Aralık ayında Çin’in Vuhan kentinde görülmeye başlanan ve kısa sürede dünyanın dört bir yanına yayılan korona virüs kısa sürede yaşamı alt üst etti.
Virüsün insandan insana, temas yoluyla bulaşması ve hızı, özellikle de kronik rahatsızlığı olan ve 60 yaş üstündeki insanlardaki öldürücü etkisi, salgının kısa sürede gündemimizin ilk sırasına yerleşmesine neden oldu.
Türkiye’de salgının resmi olarak kabul edilmesi Mart’ın ilk haftalarında denk geldi. Resmi ilanın öncesinde korona virüs kaynaklı çeşitli il ve bölgelerden gelen haberler, ana akım medya ve iktidar tarafından yalanlandı ve reddedildi.
Ancak rakamlar artık inkâr edilemeyecek bir noktaya ulaşınca, AKP-MHP bloğu açıklama yapmak zorunda kaldı. Kuşkusuz Türk sermayesinin salgın sürecine yaklaşımı, halkın sağlığından öte bu dönemin uzun süredir yapmak istediklerini yaşama geçirmek için bir fırsata çevirmek şeklinde oldu. Kitlelere “sosyal mesafe” ve “izolasyon” çağrısı yapılırken ve sokağa çıkma yasakları ilan edilirken sermaye, 20 yıldır gündeme getiremediği hak gasplarını peşi sıra gündeme getirdi.
Salgın, her toplumsal kesimden, sınıf ve tabakadan işçi ve emekçileri, beyaz yakalıları derinden sarstı, kısa sürede yaşam biçimini değiştirdi, yoksullaştırdı.
Salgın koşullarında, sağlık, inşaat vb. pek çok sektörde emekçiler zorla ve düşük ücretlere çalıştırıldı. Bu süreç hala benzer bir karakterde devam ediyor.
Süreç, Newroz hazırlıklarının yapıldığı, işsizlik ve krizin temel gündem olduğu bir noktadan kısa sürede kitlelerin evlerine çekildiği, sokakların boşaldığı bir iklime evrildi.
Dün isyancı kitlelerin dünyanın dört bir yanındaki eylem ve direnişlerine sahne olan dünya, kısa zamanda sessizliğe gömüldü.
Toplumsal yaşamda karşımıza çıkan bu yeni durum, kitlelerin andaki gerçekliği ve sistemin tavrı karşısında devrimci ve ilerici güçlerin ortaya koyduğu performans, olumlu ve olumsuzlukları; eksileri ve artılarıyla tarihin sayfalarına not olarak düştü-düşüyor.
Meydanların boşalması ve herkesin kendi kabuğuna çekilmesiyle birlikte bizim açımızdan da yeni bir tartışma başlamış oldu. Türk devletinin icraatlari ve “Evde kal” çağrıları kitleleri yalnızlığa sürükleyen ve aralarındaki birliktelik ruhunu zedeleyen bir niteliğe sahipti. Dolayısıyla, dayanışma ve kitlelerin birbiriyle etkileşimi, paylaşımı tartışmalarımızın odak noktasını oluşturdu. Bu nedenle başta kendi tabanımız olmak üzere, geniş kitlelerle bağ kurmanın yeni yol ve yöntemleri üzerine kafa yormaya başladık. Dayanışma, bu dönemde ezilenler cephesinde temel kavram olarak öne çıktı. “Sosyal mesafe” ve izolasyona, tecride karşı dayanışmayı sürekli kılmak ve büyütmek sürecin ana halkalarından biri olabilirdi.
Bu bakış açısıyla, kolektif bir emekle, bir dayanışma ağı için hareket geçtik. Buna paralel bir şekilde, pandemiyle birlikte, birbiriyle iletişimi kopmasa bile büyük oranda azalan tabanımızla iletişimimizi diri tutacak bir yaklaşım üzerine kafa yorduk.
“Mücadelenin esas, sağlık tedbirlerinin de zorunluluk” olduğu espirisinden hareketle, kitlemizle bu yeni sürece uygun bir şekilde ilişkilenmek için harekete geçtik.
Kronik rahatsızlığı olan, 60 ve 65 yaş üstündeki yoldaşlarımız ve dostlarımızla onları riske atmayacak bir yöntemle, kimi zaman balkondan kimi zaman kapıdan ziyaretlere başladık. Bir ay önce başlayan ve hala devam eden çalışmayla bir araya gelebildiğimiz kitlemizle süreci, gelişmeleri ve bizlerin buna karşı neler yapabileceğini konuştuk.
Dayanışmanın politik yanına ve örgütlülüğün gücüne vurgu yapan bir içerikle tabanımızla ilişkimizi diri tutuk. Diğer yandan dayanışma ağlarıyla daha geniş kitlelerle bağ kurma ve uzunca süredir ulaşamadığımız insanlarımıza ulaşma imkanı yakaladık.
Çalışmanın ikinci ayağında, ekonomik düzlemde paylaşımın sağlanması bakımından, tutsak ve şehit ailelerimizden başlamak üzere kitlemize yeniden gitmeye başladık. Çeşitli il ve bölgelere yayılan çalışma hala devam ediyor.
Elbette bu süre içinde gündeme ve gelişmelere dair görüş ve fikirlerimizi geniş emekçi kitlelere ulaştırmak adına yeni mecralara ağırlık verdik.
Basın-yayın, gençlik, kadın ve semt alanlarının her biri kendi özgünlüğü içinde üretimlerine ve aralarındaki iletişimi sürdürecek yol ve yöntemlere yöneldi. Sözgelimi, kadınlar pandemi sürecine dair yaklaşım ve taleplerini online yaptıkları toplantılarla toparlamış oldu.
Çeşitli il ve bölgelerdeki gençlik faaliyetçileri divan toplantılarını online olarak gerçekleştirdi, sürece ve gençliğin tavrına yönelik tutumu kolektif bir tartışmanın sonucunda açığa çıkardı. Keza benzer bir durum yayın açısından da geçerliydi.
Sürecin yeni ihtiyaçları doğurduğu gerçeğinden hareketle, yeni yöntemlerle okur kitlesine ulaşmak adına adım attı. Avrupa’da kısa sürede kurulan gerek sosyal medya mecraları gerekse de doğrudan iletişim üzerinden kurulan dayanışma ağları ve dayanışma pratiklerini bu kapsamda başarılı adımlar olarak kaydetmek gerekir.
Avrupa’dan, Rojava’ya oradan Türkiye’ye; gençlik alanından kadın çalışmalarına; semt ve yayın faaliyetine kadar etkileşim, enformasyon ve sürecin ihtiyacı temelinde şekillenme adına önemli bir eforun sarf edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bu süreç hala da devam ediyor.
Bu süre içinde gündemdeki çeşitli gelişmelere de aktif bir şekilde dahil olmaya çalıştık. Tüm bu tabloya rağmen, sürece dair kolektif bir yaklaşımı açığa çıkarmada, yine benzer şekilde ortaklaşılmış bir hedef doğrultusunda eşgüdümlü hareket etmede kuşkusuz ciddi eksiklerimiz de oldu.
Her şeye karşın, yeni sürecin özgünlüğünü anlama ve buna göre şekillenmede ve harekete geçmede; alanlar arasındaki etkileşimi sağlamada aktif, canlı bir pratik ortaya koyduğumuzu söyleyebiliriz.
Pandemi süreci bir kez daha kolektif çalışmanın, her koşulda örgütlü kalmanın ve hareket etmenin gücünü bir kez daha ortaya koydu!