“Kurulacak bir yaşam sorulacak bir hesabımız var” diyerek on binlerce insanın meydanları doldurmaya hazırlandığı depremin birinci yılı geride kalırken yitirilen yüz binlerce insanın acısı dün gibi taze.
15 milyon insanın karanlık bir gecede şiddetli sarsıntılar eşliğinde uyandığı ve saniyeler içerisinde güvencesiz binalar nedeniyle ölüme sürüklendiği, evlerinin yıkıldığı AKP-MHP iktidarının ise “kader” dediği fakat asıl sorumlunun devletin kâr ve rant hırsı olduğu 6 Şubat depreminin bilançosu, depremin birinci yılı olan bugün çok daha net ve berrak görünmektedir.
Yerel kaynaklardan ve devrimci, demokrat örgütlerin gözlem ve değerlendirmeleri sonucunda depremin kayıplarının gizlendiğine dair açıklamalar bugün devlet tarafından da kabul edilir hale geldi. Yüz binlerce insanın çürük binalar nedeniyle enkaz altında kaldığı bir depremde Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından itiraf edildi bu gerçek. Kendi sorumluluklarını zerre kabul etmeyen devlet, bir yıldır saklamak istediği sırrı daha fazla rant ve talan için kollarını sıvazlayan Murat Kurum’un ağzından AFAD tarafından 50 bin kişi olarak açıklanan yaşamını yitiren kişi sayısının 130 bin kişi olduğunu tv kanallarında gaf yaparak ifade etti.
6 Şubat depremiyle devasa bir yıkımın meydana geldiği Maraş, Antep, Antakya, Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Osmaniye, Kilis, Adana, Adıyaman ve Urfa, özel deprem bölgesi olarak değerlendirilip yaşanan yıkım karşısında devletin sorumluluğunu yasal olarak almamak, deprem bölgeleri dışında bulunan milyonlarca insanın yaşanan yıkımın boyutunu görmesini engellemek adına saklanan, on binlerce insanın devletin yarattığı enkazlarda can verdiği gerçeğiydi.
Depremin ardından günlerce tek bir AFAD yetkilisi dahi göremeyen halkın “Devlet nerede?” soruları öne çıkarken Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Hatay’da yaptığı konuşmada bir gerçeği ifade ettiğini belirterek “merkezi yönetim ile yerel yönetim el ele vermezse o şehre herhangi bir şey gelmez Hatay’a gelmedi Hatay garip kaldı” dedi. Apaçık devletin deprem sonrası yaptığı yapmadığı birçok şeyin koca bir aldatmaca olduğuna, geçtiğimiz yıl içerisinde birçok kez tanık olmuşken bir yenisine daha tanık olmanın bir anlamı olmalı diye düşünmeliyiz.
Onlar TV ekranlarında 30 metrekare bir alana çimento döküp ardından “hastane temeli atılıyor” diye çarşaf çarşaf yalanlar dizdiler. Depremin ardından aylar geçtikten sonra halka çadır verip, depremin 6. ayına yaklaşırken konteyner kentlere insanları yerleştirmeye başladılar.
Daha artçılar bitmemesine rağmen “6 ay içerisinde konutlarınızı teslim edeceğiz!” diyerek palavralarına bir yenisini ekleyip, halkın yaşadığı yıkım karşısında en temel ihtiyaçlarını seçim malzemesi yapan onlardı.
6 Şubat’ın hesabını sormak…
Çadırlarda, konteynerlarda yaşayan insanlardan 6. ayda elektrik, su faturası isteyen devlet, talan üzerine kurulu düzeninin bekası uğruna her şeyi yapabileceğini tekrar tekrar gösterdi. 20 yıldır halktan aldıkları deprem vergileri, örtülü ödeneklerle hortumlanıp şirketlerin kasalarına aktarılmış, depremin ardından halka İBAN atılmıştı.
Ülkenin dört bir yanından deprem bölgelerine akın ederek dayanışmaya koşan halkı engellemeye çalışan bir devlet; bu dayanışma karşısında dahi talan ve vurgun planı yapan, egemenlerin çarkı yıkılmadan dünümüzün bugünümüzün çalınmasının engellenemeyeceğini, yaşamlarımızın birer rakamdan ibaret görülmemesini bekleyemeyeceğimizi bilince çıkarmak gerekir.
Yaşamını yitiren insanların gizlendiği, toplu mezarlarda kimlik tespiti yapılmadan gömülen binlerce insanın olduğu gerçeği bir yanda dururken. Akıbeti bilinmeyen yüzlerce kayıp çocuğun depremin birinci yılının tamamlanmasıyla ölü sayılacağı bir sürece girdik.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na teslim edilmesi beklenirken cemaatlere teslim edildiği iddia ortaya çıkan “kayıp” çocukların akıbetiyle ilgili bakanlık kayıp çocuk olmadığını iddia ederken aileler çocuklarını aramaya devam ediyor.
Devlet açısından 6 Şubat depremi yıkımın boyutu itibariyle gizlenilmesi gereken bir fiyasko olurken talan ve rantın fırsatı olarak görülmeye devam ediliyor. Yaratılan enkaz, yerel seçimlerle birlikte yeni rant kapıları için milyarlık anlaşmaların birer vesilesi olarak görülürken, yaşamını yitiren insanların öfkesini taşıyan kitleler açısından ayrı bir anlam ifade ediyor.
Bugün Marmara’da, Dersim’de, Gever’de beklenen depremler “asrın felaketi” olarak ifade edilen 6 şubat depreminin bir fragman olabileceği kaygılarını güçlendiriyor.
Bu deprem karşısında sınıfta kalan devletin Marmara depremi gibi 30 milyon insanın yaşamını doğrudan etkileyecek bir deprem karşısında bugünden havlu attığını şimdiden görebiliyoruz.
Bu açıdan 6 Şubat’ın hesabını sormanın kendi geleceğimizi kazanmanın bir adımı olduğunu bilerek meydanları dolduran binlerce insanın yaşanabilir, güvenli kentler için mücadele etmek, örgütlenmek zorunda olduğunu bilince çıkartmalıyız.
İhale ve rant planları yaparken, depremzedelerin barınma hakkını savunmanın egemenlerin halktan çaldıklarını geri almak için birer adım olduğu gerçeğini dört bir yanda yaymalıyız.
Sömürü, talan, rant, yağma düzeninin yaşamlarımızı nasıl çaldığına tanık olan bizler açısından bu gerçek karşısında mücadeleyi büyütmek dışında bir seçenek olmadığını görmeliyiz.
Milyonlarca insanın 6 Şubat sonrası gösterdiği dayanışma pratiğinin önemini ayrıca ifade ederken bugün yitirilen yüz binlerce insanın sırtımıza hem kendileri hem de bizlerin yarınları için yüklediği hesap sorma kararlılığı yaşamımızın birer dinamosu haline gelmelidir.