EmekMakaleler

EMEK | Patatese Gelen İhracat Yasağı Tüccarın Ekmeğine Yağ Sürmektir!

"İhracat kısıtlamasının ithalatın önünün açılmasının iç pazarda üreticinin-köylünün mahsulünü zararına satmasını sağlarken dış pazarda da kompradorların karlarını katlamaları anlamına geliyor"

2018 yılında patlak veren ve her yıl biraz daha derinleşerek devam eden ekonomik kriz, 2020’nin ilk günlerinde de yoksul emekçi halk için kendini en fazla sağlık ve yeterli gıdaya ulaşamamak olarak gösteriyor.

03.01.2020 tarihinde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yıllık enflasyonu yüzde 11.84, gıda enflasyonunu yüzde 20 olarak açıklamış olsa da gerçek enflasyonun Maliye ve Hazine Bakanı’nın özel siparişi üzerine TÜİK tarafından açılanan rakamlar olduğu herkes tarafından bilinen bir ‘sır’. Milyonlarca emekçi sokağa her çıktığında, markete-pazara her gittiğinde kendi enflasyonunun TÜİK’in açıkladığı sipariş rakamlarla aynı olmadığını görüyor.

Birleşik Metal-İş konfederasyonu Ar-Ge birimi ‘halkın enflasyon oranını’ %42.6 olarak açıkladı. Gıda çeşitlerinde yıllık enflasyonsa; meyvede % 94.4, sebzede % 137.7, bakliyatta %21.3, et ve balıkta %14.5, süt-süt ürünleri ve yumurtada %41.2 olarak gerçekleştiği belirtiliyor.

Kapitalist sistemin yapısal bir krizi olan ekonomik kriz sarmalının yaratmış olduğu piyasadaki dalgalanma, tüm tarım ürünlerinde kendini hissettiriyor. Tarımsal girdi maliyetinin A’dan Z’ye ithalata, döviz kuruna bağlı olduğundan kaynaklı da fiyat hareketliliği (zam) gıda çeşitlerinde hızlı bir yükseliş olarak yansımaktadır.

Türkiye’de çalışanların %60’ından fazlası asgari ücretle veya asgari ücretin %10-15 altında veya üstünde maaşla çalışıyor. Dört kişilik bir aile için açlık sınırının 2 bin 178 lira olduğu bir yerde asgari ücret açlık sınırının hemen üstünde 2 bin 334 lira olması emekçilerin ekonomik krizde açlığa mahkum edilmesinden başka bir şey değildir.

Halkın en yoksul kesimi maaşının büyük bir kısmını gıda, ulaşım ve barınma masrafına harcadığı için, gıda fiyatlarında yaşanan ufak bir dalgalanma emekçilerin zayıf olan alım gücünü daha da kırılganlaştırmaktadır.

Gıda ürünleri üzerinde oluşan fiyat artışını engellemek, baskı altında almak bahanesiyle iktidar partisinin 2020’de yaptığı ilk icraatlardan biri de soğan ve patates üreticisini savunmasız bırakıp, tefeci-tüccar eline terk etmek oldu.

“Ticaret Bakanlığı İhracı Yasak ve Ön İzne Bağlı Mallara İlişkin Tebliğ’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliği” 07.01.2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlayarak “kuru soğan ve tohumluk hariç taze veya soğutulmuş patates ihracı” Tarım ve Orman Bakanlığı Bakanlığı’nın ön iznine bağlandı.

Bunu da Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan; bu yıl dünyada patates üretiminin düşük olması, Türkiye’de üretimin yüksek olması, basına yansıma da Türkiye’de üretilen patatese talebin arttığını, iç pazarda fiyat dengesinin olumsuz yönde etkilenmesinin engellenmesi için patates ve soğan ihracatının, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ön iznine verildiği şekilde açıklandı. İhracat yasağının, gıda fiyatlarındaki artışı durdurmak için konulduğu söylense de gerçeklerin bakanlığın söylediği gibi olmadığı açık.

