Kültür&Sanat

Bir Madımak rüyası…

20 yıl olmuş dün gibi hatırımda. Gölgeli bir mevsim var ufukta, yüreğimin dalgalarında hüzünlü bir köpük. Gölgeler karışmış kanlı Sivas’ta. Yorgun zamanlar birikti avuçlarımda, soylu bir düşünüş olunca yolculuk belki Madımak’a.

Usumuzun karanlık yollarından umutlara topuk vuran kervanların aydınlığa çıkan yolculuklarından alaz bir hüzün yayılır ve alazdır kibritin alevi… Çığlıklar ekerek ilerlerler bir ateş sarar bedenleri. Köklü bekleyişlerin çarpılarla demlenmiş molalarında bir hesaplaşma vardır, araya acılar su serpmeden kızılırmağa türküler ekeriz. Bu yüzden hicranın nar gözelerinden coşku damlar ve her gidilen adresin kapısında bu yüzden devrilmiş bir ömrün her ismi 37 canı sayıklar. 20 yıl ekle 37 cana her yılı bir acı ölçer.

Yorgun bir zaman artığına uzanınca ellerimizin aksi, yamalı bir düşün kapılarını aşar güneş. İçimizdeki deli özlemlerin sığınacağı tek yer olur göğsümüzdeki ateş. Kırgın türküler büyür dilimizde. Otelin penceresinden uzaklara bakar, gönlümüzdeki coşkun ırmaklara taşlar atarız. Deniz olur sevda, aşk olur dalga ve gün gelir yaşamak olur dudaklarımızdaki o hüzzam veda.

Ölümlerle kendimizi yaşamdan soyutladığımız anların kırık düşünüşlerinde bir zaman ıslığı yapışır dudaklarımıza. Ağıtlar koynumuzda alaz bir ateş, mevsimler donuklaşmış bir zaman, aylardan Temmuz, 2’lik girmiştir araya, kanlı yüreğimizin raflarında ay tutkulu manzumelerini okurken. Gecenin karanlığını seçer hep yarasalar, zamanla tükenecek bir direncin surlarını cesaret korur iken. Korku dağılır avuçlarımızdan ve yüreğimizi vurur aşk’ın alazı…

 

Ateş: Alevi canımı yakan. Sır saklayan.

Ateşler görüyorum rüyalarımda. Tamamen küllenmemiş. Nefesimi veriyorum rüzgarın esip götürecek külün yeline. Külün olduğu yerde kayboluyor yel. Yanına bir toz bulutu gibi değiyor el. Ardın sıra takmış peşine ateşi. Otuz yedi çift ele benziyorlar artık. Yele değmiş küllerin altında birer damla süzülüyor aşağıya doğru.

Gözyaşlarına benzetiyorum damlaları. Küller yağmış üzerimize doğru… Bakıyorum küle bulanmış yüzlere, karası mı değmiş Sivas’ın. Elimle silmeye çalışıyorum. Silik bir siluet beliriyor, isi değmiş. Net değil gibi tekrar siliyorum. Daha da kararıyor. Yüzü yok gibi… Sildiğim yüz inatla koca bir is bulutu oluşturuyor. Oturuyorum is bulutunun üzerine ve uzaklaşıyorum. Bulutlara götürüyor beni o is bulutu. Yıldızlar kaybolmuş bulutların arasında. Telaşla yerlerini arıyorlar gökyüzünde. Yüzlerinde endişe. Korkuları hava kararana kadar gökyüzündeki yerlerini bulamamaları. Korkuları; akşamları onları seyreden insanlara sarılamamak. Teselli etmeye çalışıyorum.

Korktukça duvarlar ördü, saklandı içine. “Şeytan icadıdır” dediler aziznameler üzerine. Hapsetti kendini duvarlarına, üstüne yeni duvarlar yaptı, topladı tüm insanları içine. Tozdan korumak için üzerlerine kapatılan, dönerci ustası bir kasap duyduk ki müze olacak can kırıklarıyla dolu Madımak…

Otuz yedi can başım dönüyor hem de öyle dönüyor ki seçemiyorum etrafımdaki hiçbir şeyi. Aynı yöne aynı hızda dönersem geçer belki diyerek dönüyorum ben de. Geçmiyor. Hızlanıyorum, daha hızlı, daha hızlı… Bir girdaptan dalıyorum içeri. Su gibi akıyorum dünyaya. Dünya, dünyam. Benim dünyam, diğer yarımın yaşadığı dünyam… Mutluluk kaplıyor tüm bedenimi. Alevi harlandıkça cem’e dönüyor. Su sırdır diyorum .Söndürün ateşi…

Yaşadığımdan şüphe duymaya başlıyorum. Sessizliğin sesi kulağımı çınlatıyor. Üzülüyorum. Sessizliğin sesini yırtan sesler geliyor uzaklardan. Yakınlaşıyorum. Yakınlaştıkça seslere çığlıklar karışmaya başlıyor. Ben yaklaştıkça çığlıklar daha da acılaşıyor, acılar daha da katmerleşiyor. Zarar vermekten korkuyorum bide korkutmaktan. Daha sessiz olmaya çalışıyorum zaten var olan tüm sessizliğimle. İnsanlar var. Kalabalık. Biri bana dönüyor. Yüzü benim yüzüm. Aynaya bakar gibi bir duygu kaplıyor içimi. Ardından tüm insanlar dönüyor bana hepsinin yüzünde aynı maske. Ben. Ben olmuş hepsi bana bakıyor.

Ellerini maskenin altına götürüp yüzlerini yokluyorlar. Bir eliyle maskenin altındaki yüzlerini kapatıp diğer eliyle maskenin köşesinden tutuyorlar. Naralar eşliğinde maskelerini çıkarıyorlar. Biri hariç. O hala ben gibi bakıyor bana. Maskesiyle. Elleri yüzleri oluyor diğerlerinin. Yüzleri görünmüyor. Naralara çığlıklar karışıyor ve eller düşüyor yanlara. Yüzler karanlık, belirsiz, silik. Aynaya bakar gibi diyorum yine. İsi yeni silinmiş bakar gibi.

Yüzleri silik olanlar bana dönüyorlar. Olmayan bakışlarından ateşi körüklüyor, öfke dolu. Ağır ağır siliniyor yüzündeki is… Heyecanlanıyorum bu sefer. Yok hayır korkmuyorum ama. Bundan eminim. Altından bir ben daha çıkıyor. Silince yüzün karası insan olan ben çıkıyor. Ölen benden. Öldüren????

Dönüyorum, dönüyorum, kendi etrafımda turluyorum; her tur kendi suretime çıkarıyor beni. Artık korkuyorum. Hem de çok. Yine yalnız hissediyorum kendimi. Diğer yanımı istiyorum, sarılıp avunmak için. Karşımdaki ben’e inat diğer yarın diye haykırıyorum.

Rüya içinde rüya olsun istiyorum gördüklerim. Kaçmak istiyorum benden. Olmasın artık, gitsin o, gideyim ben, uyanayım, yok olayım, silineyim ama gitsin, bitsin istiyorum sadece.

 

Simurg nerdesin?

Korkularımı yırtarcasına kanatlarını çırparak bir şeyler yaklaşıyor arkamdan. Bir kuş konuyor omzuma. Adını soruyorum. “Adım yok benim sen koy” diyor. “Simurg” diyorum. “Simurg olsun senin adın.” Şarkılar söylüyor Simurg. Kayın yapraklarını ateşe veriyor. Simurg’un güzel sesiyle küllerimizden yeniden doğmak için alev alev dans ediyoruz.

Uyanıyorum. Ocağın üzerinde duran saat sabahın dördünü gösteriyor. Üzerimi açıyorum, doğrulup yataktan uzaklaşıyorum. Geri dönüp yatağa baktığımda rüyamı anımsıyorum. Tekrar uyursam rüyama devam edip edemeyeceğimi düşünüyorum uyku sersemi. Elimi göğsüme götürüyorum, kalbim güvercin tedirginliğinde çarpıyor.

Uyursam geçer diyorum. Uyursam unuturum. Benimle birlikte kafesime sıkıştırdığım güvercinim de sakinleşir diyorum. O an hayali bir inci beliriyor hafızamda. Sebebini anlayamıyorum.

Rüyamı da unuttum zaten. Her rüya da aynı sorunu yaşıyorum. Uyandığım anda net hatırladığım her şey saniyelerle yarışır gibi yok oluyor. Vakit geçtikçe daha çok unutuyorum. Vakit geçtikçe daha çok siliniyor hafızam. Sanki onunla bende yok oluyorum. Yine tarifsiz ve belirsiz bir ateş düşüyor hayalime. Bu sefer hatırlıyorum. Simurg diyorum.

Simurg nerdesin? Yaşama yeniden gelmek, kendimden yeniden doğmak istiyorum yok olup yeniden başlayarak. Simurg nerdesin? Hatıralar bana oyunlarını oynamaya devam ediyor. Her yerime saklanan anılar, hayaller, mutluluklar geceye inat aydınlatıyor beynimi. Simurg nerdesin?

Zaman geçmiyor mu artık? Hiç sabah olmuyor mu mesela. Ya da sabahları ben mi kararttım. Rüyalar bile sığınmak için bir liman olamıyor artık… İsi yırtan kuş sesleriyle uyanıyorum güne. Anlatıyor heyecanla bir savaş muhabiri.

Çapraz köşede asimetrik yoksulluk, çirkinlik, satılmış gazeteciler… Televizyoncular, kışkırtıcılar, insana dair savaş…

Derin bir yas örtüyorum üzerime. Başka dilde bir çığlık benimkisi… Korkmuyorum sana biçilen tüm anlamlardan. Çağını doldurmuş bir yaşam benimkisi.

Faşizme ve savaşa sevdalılar… Korkmuyorum sizden…

Yürüyorum Simurg gibi ateşe ben…


İbrahim Demirel

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu