DünyaMakaleler

GÜNCEL | AKP’NİN LİBYA SEFERİ!

"Rojava’yı işgal harekatı gösterilen direniş ve emperyalistlerin müdahalesi sonrasında kesintiye uğrayan TC devleti, yüzünü bu kez Libya’ya döndü"

Suriye iç savaşında “Emevi Camisi’nde namaz kılma” hayalleri “stratejik derinlik”te boğulan AKP iktidarı, bu kez de yönünü Libya çöllerine çevirdi.

Rojava’yı işgal harekatı gösterilen direniş ve emperyalistlerin müdahalesi sonrasında kesintiye uğrayan TC devleti, yüzünü bu kez Libya’ya döndü.

2011 yılında “NATO’nun ne işi var Libya’da?” diyen ve hemen ardından Libya’nın bombalanması için İzmir NATO Üssü’nü kullandıran TC devleti, bu tarihten sonra da Libya’daki savaşta cihatçı çetelerin yanında oldu. Hatta Suriye’de yakalanan kimi DAİŞ unsurları, kendilerinin gerçek pasaportlarla ve havayoluyla Libya’dan Suriye’ye aktarıldığını itiraf edeceklerdi.

2019 yılı içerisinde özellikle Yunanistan, Kıbrıs, İsrail ve Mısır’ın Doğu Akdeniz’de doğalgaz başta olmak üzere yeraltı zenginlikleri için ortaklaşmaları ve çeşitli anlaşmalar imzalamaları Türk hakim sınıflarını da “bölgesel çıkarlar” gerekçesiyle harekete geçmeye zorladı.

Bölgede arama yapan uluslararası emperyalist şirketleri tacizden kendi arama gemilerini yollayıp askeri tatbikatlar yapmaya kadar bir dizi pratiğe imza atıldı. En sonu ise Libya’da kendisi var ama gücü yok “Ulusal Mutabakat Hükümeti”yle “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Dair Mutabakat” ve “Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası” adı verilen antlaşmalar imzalandı. Havuz medyasına bakılırsa bu anlaşmalarla TC, “Akdeniz’deki büyük oyunu bozdu!

Ardından ise meclis tatildeyken apar topar toplanıp, Ulusal Mutabakat Hükümeti denilen, Trablus ve çevresini kontrol eden cihatçılara destek için tezkere hazırlandı. 2 Ocak’ta ise Libya’ya asker gönderilmesini öngören cumhurbaşkanlığı tezkeresi TBMM’de 184’e karşı 325 oyla kabul edildi. Kabul edilen tezkere 1 yıl süreli ve TC’nin Libya’da aktif olarak Trablus hükümetine destek verilmesini içeriyor.

 

Tezkerenin Gerekçeleri

Mecliste onaylanan tezkereyle birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir yıl boyunca Libya’da “Trablus hükümeti” denilen güçleri savunmak için aktif olarak sahada yer alması öngörülmektedir. Bu durum tezkerede şu şekilde ifade edilmektedir: “Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafından talep edilen desteği sağlamak, Türkiye’nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerektiği takdirde Türkiye sınırları dışında harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilecek.”

Bu desteğin ve asker sayısının, nerede ve nasıl gerçekleştirileceği konusunda ise cumhurbaşkanlığı yetkilendirilmiştir.

TC devleti Libya tezkeresine gerekçe olarak bildik söylemi yine kullanmakta ve “terör” gerekçesini ileriye sürmekte “Türkiye’nin milli çıkarlarına yönelik her türlü tehdit ve güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde her türlü tedbiri almak, Libya’daki gayri meşru silahlı gruplar ile terör örgütleri tarafından Türkiye’nin Libya’daki menfaatlerine yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek” denilmektedir. Tezkerede ayrıca Trablus merkezli İhvancı cihatçı çetelerin eğitileceği de vurgulanmaktadır.

Bütün bu vurgular, TC devletinin Libya iç savaşında taraf olması anlamına gelmektedir. Aslında TC rejiminin Libya iç savaşında en başından itibaren taraf olduğu bilinmektedir. Tezkere öncesinde de TC’nin cihatçı güçlere, silah ve lojistik desteği verdiği, hatta İHA’lar gönderdiği tartışılıyordu. Ancak tezkereyle birlikte bu durum artık resmileşmiştir.

Dikkat çekici bir diğer husus da TC devletinin anlaşma yaptığı “hükümet”in Libya’da çok az bir bölgeyi kontrol ediyor olmasıdır. Öyle ki üzerinde fırtınalar kopartılan ve özellikle Yunanistan’ın tepki gösterdiği “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Dair Mutabakat” anlaşmasında, Libya’nın Akdeniz kıyılarını denetim altında tutan güç, TC’nin “terör”le suçladığı Hafter güçleridir. Ve hatta Tobruk merkezli ve kendisini Temsilciler Meclisi olarak tanımlayan Halife Hafter güçleri, Trablus’a dayanmış durumdadırlar.

 

Güçler Dengesi

2011 yılında emperyalistlerin NATO aracılığıyla müdahalesi ve Muammer Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra Libya’da çeşitli güçler ortaya çıktı. 2014 seçimlerinin ardından ülke siyaseten ikiye bölündü. Bunlardan birisi ülkenin doğusunda, Mısır sınırına yakın Tobruk’ta bulunan Temsilciler Meclisi, diğeri de Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti olarak ortaya çıktı.