Soğan ve patates ihracatının hangi bakanlığın iznine bağlandığına bir bakalım: Tarım ve Ormancılık Bakanlığı’na. Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli, bakanlığın yanı sıra dünyanın en büyük uluslararası patates ticareti yapan gıda şirketlerinden birisinin danışmanı.

Böyle bir süreçte patates ihracatının Pakdemirli’in ön iznine bağlanması, yapılmak istenenin ne olduğunu da gösteriyor (Tarım Bakanı 2019’da şirketteki danışmanlık görevini bırakmış olduğunu açıklamış olsa da şirket kayıtlarında çalışanlar bölümünde ismi yer alıyordu!). AKP iktidarı tarafından dizginsiz bir şekilde uygulanan neoliberal serbest Pazar ekonomisi coğrafyamızda köylüyü/küçük üreticiyi her geçen yıl biraz daha savunmasız bırakarak uluslararası büyük gıda ve ilaç tekellerine mahkum ediyor.

İhracat yasağı sadece belli bölgelerde üretim yapan üreticiyi olumsuz etkilemeyecek,  yasağın basına yansımasıyla birlikte birçok bölgede tefeci-tüccar bunu fırsata çevirerek, zaten ucuz olan mahsulü “malınız elinizde kalır, çürür” tehdidiyle maliyetinden daha ucuza, zararına almaya çalışarak köylüyü iflasa sürüklüyor.

CHP milletvekili Fethi Gürer’in; “Niğde ve Nevşehir’deki depolarda 2 milyon patates var. Üretici umutla ihracat teşviki beklerken tam zıttı yönde alınan karar çiftçiyi perişan etti. Patatesin depolanmasının nedeni maliyeti 90 kuruş iken tüccara 60 kuruşa bile satamaması. Ürünü yalnız tüccar alıyor, fiyatı tüccar belirliyor.

TMO ortada yok. İktidar depodaki ürün için çiftçiyi tüccara karşı korumazsa mağduriyet artar.” sözleri siyasi iktidar partisinin patates üreticilerini tüccar-tefeci-özel şirket karşısında nasıl savunmasız bıraktığını gösterir mahiyettedir.

AKP’nin uygulamış olduğu tarım politikası Türkiye’de tarımsal üretim sürecinin nasıl parça parça tasfiye edilerek özel şirketlerin denetimine bırakıldığı, patates üreticisi İsmail Hallıoğlu’nun şu sözleriyle daha anlaşılır olmaktadır; “Ülkede zaten tarım politikası diye bir şey yok.

İç pazarda patatesi nerdeyse zararına satıyoruz, tek umudumuz patates ihraç etmekti ama ona da kısıtlama getirildi.

Üretici patates ihraç edemezse hepten zarar eder, borçlanır ve sonraki yıllarda patates üretimi düşer. Ben sözleşmeli üretim yapmayı düşünüyorum, yine para kazanamayacağım sözleşmeyle ama en azından zarar etmeyeceğim”(10.01.2020, BirGün) Üretici ‘geleceğini korumak’ için böyle söylemiş olsa da sözleşmeli üretim modeli emek sömürüsünün en vahşi yapıldığı üretim çeşitlerinden birisidir.

Üretici kendini iflastan korumak için sözleşmeli üretimle kötünün iyisini seçmeye çalışsa da, aslında yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş oluyor. Köylü üretici bu üretim modeliyle emeğine, ürününe, toprağına ve üretim araçlarına yabancılaşarak kendi tarlasında taşeron mevsimlik işçi konumuna geliyor.

Sözleşmeli üretim; kapitalist emek sömürüsünün en vahşi yöntemlerinden bir tanesi olarak son yıllarda tarımsal üretim faaliyetinde hızlı bir şekilde yaygınlaşıyor (Kasım 2019’da Tarım ve Ormancılık Şurasında, bakanlığın ülkedeki tarım sorununu çözmek için önüne koyduğu görevlerden bir tanesi sözleşmeli üretimin yaygınlaştırılmasının olması, önümüzdeki yıllarda bu sorunun daha da yakıcı bir şekilde yaşanacağını gösteriyor).

Sözleşmeli üretimde en baştan itibaren tek bir kazanan vardır; o da özel şirketlerdir, fabrikalar ve tüccarlardır.

İktidar partisinin uygulayıcısı olduğu neoliberal serbest piyasa ekonomisi Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretimde sözleşmeli üretimi yaygınlaştırdı. Uluslararası büyük tarım, gıda ve sanayi tekellerine bağımlılık artıyor.

Bağımlılığı artan köylü, sermaye tarafından daha kolay kontrol altına alınarak üretim öncesi ve sonrası savunmasız bırakılarak istenildiği gibi yönlendiriliyor. Ve köylü bu noktadan sonra hangi ürünü, hangi tohum-gübre ve ilaçla yetiştireceğine kendi karar veremiyor. Hepsini şirketler belirlemeye başlayarak tek patron oluyor.

2018 ve 2019’da soğan ve patates depolarını basarak küçük üreticinin malına el koymaya çalışanlar, şimdi de ihracat yasağını getirerek spekülasyonla-baskıyla üreticinin malına el koymaya çalışıyor. Bu politika köylü düşmanı olduğu kadar kapitalist-emperyalist gıda tekellerinin elini güçlendiren, pazarda zaten eli zayıf olan üreticinin özel şirketler ve tüccarlar karşısında savunmasız bırakılıp teslim alınmasından başka bir şey değildir.

Depolarda 2 milyon tondan fazla patates çürümeye terk edilirken TÜİK raporlarındaki patates ve soğan ihracatındaki rakamlar başka şeylere işaret ediyor.

2019 yılının ilk 11 ayında toplam soğan ihracatı 168,5 bin ton, 2019 yılının ilk 11 ayında toplam patates ihracatı ise 126,6 bin ton olarak gerçekleşti. Sadece Niğde ve Nevşehir’deki depolarda 2 milyon ton patates bulunduğu hesaba katılırsa Ticaret Bakanlığı’nın söylediği gibi ‘ihracat artarsa bile’ iç pazarı etkilemekten çok uzak olduğunu rakamlar gösteriyor.

İhracat yasağının iç pazardaki fiyatları kontrol altında tutmak, enflasyonu baskı altında tutmak için yapıldığı açıklamasının koca bir yalandan ibaret olduğunu önce TÜİK raporları dahi gösteriyor. Amaçlanan bellidir; Irak, Suriye, Tunus, BAE gibi çevre ülkelerde bu yıl patates azken bunu fırsata çevirmek isteyen komprador bürokrat burjuvazisi, ülke içinde üreticinin 60-90 kuruş fiyata mal ettiği bir ürünü spekülasyon çıkararak 60 kuruştan daha ucuza alıp, bir avuç kompradorun karına kar katmak.

İthalat-ihracat politikalarının emperyalist ulusal pazarları kontrol dizayn etmek amaçlı kullandığı bilinmektedir. Hem emperyalist tarım tekellerinin hem de komprador burjuvazinin uzun zamandır uyguladığı bu politikalarla yarı-sömürge ülkelerde üretim kapasitesi düşürülürken, aynı zamanda kar oranları yükseltilmektedir.

Burada tek kazanan sömürücü asalak kesimdir. TÜİK raporlarına göre 1999’da 219.800 bin hektarlık alanda 6 milyon ton patates üretimi yapılırken 2018’de ekim alanı 135 bin 937 hektara, üretim ise 4 milyon 550 bin tona geriliyor.

Nüfus artarken üretim alanı ve oranının düşürülmesi, ülkeyi ithalata bağımlı konuma getirirken, toplumsal üretimde tarımın oranını da kuruluşların (IMF, DB, DBÖ vs.) belirlediği noktaya çekmeye dönüktür.

İhracat kısıtlamasının ithalatın önünün açılmasının iç pazarda üreticinin-köylünün mahsulünü zararına satmasını sağlarken dış pazarda da kompradorların karlarını katlamaları anlamına geliyor. Böylece hiç dokunmadıkları üründen çok büyük kar elde etmiş oluyorlar. Bunun halk dilinde karşılığı soygun olduğu ortadadır. Mesele de buradadır; Türkiye çiftçisi-köylüsü bu soygun düzenine daha ne kadar katlanacaktır…

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu