Yeni bir öğrenim yılı başlıyor. Eğitimin bilimsellikle olan ilişkisinin neo-liberal piyasa ölçütleri ve ihtiyaçları üzerinden tanımlandığı bir memlekette başlayan yeni öğrenim yılı büyük sorunlarla yüklü olur. Öğretmen atamalarının hala tamamlanmamış olması, serbest kıyafet konusunda belirsizlik SBA yerine 36 sınavdan oluşan “Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş”(TEOG) sisteminin getirilmesi ve uygulama konusundaki muamma bu sorunlardan bazılarıdır. Ayrıca yarım milyon ortaokul mezununun açıkta kalması üniversitelerin kontenjan açıklarının doldurulması için ve ek yerleştirmeler için yapılacak çalışmaların tamamlanmaması, eğitime ve bilgiye ulaşım masrafları, daha okullar açılmadan okul servisine ücretlerine yapılan yüksek zamlar, genel geçim maddelerinin zamlanması reel ücretlerin alım gücünün düşmesi derken emekçi bir ailenin yeni öğretim yılı ile imtihanı gittikçe zorlaşıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun “gelir ve yaşam koşulları araştırması”na göre 75 milyonluk Türkiye’de en fakir yüzde 20’lik nüfusunun gelirden aldığı par 5.8, en zengin yüzde 20’lik nüfusunun aldığı pay ise yüzde 46.tür. GİNİ gelir dağılımı eşitliği ölçüsü katsayısı ise (oran sınıfına yaklaştıkça gelir dağılımının iyileştiğini gösterir.) 0.404’tür.
Yine Türk verilerine göre Türkiye genellikle hane halkı harcamasına %25.8’i konut ve kiraya yapıldı. Gıda harcaması payı yüzde 0.7’den yüzde 19.6’ya geriledi. “Gelire göre yüzde 20’lik gruplar itibariyle tüketim harcamalarının dağılımına bakıldığında en fakir yüzde 20’lik grupta yer alan hane halkının gıda harcamasına ayırdıkları pay yüzde 29 iken en zengin yüzde 20’lik gruptakiler yüzde 14.4 oranında pay” (Taraf gazetesi) ayırmıştır.
Eğitim hizmetlerinde harcama oranları ise en fakir yüzde 202’lik kesimde yüzde 0.6 (1 puan bile değil) iken en zengin yüzde 20’lik kesimde yüzde 4.1’dir. Temel gelir kaynağı emeklilik geliri olan haneler eğitime yüzde 1 oranında harcama yaparken temek gelir kaynağı gayrı menkul ve menkul kıymet geliri olan haneleri en fakir yüzde 20’lik nüfusunun yüzde 0.6 oranında olan eğitim harcamaları hane halkının gelirinin üçte birine denk gelmektedir. Diğer harcama kalemleriyle birlikte düşünüldüğünde eğitimde yaratılacak imkan olanakları emekçiler, emekçi halkı çocukları açısından sınırlılığı ve de imkansızlığı daha fazla göz önüne çıkacaktır. Okul harçları vs. derken halk çocukları temek eğitimden sonrası öylece kapatılmaktadır.
Anadilde Eğitim ve Zorunlu Din Dersi
Eğitim ve fırsat eşitliği salt maddi değil manevi olarak da sağlanması gereken bir olgudur. Egemen Sünni-Hanefi İslam inanışına göre düzenlen eğitimde bu inanca mensup öğrencilerle Alevi vd. ezilen inanç grubuna bağlı öğrencilerin adaptasyonunun aynı olacağını düşünmek doğru değildir. Aynı şekilde anadilde eğitim boyutuyla da durum böyledir. Anadilleri üzerinden eğitim alanların başarı oranıyla zorunlu resmi dilde eğitim alan öğrencilerin başarı oranı farklıdır. Colemerg’in yıllardır. ÖSS sınavlarında en son sırada olmasının önemli sebeplerinden biri budur.
Öyleyse sözünü ettiğimiz koşullarda eğitim ve fırsat eşitliği kurusıkı atılmış bir hamaset değil midir? Faşist rejimin milli baskı politikası çerçevesinde uyguladığı tekçi politika, egemen ulus ve inanç yapısını eğitim sisteminin tüm gözeneklerine yedirmiş olması anadili Kürtçe, Lazca vd. dillerde ve farklı inanç kesimlerinde olan öğrencilerin başarı derecelerinde diğer öğrencilere nazaran uçurumların oluşmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Sonuç Olarak
Gelir dağılımından sermaye kesiminin ve işçi-emekçilerin aldığı pay oranlarına eğitime harcanan gelir oranlarına ve genel yaşam giderlerine farklı dil ve inanç kesimlerinden öğrencilerin eğitim süreciyle ilişkisine baktığımızda eğitim ve fırsat eşitliğinin zengin ve fakir arasındaki bir eşitlik kadar eşitlik olduğu, fırsat eşitliği denen sorunun özününde bu noktadan geliştiğini daha rahat görüyoruz.
Devletin emekçi çocuklarıyla kaymak tabakanın çocukları arasındaki uçurumu “kapatma” iddiasıyla ders kitaplarını (ilkokul) bedava dağıtması kaba bir göz boyamadır. İşçi ve emekçilerden kesilen vergiler bütçenin esasını oluştururken Milli Eğitim Bakanlığı’na yani eğitim-öğretime ayrılan pay bütçenin en az miktarı arasındadır. Sermayeye borç faizi, teşvik programları vb. yollarla kaynak olarak aktarılanlar ise bu orandan kat kat büyüktür.
Bu noktadan hareketle ücretsiz bilimsel, demokratik, anadilde eğitim ve ulaşım taleplerinin yükseltilmesi önemlidir. Eğitim masrafları emekçi bir ailenin üstesinden gelemeyeceği orandadır. Bu nedenle bu talepler son derece haklı ve meşrudur.