermiştir.
Yukardaki tablodan da net olarak görüleceği üzere tıpkı işçi sınıfının yoksullaşması karşılığında toplumsal gelirin sadece belirli bir grup azınlığın elinde toplanması gibi bazı kapitalist işletmeler ya da daha genel olarak bazı sektörler zarar ya da iflas ederken sermaye diğer kapitalistlerin elinde toplanmakta, sermaye el değiştirmektedir.
Sebebi ne olursa olsun kapitalist sistemin yaşadığı bir krizin ardından kimi kapitalistler ya da gruplar sermayelerini kaybedip iflas ederken diğerleri daha fazla sermayeyi yönetmeye başlar. Bu süreç zarar eden şirketlerin başka büyük sermaye grupları tarafından satın alınması yada iflas edenlerin faaliyet yürüttükleri alanda başka sermaye gruplarının faaliyet yürütmeye başlamasıyla sonuçlanır.
Yani yaşanan kriz kimi kapitalistler için felaket iken kimileri için zenginliklerini artırdıkları bir fırsattır. Meşhur sözün anlamı burada karşılığını bulur; “öldürmeyen kriz güçlendirir.” Bu süreç tekelleşme olgusu ile sonuçlanır ve dev sermaye gruplarının birçok sektörde faaliyet göstermesi olgusunu doğurur.
Pandeminin Siyasallığı
Salgının ilk ortaya çıktığı andan itibaren kapitalistlerin bu sürecin kazanımlarına odaklanmış olduklarını belirtmiştik.
Sürecin “komünizm talepleri doğuracağı” ya da “kapitalizmin çöküşü ile sonuçlanacağı” önermelerinin gerçekçi olmadığını, bireysel panik halinin karakterize ettiği kaotik tablonun daha otokratik sistemlerin inşasıyla sonuçlanacağına vurgu yapmıştık.
Geride kalan süreç bubelirlemelerimizin ne yazık ki haklılığını kanıtladı. Dünya genelinde, yüz yıldan uzun sürede emek-özgürlük mücadelesi ile elde edilen kazanımların korku-koruma taktiğiyle geriletildiğini, bireysel ve toplumsal özgürlük alanlarının daraltıldığına tanık olduk.
Devletin koruyuculuk vasfına yönelik gerçeğe ters bir algının inşa edilmesi kapitalist-emperyalist sistemin bu dönemde elde ettiği önemli bir siyasi kazanımdır.
Dünya genelinde işçi sınıfı içerisinde yeterli bir örgütlülük olmadığı içindir ki, kapitalistler elde ettikleri muazzam kâra karşılık neden yeterli tıbbi destek, hastane, yoğun bakım ünitesi, sağlık personeli vb. desteği vermediklerinin hesabını ödemedikleri gibi bir de bütün kabahatlerine rağmen koruyucu kimliği üstlendiler. Üstelik koruyuculukları da bir şarta bağlı; iradenizi, özgürlüğünüzü onun kurtarıcı kimliğine duyduğunuz güvenle onun ellerine teslim etmeniz şartına!
Yine Türkiye özgülünde ele alacak olursak bu süreçte devlet bireysel özgürlüklere kolaylıkla müdahale edebileceği uygulamalarla (sokağa çıkma yasakları, maskesiz açık havada dolaşma yasağı, yılbaşı partileri için ev baskını tehditleri vb.) devletin işçi emekçi halk üzerindeki otoritesini genişletti.
Bu süreçte askeri şirketlere, istihbarat, ordu, polis gücüne devletten ayrılan payın oranı artırıldı.
2019 yılında güvenlik hizmeti başlığı altında ayrılan toplam pay 98.5milyar TL iken bu rakam 2020’de 249 milyar TL oldu. Cumhurbaşkanı tarafından MİT, kontrgerilla gruplarına aktarılan ve örtülü ödenek denilen ödemeler ise bu paya dahil değil.
Libya’dan Suriye’ye, Irak’tan Azerbaycan’a faşist TC devletinin aylık 2500 USD maaşla istihdam ettiği cihadçı katillere aktarılan payla birlikte düşünüldüğünde toplam rakamın resmi olarak açıklanandan birkaç kat daha fazlası olduğu görülebilir.
Tüm bu ödemelerin, savaş gücü istihdamının ana hedefi Türkiye Devrimci Hareketi ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’dir. Faşist TC devleti, artan sefalet ve açlık koşullarının işçi ve emekçilerin devrimci sınıf hareketine dahil olması sonucunu doğurabileceğini görüyor ve hazırlıklarını bunun için yapıyor.
Pandeminin Sınıfsallığı
Neredeyse tüm dünyada karantina koşulları uygulanırken dahi “istisna” uygulanan tek bir sınıf vardı: İşçi sınıfı!
Bu gerçeklik Türkiye örneğinde çok daha görünür haldeydi. Öyle ki; sokağa çıkma yasakları çalışma saatlerine göre ayarlandı, 18 yaşından küçükler “eğer işçi ise” “sokağa çıkma hakkı”na sahip olabildiler. (Bu kararın çocuk işçi emeğinin toplam emek arzı içerisindeki oranının ne denli büyük olduğunu ortaya çıkarmış olduğunu ayrıca vurgulamak gerekir.)
Üretim faaliyetinin işçilerin sağlıkları hatta açık ölüm riskine karşın devam ettirilmesi, yaşanan yüz yılı aşkın süreli emeğin kurtuluşu mücadelesi sonucunda kapitalist devlet ve sistemin yüzeysel de olsa yaşadığı değişime karşın tıpkı köleci toplumda köle emeğinin sömürülmesine benzer durumlar ortaya çıkardı.
Bu da göstermektedir ki; en ileri burjuva demokrasilerinde dahi en temel, en geçerli olgu emek sömürüsü ve uzlaşmaz en devrimci dönüşüm potansiyeline sahip çelişki emek sermaye çelişkisidir.
Milyonlarca işçinin itirazlara, bireysel tepkilere, hoşnutsuzluklarını açıkça ifade etmelerine rağmen çalışmaya zorlanmalarına karşı bu tepkiyi devrimci harekete kanalize edememek önemli bir yetersizliği barındırmaktadır. Komünistlerin tarihsel misyonlarını oynayabilmeleri güçlü bir komünist partisi önderliğinde gerçek bir devrimci sınıf hareketi yaratmasına bağlıdır.
Bu hedefe yürümenin temel koşulu ideolojik mücadeledir ve açıkça görüldüğü üzere ideolojik mücadele bugün çok daha acil ve ezici olarak zorunluluğunu dayatmaktadır.
Böylesine haklı ve meşru ve de güncel bir zemini işçi sınıfı içerisinde örgütlülüğümüzü geliştirmek, atölyelerden fabrikalara işçi komiteleriyle güçlendirilmiş sınıf örgütleri yaratmak için kullanmak gerekmektedir.
Güçlü bir sınıf örgütlenmesi yaratmadan siyasal, toplumsal bir devrim yapmak olanaklı olmadığına göre gerçek anlamda iktidarı ele geçirmek, emek sömürüsüne dayanan, işçi emekçi halka karşı her türlü zorbalığı örgütleyen bu sistemi parçalamak mümkün değildir.
Dolayısıyla bu yönde mücadele iradesi beyan eden herkes için sınıf örgütlerini güçlendirmek, yeni örgütlenmeler ortaya çıkarmak üzere yönünü işçi sınıfına dönme zorunluluğu vardır.
Covid-19 kapitalist sistemin yaşadığı ne ilk krizdir ne de biz kapitalizmi ortadan kaldırmadığımız sürece son kriz olacaktır. Kapitalistlerin yaşadıkları ekonomik krizi siyasi bir krize çevirebilecek güçlü bir sınıf örgütlenmesi yaratamadığımız sürece krizlerin gerçek kaybedeni yoksullaşan küçük bir burjuva grubu dışında gerçek manada işçi sınıfı olacaktır.
Covid-19, dünyanın kapitalist bir sistem ile idare edilmesinin olanaksızlığını bir kez daha ortaya koymuştur. İnsanın emeğinin, bilincinin gerçek anlamda özgür olabilmesinin yegane koşulu sosyalist bir toplum inşa etmektir. Edeceğiz!