GüncelKadın

KADIN | Bir pandemi aynı zamanda patriarkal olabilir mi?

"Erkek egemen dünya yöneticilerinin hayatımıza soktuğu ve içerisinde kadınlara dönük herhangi bir koruma içermeyen “sosyal mesafe” değil, fiziksel mesafedir bizi salgından koruyacak olan, salgına karşı kadınların mücadelesi ve dayanışmasıdır erkek egemen dünyaya bunu kabul ettirecek olan"

Günlük yaşamımızdan iş ortamına, akademiden evlerimize her şeyin cinsiyetli ve bu cinsiyetlilik halinin elbette kadının aleyhine olduğunu sıkça tekrarlıyoruz.

Dolayısıyla COVİD-19’lu dünyanın ve bu virüse karşı alınan-alınmayan tüm önlemlerin kadınların yaşamına doğrudan ve cinsiyetçi bir şekilde yansıdığını ve yansıyacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu yansımanın en yaygın biçimi ise elbette şiddet ve ekonomik yaşamda görülüyor.
Örneğin Çin’de, yerel polise bildirilen aile içi şiddet vakalarının sayısı, bu yıl Şubat ayında önceki yılın aynı dönemine göre üç kat arttığı ifade ediliyor. Nitekim daha salgın Çin’de ortaya çıktığı dönemde şiddet konusunda yaşanan ve yaşanabilecek artışa dair uluslararası alanda çeşitli çalışmalar yapıldı, bilgilendirmeye yönelik makaleler yayımladı.

Bunların ilklerinden biri Lara Owen tarafından yazılıp 8 Mart’ta BBC’de yayımlanan “Koronavirüs: Asya’daki kadınların hayatını zorlaştıran beş yön” makalesiydi. Bu makalede kadınların yaşadığı sıkıntılar şu şekilde sıralanmıştı; 1) Okulların kapatılması: Okulların kapanmasıyla birlikte çocukların evde kalması, bakım emeğinin esas sahibi olarak görülen anneler için yükün katbekat artması anlamına geliyor.

Bu durum ücretli bir işte çalışan kadınlar için ise tüm gün evde olan ve salgına karşı korunması gereken çocuklara bakabilmek adına işten ayrılmaları anlamına gelmektedir çoğu kez vs. 2) Ev içi şiddetin artışı: Şiddetin en yaygın olduğu alan olarak evde kaldıkça şiddet oranlarında da bariz yükselişin ortaya çıkması durumu.

Örneğin Çin’de pandeminin daha ilk aylarında şiddet nedeniyle şikayetlerin üç kat arttığı raporlanmış. 3) Ön cephedeki bakım işçileri: Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, kadınlar sağlık ve sosyal sektörlerdeki işçilerin yüzde 70’ini oluşturuyor. (Çin’de hemşirelerin yüzde 90’ını ve doktorların neredeyse yarısını kadınlar oluşturuyor. –BN) Dolayısıyla koronavirüse yakalanma oranı da kadınlar arasında daha yüksek olacağı öngörülüyor. 4) Göçmen ev emekçilerinin durumu: Güney Asya ülkelerinde, özellikle de Filipinler ve Endonezya’da kadınlar, göçmen ev emekçisi olarak birçok ülkeye yayılmış durumda. Makaleye göre Hong Kong’da çoğu Filipinli ve Endonezyalı 400 bin kadın ev emekçisi olarak çalışıyor ve bu kadınlar tüm koruyucu önlemlerden uzak bir şekilde çalışmaya devam etmek zorunda kalıyorlar. 5) Uzun vadeli ekonomik etki: Ekonomistler ve hükümetler, salgın yüzünden küresel ekonominin 2009’dan beri en düşük oranda büyüme tahminleri üzerine tartışıyor.

“Sonuçta, koronavirüsünün seyahate, üretime ve tüketime büyük bir etkisi var ki bu da birçok sektörü ve bu yüzden birçok kadın ve erkeği etkilemekte” diyor SOAS Londra Üniversitesi öğretim görevlisi olan Christina Maags. “Ancak düşük gelirli kadınlar, konaklama, perakende ve diğer hizmet sektörlerinde çalıştırılmaya yönlendirildikleri için, tüketimin yavaşlamasından özellikle etkileniyorlar.”

Koronavirüs salgınına henüz pandemi isimlendirmesi yapılmadan önce daha lokal bir düzeydeyken kadınların yaşadıkları, bu başlıklara bugün çok daha fazlasını, çok daha fazla örnekle “eklemek” ve bunları “zenginleştirmek” mümkün. O zaman başlıktaki soruya dönersek, yanıtın çok net bir şekilde “evet” olduğunu görürüz.
Pandeminin ya da pandemiye yol açan virüsün patriarkal olması mümkün olmasa da, pandemiyle birlikte yaşanan her şeyin patriarkal olduğunu ve sürecin giderek daha yoğun bir şekilde kadın aleyhine geliştiğini söylemek gerekir.

Ve elbette bu durum lokal bir alanla sınırlı değil, tıpkı pandemi gibi. Örneğin konuya dair Hindistan’da yaşananlara yakından bakabiliriz. “Feminist India” isimli grubun yaptığı veri toplama çalışmasına göre (başlıktaki soru da bu gruba aittir) Kadınlar İçin Ulusal Komisyon, pandemi karantinasıyla evlere kapanma sürecinin başlamasının ardından, aile içi şiddet vakalarının sayısında dikkate değil bir artış olduğunu tespit etmiş: 8 günde yaklaşık 69 vaka. (Ki bu sadece “ev dışına” yansıyan rakam.)

Feminist India, kadına yönelik ev içi şiddetin artışının nedenlerine de odaklanıyor ve şunları ifade ediyor: “Erkekler başlangıçtan itibaren hak kazanmak için eğitim alırlar ve cinsiyet stereotipleriyle beslenirler. Erkeklerin aile için kazanmaları gerektiği fikri, zihniyetlere derinden yerleşmiştir ve istatistiklerde açıkça ortaya çıkmaktadır.
Bu kavramlar kadınların işgücüne katılımını azaltmakta ve onları yerel alanlarla sınırlamaktadır. Öte yandan, erkekler para kazanarak çok daha önemli bir rol oynadıklarını düşünmeye başlamakta ve nihayetinde ev işlerinin önemsiz olduğu kabulüyle, bu işleri üstlenen kadınları da değersizleştirmekte. Bu da erkeklerde bir üstünlük duygusu yaratır ve kadınlar üzerinde ve sonunda kadınların önemsiz olduğunu reddederek yapılan ev işlerini mahvederler. Bu erkeklerde bir üstünlük duygusu yaratır ve kadınlara aşağılama, onlara karşı saygısızlık vb. yapma hakkını kendilerinde bulurlar.

Bu tutumla birlikte erkekler, üzerinde çok fazla kontrole sahip olmadıkları mesleklerindeki yabancılaşma ve stresi, evde otoriteleri altında bulunan kadınlara karşı kötüye kullanarak üstünlüklerini yeniden inşa etmeye çalışırlar. Bu durum, şimdi eve kapanma döneminde daha yoğun hale gelecektir, çünkü şimdi çoğu erkek evlerinde ve çoğunlukla da boştalar. Bu nedenle, muhtemelen kendi içsel alanlarındaki hakimiyetlerini teyit ederek, profesyonel alanda sakatlanmış olan kendilerine güvenlerini ev içinde hakimiyet elde ederek yeniden kazanmak çabası içinde olacaklardır.

Diğer yandan, kapitalizm ve patriarkanın yapısı dışında, erkekler kadınlarla ev içindeki işleri ve sorumlulukları paylaşmaya hazır değiller. Oransal olarak, Hindistan’da kadınlar erkeklere göre yüzde 577 daha fazla ev içi işleri üstleniyorlar. Kadınların yaklaşık yüzde 71’i erkeklerden erken saatte uyanıyor ve yatağa erkeklerden sonra gidiyorlar. Bu durum, ücretli bir işte çalışanla, ev içinde ücretsiz çalışan kadınlar için de geçerli.
Şu anda evden çalışan ya da hiç çalışmayan erkekler, evde kadınlardan hizmet konusunda daha fazla talepkar durumdalar. Ve bu da tabii ki daha fazla tartışma ve kavgalara neden olmakta.

Bu hikayenin diğer yüzünde ise ev içinde suiistimal edilen kadınların NFHS verilerine göre sadece yüzde 75’i bir başkasından yardım arayışına giriyor. Yani yukarıda verilen 8 günde yaşanan 69 şiddet vakası, sadece dışarıya yansıyan vakalar, yani gerçeklerin çok küçük bir kısmını kapsamaktadır. Dolayısıyla rapor edilmemiş şiddet vakalarının çok daha fazla olduğunu söyleyebiliriz.

Evlere hapsolma sürecinde bu sorun daha da artacaktır. Çünkü evlere hapsedilme süreciyle ilgili hükümetin aldığı karar, uygulamadan 4 saat önce açıklandı ve şiddete uğrama tehlikesini hisseden kadınlar bu kısa süre içinde güvenli alanlara taşınamadı. Şiddet karşısında kadınların sığındıkları yerler öncelikle annelerinin evidir, ancak hareket kısıtlaması nedeniyle bugün bu seçenek de ortadan kalkmıştır.
Şu an kadınlar için tek seçenek istismarcısıyla birlikte aynı evde kilitli kalmaktır. Şiddet uygulayan kişi evin içindeyken, bu durumdan şikayetçi olmak ise hemen hemen imkansızdır.

Nihayetinde kadınlar, NCW’ye (Kadınlar İçin Ulusal Komisyon) e-posta ya da mektupla ulaşabilirler, fakat bu da acil durumlar için yardımcı olamayacaktır. Kadınlar, evde kilitli kaldıkları bu dönemde polise de ulaşmakta zorluk çekmektedirler ve ulaşabildiklerinde, kocaları tutuklandıktan sonra kocasının ailesi tarafından eziyet görme riski mevcuttur.

Diğer yandan mahkemeler sadece acil durumlara bakmaktadır. Bu acil durumların bir listesi bulunmamaktadır ve ev içi şiddet şikayetlerini kapsamakta mıdır, bilinmiyor. Cinsiyete duyarlı daha fazla politikaya ve bu politikaların hassas bir şekilde uygulanmasına ihtiyacımız var. Bu şekilde partner şiddeti sosyal mesafenin en sert gerçeği haline gelmez.”(1)

Bir diğer örnek Fransa’dan… Fransa, pandemi sürecini en ağır yaşayan ülkelerden biri. Ancak sadece bu değil. Fransa pandeminin ilk haftalarında kadınlara yönelik ev içi şiddetin artışına da tanıklık etti.
Cinsiyet Eşitliği Dışişleri Bakanı Marlène Schiappa, evlere kapanmanın ikinci haftasının ardından yaptığı açıklamada, ev içi şiddet vakalarında çarpıcı bir artış olduğunu söyledi. Fransa genelinde ev içi şiddet bir hafta içinde yüzde 32 oranında artarken, Paris’te bu oran yüzde 36 çıkıyor.(2)

25 binden fazla insanın koronavirüsten yaşamını yitirdiği (14 Nisan itibariyle) Amerika Birleşik Devletleri’nde, Ulusal Aile İçi Şiddet Yardım Hattı, artan sayıda kadınlar tarafından arandığını açıklandı. Hattı arayan kadınlar, evdeki partnerlerinin COVID-19’u, kendilerini ailelerinden ve arkadaşlarından daha fazla izole etmek için kullandıklarını söylüyor. Hattın CEO’su Katie Ray-Jones “failler”in kurbanlarını sokağa atmakla, bu şekilde onları hasta etmekle tehdit ettiğini söylüyor.
Ayrıca bu kişilerin, finansal kaynakları veya tıbbi yardımı kendi ellerinde tutarak “kurbanlarının” yararlanmasını engellediklerini ifade ediyor. Öyle ki, ABD’de birçok kadının, koronavirüse yakalanma korkusu ile fiziksel istismar yaşadıktan sonra tıbbi bakım araması engelleniyor.(3) ABD’den bir örnek vermek gerekirse, Tenesse eyaletinde aile içi şiddet rakamlarında geçen yıla göre yüzde 24’lük bir artık meydana geldi. Ancak bu ortalamanın çok üzerinde olan yerler de mevcut, nüfusu 500 bin bile olmayan Hamilton’da bu oran yüzde 89’a çıkmış.

Avrupa Birliği ülkelerinden bir örneği de Kadın Hakları Komitesi Başkanı Evelyn Regner veriyor: Evden çıkmama kararının ardından geçen bir haftada aile içi şiddet üçte bir oranında arttı. Regner, ayrıca AB ve üye devletleri COVID-19 krizi sırasında aile içi şiddet mağdurlarına desteği artırmaya çağırdı.(4)

Koronavirüs salgınını, daha önce geçirdikleri çok sayıda salgın deneyiminden kaynaklı daha az kayıp ve daha erken önlemler ile karşılayan Singapur’da, AWARE’in Kadın Yardım Hattı, Şubat ayında geçen yılın aynı ayında aile içi şiddete ilişkin çağrılara göre yüzde 33’lük bir artış görüldüğünü açıkladı.

Yarı zamanlı ya da esnek çalışma modelinin de hedef kitlesini kadınlar oluşturuyor. İngiltere’yi örnek verirsek, İngiliz hükümetinin rakamlarına göre, çalışan kadınların yüzde 40’ı yarı zamanlı çalışıyor, erkeklerin sadece yüzde 13’ü. Dolayısıyla heteroseksüel ilişkilerde, kadınların, ev bütçesine daha düşük oranda katkı sunduğunu söyleyebiliriz.

Kısıtlamalar nedeniyle (okulların kapalı olması, kreş vb. hizmetlerin durması, yaşlı bakım evlerinin kapatılması vb.) heteroseksüel bir ailede, işten çıkarak fedakarlık gösterenler de kadınlar olmakta.

Dolayısıyla belki de aylar sürecek olan bu durumun telafisi, kadınlar için hayatlarının geri kalan kısmında hiçbir zaman mümkün olmayacak. Yine tek ebeveynli ailelerin de yüzde 90’ını kadınların oluşturduğu İngiltere’de çalışmak zorunda olmakla çocuklarının bakımı arasında kalan da yine kadınlar oluyor. (5)

Fiziksel mesafe, sosyal yakınlık!

Kadına yönelik şiddet ve başta eşit işe düşük ücret talebinin karşılık bulmadığı koşullarda, kayıt dışı, esnek, güvencesiz vs. çalışan, ev içi emeği tamamen karşılıksız bırakılan kadınların sorunları; pandemi ile sadece birkaç ay içerisinde iki veya üç katına çıkmış bulunuyor. COVID-19 öncesinde de kadına yönelik, özellikle aile içi şiddet, kadınların en ciddi sorunlarından biriydi.
Son 12 ayda, BM Raporlarına göre, dünya genelinde 243 milyon kadın (15-49 yaş arası) kendisine yakın erkekler tarafından cinsel veya fiziksel şiddete maruz kaldı. Diğer yandan dünyadaki kadınların yaklaşık yüzde 60’ı kayıt dışı ekonomide çalışıyor, daha az kazanıyor, daha az tasarruf sağlıyor ve yoksulluğa düşme riskleri daha fazla. Ev içindeki ücretsiz emeğin neredeyse tamamını, ücretli bir işte çalışsın ya da çalışmasın kadınlar gerçekleştiriyor.

Daha önce belki COVID-19 kadar yaygın bir şekilde olmasa da salgın, “doğal” afet, savaş vb. olağanüstü durumlarda kadınların yaşadıklarına dair önemli deneyim ve veriler mevcut. Ebola, SARS, MERS gibi salgın dönemlerinde kadınların yaşadıkları özgün sorun ve etkilenme biçimleri raporlanmış olmasına karşın, COVID-19 döneminde bu raporlar doğrultusunda kadınlara yönelik hiçbir özel önlem alınmamıştır.
Örneğin krizin potansiyel ikincil etkisi olarak, doğal afetler ve hastalık salgınları gibi acil durumların ardından aile içi şiddet oranlarının arttığına dair geçmiş kanıtlara rağmen, politikalar oluşturulurken bu gerçeklik, hak ettiği derecede dikkati alınmamıştır.

Salgının tüm dünyaya yayılarak pandemi aşamasına ulaşmasının üzerinden aylar geçmesine rağmen, COVID-19 verilerinde cinsiyet üzerinden sınırlı çalışmalar dışında hükümetler herhangi bir raporlama (hastalığa yakalanma, iyileşme, ölüm, yaşamlarına yansıma biçimi vs.) yapmamaktadır.

Bu raporlamalar, bundan sonra yaşanacak olan benzeri süreçlerde önemli verileri içereceği için ve bu tür salgın vb. durumlarıyla mücadelede uygulanacak politikalar için ön açıcı olacağı için son derece önemli.

Dolayısıyla, biz kadınlara sürekli söylenen “şimdi sırası mı?” saçmalığını her zaman olduğu gibi reddederek kadınlar için COVID-19 sürecinde özel politikalar üretilmesini ve uygulanmasını talep etmeliyiz. Hem de yüksek sesle.

Pandemi ile ilgili oluşturulan veri tabanlarının, raporların aynı zamanda cinsiyet odaklı olarak da gerçekleştirilmesi, kadınlara bu süreçlerin nasıl yansıdığının somut olarak ortaya konulması, geçmiş benzer süreçlerde ortaya çıkan deneyimlere uygun politikalar üretilmesi şarttır.

Son olarak, erkek egemen dünya yöneticilerinin hayatımıza soktuğu ve içerisinde kadınlara dönük herhangi bir koruma içermeyen “sosyal mesafe” değil, fiziksel mesafedir bizi salgından koruyacak olan, salgına karşı kadınların mücadelesi ve dayanışmasıdır erkek egemen dünyaya bunu kabul ettirecek olan… Bu nedenle diyoruz ki, “FİZİKSEL YAKINLIK ÖLDÜRÜR, SOSYAL YAKINLIK VE KADIN DAYANIŞMASI YAŞATIR!”
-YDK Sayfasından-

(1) https://feminisminindia.com/

(2) https://www.euractiv.com

(3) https://time.com/

(4) https://europeansting.com/

(5) https://www.theatlantic.com

Kaynak: Yeni Demokrat Kadın

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu