İnanmadığımız şey “adam Sıkıntısı”dır. İnanmadığımız şey “yapılamayacak” duygusunun kalıcılığıdır ve inanmadığımız şey sanat gücümüzün genel mücadele içinde kitlelerin devrim cephesinde örgütlenmesi için bir cephe “açamayacağı”dır. Evet, bunlara inanmıyoruz, çünkü inandığımız şeyler bunların çok uzağındadır. Bunların zıddıdır. Sadece ardımızda bıraktığımız 40 yıllık deneyimden değil, bununla beraber insanın hem bireysel hem toplumsal tarihinden hem de o tarih içinde bizim için çok önemli olan devrimler tarihinden çıkarttığımız deneyimlerden varılan sonuçla diyebiliyoruz bunları.
Mesele dağınık olanın toparlanmasıdır.
Bu cümlenin anlamı “örgütlenmek” demektir. Bir araya gelip doğru bakışla ilişkiler bütünü oluşturmak ve gücünün farkına vararak hedef için araçlar yaratmaktır.
Durumu “sanat” kavramı bağlamında somutlamak gerekirse bu alandaki olasılıklar belirgin görünebilir. İnsanın estetik duyguların eğitilmesi şartı; sanatın insanı etkileme (bilinçsel ve duygusal) hayati derecede önemli olduğu konusu bizim açımızdan bir tartışma –doğrulukları bağlamında- konusu değildir. En fazla, bunun nesnel zeminde, biçiminin nasıl kurulacağı mevzu bahis edilebilir. Ancak bu “net”liğe rağmen sanat bilincinin örgütlenememiş olması, dağınık ve genel içinde bireysel kalması bizim kabul edebileceğimiz bir çalışma anlayışı değildir. Anlayışımız bu değildir ama pratik böyledir. Bu, bizi tüketiciliğe saplayan çelişmeyi aşmak için yine ve ısrarla dağınık olanın toparlanması formülünü çare olarak görüyoruz.
Farklı mekânlarda farklı yoldaşların farklı konularda bireysel sanatsal çalışmalarının olduğunu biliyoruz. Ne ki, bu çalışmaların kitlelerle buluşturulmayıp genel mücadeleyle bütünlüğünün sağlanamaması onların bireysel üretim olma karakterini besliyor ve bu da sanat ile mücadele arasındaki bağın bu çerçevede kopuşunu besliyor. Sonuçta sanat gerçek işlevini yerine getiremiyor. Eleştiremiyor, talep edemiyor. “Bireysel üretimle” “kitlelerden kopuş” birbirini besleyip büyüten özellik olarak bir döngü yaratıyor. Varılan nokta sığ, yavan üretimlerin getirdiği tatminsiz, estetik yoksunluğunun doğurduğu bıkkınlık, sanatçının kırılan-tükenen şevki, körelen, belki de ortaya çıkma fırsatı bulamayan estetik yaratıcı yeteneğidir. Ki biz, bütün bunları deneyimleyerek öğrendiğimiz için sorunların nedenleri ve çözümleri konusunda açık fikre sahibiz.
Yaşanan sorunların nedenleri ve çözümleri konusunda pek çok şey söylenebilecekken temelde gördüğümüz hata sanatın ne olduğu üzerine bir görüşümüzün oluşmamış olması, estetik çalışmaların farklı anlayışlarla (bireysel) üretilmesine neden olmaktadır. Bu da sanatın bireysel bir etkinlik olarak görülmesine neden olmuştur, olmaktadır. Estetik kuramsal anlayışımızın derli toplu hale getirilip sistematize edilmemiş olması ve bu konuda topun geçmiş sosyalist ülke deneyimlerine atılması özgün, nesnel bir sanat siyasetinin oluşmasını da engellediğinden ve bütün bunlara bağlı olarak sanatın işlevsiz ve tali bir uğraş olarak görülmesinden dolayı sanat üretimlerinin kitlelerle buluşturulacağı araçların yaratılmaması sanat üreticilerimizi bir başına bırakmaktadır.
Görüleceği üzere aynı mekanizma içinde olan şeyler birbirine katkı sağlayıcı ya da zayıflattığı işlevlerle bağlıdırlar. Sanat konusunda da yaşadığımız, bundan sonra da yaşayacağımız şey bunun dışında olmayacağından açıkça gördüğümüz hataları yinelemeden defalarca ve sadece bunlardan bahsetmek yerine bunların çözümü için yeni bir süreci başlatmak önemlidir. Estetik kategorideki gücümüzü dağınıklıktan kurtarmak ve estetik kuramsal görüşümüzü oluşturmak, deneyimlerimizi paylaşmak, ürünlerimizi kitlelere ulaştırmak ve sanat üretimlerimizin kolektif özgür gelişimleri için yaratım yeteneklerinin açığa çıkartılarak yüksek estetik üretimleri yakalamak için merkezileşmek ve bu toparlanmayla birlikte başka sanatçı adaylarının açığa çıkması için cesaretlendirmek ve daha etkin işlevler için talepte bulunarak bir basınç oluşturmak istiyoruz. Şimdi bunun için harekete geçiyoruz.
Bazen her şey teoride öngörüldüğü gibi gerçekleşmez ya da zamanı gelen pratik, bir teorinin oluşmasını beklemez. Başarısızlıklar da esasen bu iki olgu arasındaki uyumsuzluktan gelir. Bizim açımızdan da şimdi tartışma konusu olan estetik sürecin örgütlenmesindeki açmazımıza çare, pratiğin dilini çözmektir. Sanatın bireysel bir uğraş olmaktan çıkartılıp kitlelerle buluşarak sanatçılarımızın “gelecek” rüzgarlarına kavuşması, kuramsal bakışla sanatın özgürlüğü için doğru siyasetin uygulanarak estetik alanda da bir devrim cephesi oluşturulması ancak ve ancak dağınık olanın toparlanmasıyla mümkündür.
Bilinmesi gereken şey dağınık sanat güçlerinin mevcut haliyle tam etkin ve işlevli olamayacağı bu halin ne sanatçıya ne sanata ne de genel mücadeleye tam tatminkar görülmeyeceğidir. Devrimci kaygılarımızın bizleri zorlayan yanı, onun örgütlenme mecburiyetidir. Bu pratik bir sorundur. Aksi halde ne kadar çok konuşulursa konuşulsun, yazılırsa yazılsın sorun kendi çözüm pratiği içinde alınmadıktan sonra çözümsüzlük anaforunda tüketene ve tükenene kadar dönüp dururuz.
Sanat cephesinde yaşanan sıkıntılarımızın özünde yatan nedenin sahipleri bir bakıma göre de sanat üreticilerimizdir. Kuşku duymuyoruz ki, bizim sanatçılarımızın burjuva sanatçılardan ayırt edici yanı aynı zamanda siyasetçi olmalarıdır. “Kendinde sanat” burjuva görüşün aksine, özel bir bilgi biçimi olan sanatın gerçek işlevinin nasıl en verimli hale getirilip kitleleri bilgilendirme ve onların estetik duygularının eğitilmesinin sağlamanın siyasetini güder. Bu bakımdan sanatçılarımızın kuramsal görüşümüzün pratik uygulayımları için siyaset üretmeleri herkesçe beklenen ve beklenmesi d bu bakımlardan anlaşılırdır. Beklenemeyecek olan şey diyalektik materyalist sanatçılarımızın bu beklentilere kulak asmamalarıdır.
İçinden geçtiğimiz sürecin yoğunluğu, halkımıza devrimci cepheye ve komünistlere yönelik saldırıların çok yönlü ve boyutlu olması gücümüzü
sınarcasına bizi zorluyor. Bu saldırıların bu denli güçlü olması onun örgütlenmiş varlığındandır. O saldırılara karşı koyacak gücün de bizim örgütlü varlığımız olduğunu akıldan çıkarmamak önemlidir. Bu genel açısından böyle olduğu gibi onun bir parçası olarak sanat alanında da böyledir.
Ama sanat güçlerinin örgütlenmesi demek, tüm yapılacakların, her konudaki estetik üretim siyasetinin yukarıdan aşağıya belirlenmesi –bunu beklemek- değildir. Bir kere genel kuramsal görüş oluşturulduktan sonra, bu görüşün etrafında bir araya gelen sanatçıların devrimci siyasetleriyle ilgili olarak, kuramsal olanın pratiğe nasıl uygulanacağı, yaratıcı zekalarıyla mevcut kavramı üretimleriyle nasıl güçlü kıldıklarını gördüklerinde örgütlenmenin gerçek anlamı belirecektir zihinlerde ve bu konuda estetik bir gerçek özgürlük yakalandığında diyalektik materyalist süreç sanatta da yansıdığında sanatçının direktif beklemesine ya da sipariş verir gibi ürün talep edenlere gerek kalmadan kitlelerle buluşmanın verdiği derinlikle verimlilik de coşkunlukla açığa çıkacaktır. Kuramsal görüşümüzün estetik alanda yansıyan gelecek tasavvurunun yol açıcısıdır.
Yakın zamanda gerçekleşen Tohum Şenliği bahsettiğimiz yeni sürecin müjdecisi ve çağrısıyken Tohum Kültür Merkezi’nin açılıyor olması da bunun somut deneyimli başlangıcı sayılmalıdır. Bu bir yineleme mi olacak yoksa konuya dahil aşina olduğumuz akıbetlerden kopma başarısını gösterebilecek miyiz? Kuşkusuz bu sorunun somut yanıtını yaşayarak yakın zamanda görmek mümkün olacak. Ancak sorunun yanıtının ne olacağı, kuramsal görüşümüzün oluşup oluşmayacağı, hayata yanıt olacak bir sanat siyasetleri bütününün uygulanıp uygulanmayacağı ve bunların kararlı pratiği için merkezi iradenin gösterilip gösterilmeyeceği gibi etkenlerle birlikte, sanat üreticilerimizin şimdiden başlayarak bütün sürece pratik aktif katılımlarına da bağlıdır. Ve esasen bunlar sanatçılarımızın esas görevleri arasındadır.
Bu bağlam dâhilinde sanat üreticilerimiz pratik üretimlerinin yanında, bu üretimlerinin kitlelerle buluşması için örgütlenmesi, estetik görüşümüzün oluşması için fikir üretmek, öneride bulunmak ve talep etmek ve de sanatçılarımızın siyasetçi olması gerçeğine denk olarak sanat siyasetini hayata geçerli kılmak anlayışlarını canlı tutmalıdırlar.
Sanatçılarımız bu yeni süreci verimli ve doğru değerlendirerek genel mücadelenin önemli bir cephesini oluşturmaya ve halkımızın bilgi ve estetik ihtiyacını gerici ideolojik ablukaya mecbur bırakmamak için karanlığın içinde güneşli alanlar büyütmeye girişmelidirler. (Sincan 1 Nolu F Tipi Hapishane’den Tutsak Bir Partizan)