Merkezi Trablus’ta bulunan Ulusal Mutabakat Hükümeti, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Türkiye, Avrupa Birliği ve uluslararası kurumlarca meşru kabul ediliyor ve destekleniyor. Tobruk merkezli Hafter güçlerinin kontrolünde olan Temsilciler Meclisi ise Mısır, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fransa ve Rusya’dan destek buluyor. Bu güçlerin silahlı grupları da bulunuyor. Ve birçok cephede savaş halindeler. Trablus’u ele geçirmek için saldırı başlatan Hafter güçleri, Trablus’a dayanmış durumda. Hatta TC’nin asker göndermek için kullanacağı havaalanı bombalama sonucunda kapatılmıştır.

 

TC’nin Hamlesi Ne Anlama Geliyor?

TC’nin “Akdeniz’de oyun bozmak” adına hamasi sloganlarla Libya seferine çıkması son tahlilde AKP-MHP ve Ergenekon kliğinin içinde bulunduğu durumdan bağımsız olarak değerlendirilemez. Kuşkusuz yangından mal kaçırırcasına çıkartılan Libya tezkeresi, TC tarihi açısından son derece önemli bir gelişmedir.

Hey şeyden önce TC-Kore savaşı ve Kıbrıs işgalinden sonra ilk defa böyle bir adım atmaktadır. NATO üyesi olarak pek çok ülkeye “barış görevi” adı altında asker gönderilmişse de Libya tezkeresi ile savaşın tarafı olma adımı atılmış durumdadır.

TC’nin ekonomik ve siyasi durumu düşünüldüğünde atılan bu adımın iç politikada bir karşılığı/hesabı olmakla birlikte, esas olarak emperyalistlerle yapılan pazarlığın, verilen tavizlerin bir rolü olduğu düşünülebilir. Bu noktada belirleyici olarak TC’nin Suriye savaşında içine düştüğü durum ön plana çıkmış görünmektedir. İdlib’te cihatçı çetelere kalkan olan ve onları yönlendiren TC, Rusya’nın ve Suriye rejiminin bölgeye yönelik saldırılarını artırması beraberinde buradaki cihatçı çetelerin Libya savaşına transferini gündeme getirdi. TC besleyip büyüttüğü, eğitip donattığı çeteleri şimdi Libya iç savaşında kendi askerleriyle birlikte kullanma amacındadır.

TC devletinin emperyalistlerle ilişkisi düşünüldüğünde atılan bu adımın arka planında henüz açığa çıkmayan kimi gerekçeler de olduğu açıktır. TC’nin “yeni Osmanlıcılık” hayalleriyle bölgede yayılma amacı olduğu gerçeğiyle birlikte, bu adımların emperyalistler arası çelişki ve rekabetten yararlanma amacı güttüğü de bilinmektedir. Nitekim şimdinin müstakbel muhalifi eski Başbakan A. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” politikası bunun üzerine kuruluydu.

TC rejiminin niteliği ve emperyalistlerle ilişkisi düşünüldüğünde bölgede atılan her adımın emperyalistlerle ilişkisi bulunduğu dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla Libya tezkeresinin gündeme gelmesi bundan bağımsız düşünülemez. Türkiye’nin “en iyi ihraç ürününün asker olduğu” düşünüldüğünde bu türden adımlar anlaşılırdır.

Emperyalistlerle yapılan pazarlıkta, özellikle de TC’nin Suriye’de işgal ettiği bölgelerin durumu önemlidir. Rojava’da işgal edilen bölgelerde işgalci TC ordusunun kalıcı olup olmayacağı bölgedeki direnişe bağlı olsa da Libya’ya yönelik asker gönderme kararının, bölgedeki işgal saldırısıyla bağlantısı olduğu açıktır. Bunun ne olduğu zamanla anlaşılacaktır.

Türk askerinin doğrudan savaşa girmesi ve kayıplar vermesi elbette Türk hakim sınıflarını zorlayacaktır. Daha başından hakim sınıf klikleri arasında Libya tezkeresi konusunda yaşanan tartışma ve saflaşma buna işarettir.

Örneğin Irak ve Suriye tezkereleri söz konusu olduğunda “Yenikapı Ruhu”nda birleşen ve R.T.Erdoğan’ın ardında saf tutan bütün düzen partileri, Libya tezkeresinde birleşmemişlerdir. Hiç kuşkusuz ki bunda en önemli faktör, TC devletinin kuruluş mayasında olan “Kürt düşmanlığı” belirleyici rolü vardır.

Kısacası Libya tezkeresin TC için “fırsat”lar barındırdığı ifade edilse de, bu adım faşizm açısından bir hayli riski de içinde barındırmaktadır. Bölgede artan çelişkiler, özellikle de ABD’nin İran’ın Kudüs Gücü komutanını öldürmesiyle birlikte daha da şiddetlenmiştir. Bu durum Türk hakim sınıflarını daha fazla risk almaya itebilir. Bunun karşılığında ise Türkiye’de toplumun ekonomik ve siyasi krizi daha da derinleşebilir.

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu