Makaleler

ABD tarafından Suriye’nin tehdit edilmesi…

Bilindiği gibi ABD emperyalizmi, 1990-’91 tarihlerinde havlu atan Rusya’nın güdümündeki pazar alanlarını kendi sömürü alanlarına dahil etmiş ve kendisini tek “süper güç” olarak ilan etmişti.

Kalemşörleri tarafından emperyalistler arası kutuplaşma sürecinin artık sona erdiği ve dünyanın süresiz olarak ABD güzergahında “tek kutuplu dünya” sürecine girdiği yönünde bir propaganda faslı yürütülmüştü.

Bir taraftan dünya halklarını tehdit eden, diğer taraftan diğer emperyalistlere kendi sınırları dışına çıkmamalarını dayatan ABD emperyalizmi… Dolayısıyla o dönemin konjonktüründe rakip emperyalistlerin pazarlarının önemli bölümünü kendi pazar alanlarına dahil etmişti. Doğu Avrupa, Balkanlar, Kafkasya gibi bölgelerdeki birçok ülke ABD saflarında yerini almıştı. Sırbistan, Kosova, Afganistan, Irak gibi ülkeleri askeri olarak çökerterek ve işgal ederek kendine bağımlı kılmıştı.

Ancak bu süreç göreliydi. 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren dünya konjonktürü yeni bir dönemece girmiştir. Emperyalistler arası geçici ve göreli olan uzlaşmacı dönem yerini giderek, onlar arasında esas olan pazar rekabeti ve çıkar çatışması dönemine bırakmıştır. Dolayısıyla emperyalistler arası yeni bir kutuplaşma sürecine girilmiştir. Bunun sonucu giderek ABD, Avrupalı ve Japonya emperyalistleri ile Çin ve Rus emperyalistleri arasında yeni saflaşmaya gidilmiştir. Bu saflaşma günümüz konjontürün de daha keskin boyutlara tırmanmıştır.

 

Suriye’de çıkartılan “iç savaş”ın özü…

Uluslarararası mali sermayenin ilişkilerinde esas olan çıkar kavgası giderek daha belirgin bir hatta kaymıştır. Bu durum pazarların sabit olduğu dünyanın tüm alanlarına yansımıştır. ABD öncülüğündeki klasik emperyalistlerin karşısına rakip olarak çıkan Çin ve Rus emperyalistleri Asya, Afrika, Latin-Amerika, Orta-Doğu gibi alanlara açılarak kendilerine pazarlar edinmişlerdir.

Ancak bu durum ABD, Japonya ve Avrupalı emperyalistleri rahatsız etmiştir. ABD, karşısına çıkan bu rakiplerin açılmasını ve yayılmasını önleyememiştir. Her ne kadar ABD dünya nezdinde hala en fazla sermaye ihraç eden ve en fazla ulusal gelire sahip olan devlet olsa da, yeni bir kutuplaşmayla karşısına Çin ve Rus gibi emperyalist rakiplerin çıkması sonucu “süper devlet” vasfını yitirmiştir. Ve emperyalistler arası çift kutuplu bir sürece girilmiştir. Bunun sonucu oluşan emperyalistler arası çelişkiler birçok alanlarda giderek kendisini daha hissettirmektedir.  

Nitekim Ortadoğu’daki Suriye sorunu bunun sonucudur. ABD ve müttefikleri Fransa, İngiltere, Almanya gibi devletler bu bölgedeki güçlerini devam ettirmek için tüm güçlerini ve imkanlarını seferber etmişlerdir. Amerika Devleti tarafından BOP(Büyük Ortadoğu Projesi), “Ilımlı İslam Politikası” diye lanse edilen emperyalist doktrinler doğrultusunda hareket edilmiş ve yeni düzenlemelere gidilmiştir.

Bunun sonucu yeri geldi mi Mısır, Tunus vb. ülkelerde kendiliğinden kitle hareketleri uşak yönetimler üzerinden denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Irak, ABD güdümünde işgal edilmiş, Kuzey Afrika’daki Libya, ABD ve Avrupalı emperyalistlerce bombardımana tutulmuş ve taşeron yönetimlere emanet edilmiştir. BOP kisvesiyle Ortadoğu ile beraber Kuzey Afrika ülkelerini de içine alan ABD’nin müttefikleriyle yaptığı müdahaleler son dönemler Suriye’yi hedef almıştır. ABD ve Fransa, ingiltere tarafından “iç savaş” planlanmış ve TC, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail, Ürdün, Küveyt, Katar gibi bağımlı devletler üzerinden örgütlenmiştir.

“Soğuk Savaş” döneminden beri Rusya’ya bağımlı olan Suriye, rakip emperyalistlerce kendilerine bağımlı kılınmak istenmiştir. ABD ve müttefikleri Suriye “iç savaş”nı, hem Suriye’yi kendilerine bağımlı kılmak hem de, karşılarına çıkan Rusya’ya, Çin’e ve onların minvalinde yeralan bölgesel güç İran’a geri adım attırmak dürtüsüyle çıkartmışlardır. Bu durum sonucu stratejik bir önem de kazanan Suriye üzerine batılı emperyalistler daha çok yüklenmişlerdir. Suriye’deki “İç savaş” bu emellerle çıkartılmıştır.

Nitekim bunun sonucu CİA ve Fransız, İngiliz gizli servisleri tarafından Suriye ordusundan satın alınan subaylar üzerinden devlete karşı “Özgür Suriye Ordusu”(ÖSO) oluşturulmuştur. “İç savaş” onlar üzerinden örgütlenmiştir. İçte yapılan saldırılar sonucu göçe zorlanan Suriyeliler Türkiye, Ürdün, Irak, Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan vd. ülkelere yerleşmişlerdir. Bu ülke devletleri tarafından ÖSO’ya sınırlar açılmıştır. Ve onlara her türlü silah ve patlayıcı malzemeler sağlanmış ve her türlü imkanlar tanınmıştır. Ve bu ülkelere göç eden Suriyeliler içerisinden askeri örgütlenmeye gitmişlerdir.

Daha açık bir deyimle oluşturulan ÖSO, ABD ve bağımlı devletler tarafından organize edilmiş ve onlar tarafından yönlendirilmiştir. Ayrıca Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütü de devlete karşı örgütlenmiştir. Ayrıca El Kaide ve El Nüsra gibi taşeron dini örgütler de TC ve diğer devletler üzerinden dışarıdan Suriye’ye sokularak, saldırıya sevk edilmişlerdir. Nitekim günümüz koşullarında ÖSO ve El Kaide’nin uzantısı El Nusra çetesi tarafından açıktan kitlelere yönelik saldırılar uç boyutlara tırmanmıştır.

Daha açık bir ifadeyle, Suriye’deki iç savaş emperyalist emellerle dışarıdan örgütlenmiş ve ülkeye empoze edilmiştir. Bunda ABD emperyalizminin uşağı konumunda olan TC devletini temsilen AKP hükümeti istekli yer almıştır. Hatta ABD’nin kendisine yüklediği misyondan daha fazlasını istemiştir. Devletin bu durumu açıkça beyan olmuştur.

Bundan dolayı AKP Hükümeti ÖSO ve El Nusra gibi örgütlerin Suriye’ye yönelik saldırılarını sevk ve idare etmekle beraber, daha saldırgan roller talep etmiştir. AKP Hükümeti NATO üzerinden Suriye’nin açıktan işgalini savunmuştur. TC devletinin böylesi bir işgali açıktan savunması mevcut yapısı sonucudur. Çünkü Suriye sınırlarındaki Kürtlerin yaşadığı Rojava’nın varlığı onu daha saldırgan kılmaktadır.

Neo-Osmanlı hayalleriyle Rojava’nın işgal edilerek, Osmanlı dönemindeki Misak-ı Milli statüsüyle TC sınırlarına katılması hayal edilmektedir. ABD ile TC devletinin Suriye sorununda anlaşmazlığı bu noktada olmuştur. Buna rağmen, ABD’nin çıkarları doğrultusunda, Suriye’ye yapılan saldırının örgütlenmesinde TC devleti aktif rol almıştır.

 

abd suriyeyi tehdit ediyor3İç savaş”ın tersine dönüşmesi…

2011’in Mart ayında başlayan iç savaş önceleri, ABD’nin planladığı gibi yürütülmüş imajı verilmiştir. ÖSO ve diğer muhalif silahlı örgütlerin Suriye ordusuna karşı yaptığı eylemler öne çıkarılırken, Suriye Ordusunun onlara karşı üstünlük sağladığı askeri operasyonlar hep katliam olarak gösterilmiştir. Böylece uluslararası kamuoyu nezdinde askeri savaşla beraber psikolojik savaş yürütülmüş ve Esad’ın temsil ettiği devlet yıpratılmak istenmiştir.

Elbette ki Esad’ın başındaki devlet diktatörlüğe tekabül eden gerici bir devlettir. Gerici yapısı sonucu ezilen yığınlar üstünde sınıfsal, ulusal, dinsel vb. baskılar eksik olmamıştır. O devlet nezdinde askeri ve meşrutiyete tekabül eden faşist bir diktatörlük uygulanmıştır. Savaş içerisinde Esad yönetiminin muhaliflerin etkisindeki kileleri hedef alan saldırıları ve katliamları olmuştur. Dolayısıyla Suriye devleti gerici yapıya alternatif değildir.

Lakin emperyalistler tarafından Esad’a karşı sürülen taşeron örgütler de gerici mevzilerde yer alan örgütlerdir. Hatta şu anki mevcut süreçte, kitlelere karşı ABD emperyalizmi ve bağımlı devletler ile onların güdümündeki kukla örgütler daha saldırgan bir konumda hareket ediyorlar. Dolayısıyla onların saldırganlığı daha öne çıkmıştır. Nitekim ABD ve Fransız emperyalizmi Suriye’yi açıktan bombalama ile tehdit etmişlerdir. Daha sonra Rusya’nın girişimleri sonucu Suriye yönetimi kimyasal silahların Birleşmiş Milletlere teslim edilmesini kabullenince, ABD askeri müdahaleyi bir müddet için durdurmuştur.

Sorun salt Suriye’nin iç sorunu değildir. Sorun emperyalistler arası pazar sorunudur. Nitekim ABD, İngiltere, Fransa Suriye üzerine baskı yaparken ve kendilerinin örgütlediği muhalif güçleri desteklerken, sorunu henüz bugünkü boyutlara getirmemişlerdi. Ne zaman ki destekledikleri güçler, Esad’ın başındaki devlet karşısında geri adım attılar, saldırgan ve tehditkar tavırlar almaya başladılar.

ÖSO’nun ve El-Nusra’nın giderek deşifre olan kitlesel katliamları, beraberinde onların kitleler nezdinde teşhirini getirmiştir. Halk yığınları ve savunmasız güçlere yönelik ilkel ve vahşi saldırılar mevcut konumlarını açığa çıkarmıştır. Bağnaz dinciliğin gerici değer yargılarıyla halk yığınları hedef alınmıştır. Tüm bunlar Suriye içindeki muhaliflere yönelik destek sayısını giderek azaltmıştır. Hatta Esad’a kitle desteği giderek artmış ve Esad’a muhalif olan bazı güçler bile mevcut süreçte Esad’la hareket etmişlerdir.

Ayrıca Rusya’nın, İran’ın ve Çin’in Esad’a yönelik askeri, siyasi ve diplomasi alanındaki destekleri giderek artmıştır. İran’ın Devrim Muhafızları ve Hizbullah Suriye ordusuyla birlikte çarpışmışlardır. Tüm bunlar sonucu, 2013’ün Haziran ayından itibaren Esad’a bağlı Suriye Ordusu, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), El-Nusra, Müslüman Kardeşler gibi muhalif güçlere karşı üstünlük sağlamaya başlamıştır. Suriye Ordusu muhalif güçler tarafından ele geçirilen bölgelerin çoğunu ve önemli bölgeleri tekrar ele geçirmeye başlamıştır.

Esad güçleri tarafından ele geçirilen Şam, Humus, Hama ve Halep’i birleştiren M5 Otoyolu ile rakiplerine karşı üstünlük sağlanmıştır. Bu bölge belirtildiğine göre Suriye’nin en işlek ve en stratejik bölgelerinden biridir. Öyle ki bu bölge coğrafi bir alan olarak Suriye’nin yüzde 40’nı, nüfus olarak da yüzde 60-70’ni’ kapsıyor.

Dolayısıyla Suriye’nin hem askeri, hem ekonomik, hem siyasi, hem sosyal ve coğrafi bir alanı devletin denetimindedir. Askeri gücün önemli bir bölümü bu alanda konumlanmıştır. Ayrıca İran’dan gelen Devrim Muhafızları ve Lübnan’dan gelen Hizbullah güçleri kalıcı olarak o alana yerleşmişlerdir. Ayrıca resmi olmayan, ama zamanında Hafız Esat tarafından örgütlenen ve ordu dışında askeri bir güç olan Şabiha teşkilatı da o bölgeye konuşlandırılmıştır.

Suriye Ordusu bu stratejik bölge dışında Lübnan sınırındaki el Kuseyr’i ele geçirmiştir. Bu bölgenin Suriye devletince ele geçirilmesi sonucu, ÖSO ve diğer muhalif güçlere Lübnan sınırından ve Akdeniz’den gelen lojistik destek engellenmiştir.

Böylece muhalif güçlerin harekat alanı daraltılmıştır. Ve önü açılan Suriye Ordusu, el Kuseyr bölgesinden sonra el Kuneytra denilen bölgeyi de ele geçirmiştir. Suriye Ordusu böylece İsrail yenilgisi sonucu 1967 tarihinden itibaren İsrail’in denetimi altına giren Golan Tepelerine hayli yaklaşmıştır. Ancak Golan Tepeleri İsrail’in ilhakı altında olduğu için mevcut süreçte Suriye tarafından geri alınma girişimi pek uygun gözükmemektedir.

Ancak ÖSO, Müslüman Kardeşler, el Nusra ve diğer irili ufaklı muhalif örgütlerin konumlandıkları alanlar hayli daraltılmıştır. Bu örgütler irili ufaklı olduğu gibi birbirinden kopuk örgütlerdir. Dolayısıyla Suriye Ordusu tarafından bu bölgelerin geri alınması, dış güçlerce yönlendirilen taşeron örgütlerin konumlarını ciddi boyutlarda tahrip etmiştir. Sonuç olarak birbirinden kopuk muhalif örgütler mevcut konumları sonucu ABD emperyalizmine umut vermekten uzak kalmışlardır…

 

Rojava direnişi…

Suriye sınırları içerisinde yer alan Rojava Kürtleri Suriye devleti ile gerici muhalif güçlerin saldırısına maruz kalmışlardır. Ancak bu saldırılara boyun eğmeyen Kürtler siyasi ve askeri zeminde örgütlü bir direniş göstermiş ve gerici saldırıları püskürtmüşlerdir. 19 Temmuz 1912 tarihinde özerklik ilan ederler. Ve bunu kamuoyuna 19 Temmuz Devrimi olarak yansıtırlar.

19 Temmuz Devrimiyle birlikte tüm gerici güçlerin saldırıları hız kazanır. Çünkü tüm gerici güçlere karşı tavır alırlar. Rojava Kürtlerinin ilan ettiği özerkliği kabullenemeyen Baas yönetimi ve ABD güdümündeki TC ile Suudi Arabistan’ın desteklediği gerici çete grupları topyekun saldırırlar. Efrin, Sérekaniye, Kobané, Girke Lége, Çilaya, Giré Sipiye vd. Kürt alanlarına yapılan saldırılar PYD (Partiya Yekitiya Demokrat) önderliğinde, YPG(Halk Savunma Birlikleri tarafından püskürtülür. İşgal edilen yerler kurtarılır.

Rojava halkının mücadelesi haklı ve meşru bir mücadeledir. Gerici güçlerin işgal girişimlerine ve saldırılarına karşı olan bu direniş demokratik bir muhteva taşır. Bir taraftan yıllardır kendilerini ezen ve katmerli baskı altında tutan Suriye devletinin saldırılarına yanıt vermişlerdir. Diğer taraftan El Kaide bağlantılı El Nusra ve Irak-Şam İslam Devleti patentli çetelerin saldırı ve katliam girişimlerine boyun eğmemişlerdir. Hatta onlara karşı üstünlük sağlamışlardır. YPG yapılan saldırılara karşı aktif mücadelesini devam ettirmektedir.

Son dönemlerde Esad Kürtlere saldırılarını durdurmuştur. ABD ve diğer emperyalistlerle beraber TC, Sudi Arabistan ve bazı Arap devletlerin Esad’a karşı tehditkar ve saldırgan tutumları daha öne çıkmıştır. Onlar arasındaki bu çelişki sonucu Suriye devleti Kürtlere saldırılarını şimdilik durdurmuş gözükmektedir… Ama El Nusra taşeron örgütünün Rojava’daki saldırıları durmadığı gibi giderek ivme kazanmıştır. El Nusra yaptığı saldırılarla kadın, çocuk, yaşlı demeden Kürtlere yönelik saldırmaktadır. Bu çete daha çok dış ülkelerden gelenlerden oluşmaktadır. Ve bu çeteye en aktif desteği veren ülkelerin başında TC devleti gelmektedir. Öyleki devletin sağladığı destek ve imkanlar sonucu bu çeteler sınırdan yol geçen hanı gibi Türkiye’ye girip çıkmaktadırlar.

Devletin amacı olası koşullarda Rojava’yı işgal etmek ve tampon bölge oluşturarak denetimi altına almak. Ve daha sonrasında resmi olarak sınırlarına dahil etmektir. TC devletinin bu histerik bakış açısı Kürt sorununa ilişkin klasik ama iyice pörsümüş mantalitesinin ürünüdür. Ayrıca Suudi Arabistan da bu çetelere üst boyutlarda imkanlar sağlamaktadır. Bir taraftan mali yardımlar yapan, silah sağlayan Suudi Arabistan’ın, kendi ülkesindeki 1300 idam mahkumunu El Nusra üzerinden Rojava’ya gönderdiği iddia edilmektedir. Ancak Rojava Kürtleri PYD önderliğinde bu saldırıları püskürtmüş ve özerk yapılarını muhafaza etmişlerdir.

Tüm bunlara bağlı olarak yakın zamanda ABD emperyalizminin askeri müdahale kararı alması, Rojavalı Kürtler açısından da emperyalizmin saldırı tehdidini öne çıkarmıştır. Gerçi Rusya’nın girişimiyle ABD’nin aldığı askeri müdahale kararı şimdilik askıya alınsa da, emperyalizmin yarattığı saldırgan hava varlığını devam ettiriyor.

 

Askeri müdahale ve askıya alma kararı…

Suriye’deki gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki, sorun -bir iç sorun olmaktan çok- emperyalistler arası pazar kavgası sorunudur. Nitekim bu ülkeye özgü gündeme getirilen sorunlar ve oluşturulan çelişkilerin muhatapları emperyalist devletlerdir. Bu durum günümüz koşullarında çok daha net şekilde açığa çıkmıştır. Bunun sonucudur ki ülkeye ilişkin alınan kararlar Suriye’den binlerce kilometre uzaklıktaki emperyalist devletler tarafından alınmaktadır. Ama uluslararası sistem haline gelen bu emperyalist devletler en ücra alanlardaki pazarlara ilişkin kararları onlar alırlar.

Nitekim ABD önderliğindeki batılı emperyalist blok ile Rusya-Çin emperyalist bloğu arasındaki pazar kapışması, Suriye sorununu giderek gündemin merkezine oturtmuştur. Lakin Suriye’ye ilişkin son gelişmeler ABD’nin çıkarları minvalinde bir hat izlememiştir.

Son dönemlerde Esad’a bağlı ordunun ÖSO ve El Kaide/El Nusra gibi kukla yapılara karşı sağladığı üstünlük, ABD ve Fransa, İngiltere, Almanya gibi devletleri rahatsız etmiştir. Rusya’nın manyetik alanındaki Suriye’yi BOP kararı doğrultusunda kendi manyetik alanına çekmeyi planlamış olan ABD devleti, bu durum üzerine sorunu tekrar askeri tehdit boyutlarına tırmandırmıştır. On yıllardır dünyaya hükmetmiş ve halkları en üst boyutlarda sömürmüş Amerikan finans kapitalinin devleti, doğası gereği giderek daha tehditkar ve daha saldırgan bir tavır içerisine girmektedir. Bunun sonucu Suriye’yi bombalamakla tehdit etmiştir.

ABD tarafından alınan askeri operasyon kararına gösterilen gerekçe kullanılan kimyasal silah sonucu 1400 kişinin ölümüdür. Ancak ABD emperyalizmi hunharca katledilen 1400 kişinin ölümünü istismar ederek Suriye’ye saldırı kararı almıştır. Onları ilgilendiren katledilen kişilerden ziyade, bu vesileyle yapılacak askeri operasyondur. Öyle ki ABD ve Fransa savaş uçaklarının bombalaması üzerinden yapılacak askeri müdahale, katledilecek yığınların sayısını katbekat artıracaktır.

Nitekim emperyalistler arası tartışma yaratan katliamı kimin yaptığıdır. Dünya halkları nezdinde sorun bu minvalde tartışılmıştır. Amerika ve yandaşları Suriye’yi suçlarken, Rusya, Çin, İran gibi devletler bunu yalanlamıştır. Kısacası halklar emperyalistlerin güdümünde katledilmiştir, sonra da emperyalist emellerin çatıştığı zirvenin gündemine getirilmiştir. Bu tartışma G-20 Zirvesi’ne kadar getirilmiştir.

Kaldı ki, katliamın kimin tarafından yapıldığı şaibelidir. ABD’nin yaptığı tehdit için bu katliam gerekçe olarak gösterilmektedir. Dolayısıyla ABD emperyalizminin örgütlediği ve yönlendirdiği bir katliam imajı vermektedir. Provokatif katliamlar emperyalizmin genel mayasında olduğu gibi, ABD emperyalizminin özgül mayasında vardır. Nitekim bu imaj giderek güçlenmektedir ve tartışma gündeminde yer almaktadır…

Nitekim Amerika devletinin 11 Eylül süreciyle artan tehditkar tavrı dünya halkları nezdinde tepkiye ve aleyhte tavra zemin yaratmaktadır. Ayrıca uluslararası kapitalizmin içine girdiği yapısal ve kronik kriz süreci ABD’ye ve somutunda emperyalist sisteme karşı oluşan tepkiyi daha güçlendirmektedir. Dolayısıyla saldırgan ve tehditkar tavır dünya halkları karşısında ABD’yi zor durumda bırakmaktadır. Ayrıca yukarıda ayrıntılarıyla değindiğimiz gibi karşısına Rus ve Çin emperyalistlerinin çıkması da ABD açısından zorluk çıkartan diğer bir unsurdur. Tüm bu nesnel durum sonucu aldığı kararlar emperyalist devleti zorlamaktadır.

Dolayısıyla Suriye’ye ilişkin takındığı tavır “iki ucu boklu değnek” misali tavırdır. Otoritesini ve prestijini devam ettirmek için aldığı askeri operasyon kararına karşın, Rusya’nın teklifini de kabul etmek durumunda kalmıştır. Rusya, Suriye’ye kimyasal silahların Birleşmiş Milletlere teslim edilmesini telkin ederek kabul ettirmiş ve bunun sonucu ABD aldığı saldırı kararını durdurmuştur. Elbette ki bu karar kesin bir karar değildir.

Rusya’nın teklifi sonucu ABD tarafından alınan askeri müdahale kararı dondurulmuştur. Rusya ve Amerika dışişleri bakanları sorunu Cenevre’de görüşme kararı almışlardı. Rusya Suriye’nin teslim edeceği silahların Birleşmiş Milletler gündeminde ele alınmasını savunmaktaydı. Çünkü Rusya ve Çin Birleşmiş Milletlerin daimi üyeleri olduğu için Birleşmiş Milletler kurumunu öne çıkartmaktadırlar. Sorunun nasıl bir rotaya gireceği ileride belli olacaktır.

 

Suriye halkının gerçek kurtuluşu

Suriye halkının gerçek kurtuluşu mevcut devletin ve karşı devrimin tüm odaklarının alt edilmesiyle mümkündür. Bu çeşitli milliyetlerden Suriye halkının gerçek kurtuluşudur. Ancak bu stratejik hedefe ulaşmak sürecin kendi içindeki her taktik dönemin somut değerlendirilmesiyle mümkündür. Stratejik hedefe ancak bu minvalde ulaşılabilir.

Dolayısıyla Suriye devleti devrimin hedefidir. Ancak bugün emperyalistler ve onların uzantıları hakim sınıf katmanları ve gerici güçler arasında iktidar kavgası vardır. Bu kavgada ABD emperyalizmi ve uzantı güçleri Suriye halkına karşı daha saldırgan konumdadır. Öyle ki ABD emperyalizmi askeri operasyon kararını yakın dönemde almıştır.

Her ne kadar bu karar ertelenmişse de, onların saldırgan ve hırçın yapısı varlığını aynen devam ettirmiştir. Dolayısıyla devrimin stratejik hedefi Esad yönetimi mevcut halk düşmanı konumunu devam ettirmekle beraber; mevcut taktik dönem, halka karşı daha saldırgan ve daha tehditkar olan ABD emperyalizmini ve ÖSO, El Nusra, Müslüman Kardeşler gibi saldırgan çeteleri nesnel olarak daha öne çıkartmıştır. Açıktır ki bu gerçek göz ardı edilemez.

Suriye halkının gerçek kurtuluşu Esad yönetiminin ve karşı devrimin tüm katmanlarının emperyalist efendileriyle hedef alınmasıyla mümkündür. Sınıf mücadelesi onların iktidarının alt edilmesini emreder. Bunun önkoşulu devrimci öncünün bağımsız örgütlenmesi ve bağımsız hareket etmesidir. Ve emekçi kitlelerin devrim saflarında yönlendirilmesidir. Tarihsel olarak burjuva demokratik devrimini yapmamış olan Suriye’nin köklü tarihsel kurtuluşu Demokratik Halk Devrimi ve kesintisiz Sosyalist Devrimle mümkündür. Gerçek ve köklü alternatif çözüm budur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu