Kuzey Kafkasya’nın kadim halklarından Çerkesler için 21 Mayıs 1864 tarihin; elbetteki basit anlamda “göç” olarak tanımlamak doğru olmayacktır. Bu tarih koşulları oluşturulmuş, planlı biçimde olgunlaştırılmış ve kaçınılmaz bir eşiğe getirilmiş büyük bir sürgündür, açlıktır, ölümdür, kırımdır ve nihayetinde bir halkın kendi yaşam alanlarından koparılmasıdır. Çerkes halklarının nefessiz bırakılması ve aynı şekilde parçalanarak zamana yayılmış yalnızlık sarmalında yokedilmesinin başlangıcıdır.
Kuzey Kafkasyanın batı ucu olan Karadeniz’den doğu ucu olan Hazar Denizi’ne uzanan hattın, Rus Çarlarınca “dağlılar” olarak adlandırılan müslüman halklarından Çerkesler, Çeçenler ve Dağıstanlılar ve aynı etnik kökenden adlandırılan Adıgeyler, Abazlar, Şapşığlar, İnguşlar, Ubihler, Bıjeduhlar, Karaçaylar, Kenburdey, Balkanlar vs. yaşarlar. Çarlık Rusyası 18. yy.’ın sonlarında başlayan Kafkas savaşları ile bu bölgede yaşayan müslüman halklardan rahatsızlık duymaya başlar. Halkların müsülman olması, Osmanlının da Halifelik üzerinden dini poltikalarla etki alanı olarak görmesi ve oluşan gerilimli ortama-çatışmalara destek sunması bölgedeki çelişkilerin olgunlaşmasını hızlandırır.
Tabiki aslolan çıkarlardır. Rus yayılmacılığının slavlaştırma politikaları; ve bunun için istilayla, savaşla, zorla boşaltma, göçettirme ve boşalan yerleri yeniden iskanlaştırma adımları çarlığın esas yönelimi olarak şekillenmişti. Özellikle Kırım Savaşı (1853-1856) bu çıkar hesaplarının zeminini daha da güçlendirmişti. Kırım Savaşı sırasında Tatarlarınm Osmanlıya destek vermesiyle Rusya’nın içten gelen ve kendisini zayıf düşüren bu duruma yönelik algısı da değişir. Daha öncesinden başlayan ve Osmanlı ile anlaşmalı olarak gerçekleşen gönüllü Tatar göçleri Kırım Savaşı sonrasında da devam eder. Öyle ki; 1789-1922 yılları arasında toplamda 1.8 milyon Tatar’ın Osmanlı topraklarına göç ettiği tahmin edilir. Rusya bu göçlerle açılan kapının kapanmamasını önemsemeye başlar.
Böylece “göç” olgusu Rus Çarlığının müslümanlardan arınma politikasının yegane yolu haline gelir. Çarlık kuzey Kafkasya’da Rus egemenliğini zorunlu görüyordu. Bu aynı zamanda Karadeniz kıyısına da hükmetmenin ön koşuluydu. “Dağlıların” savaşkanlığı ve direnişçi yapısı Rus ordusunu zorluyordu. Çetin dağ koşullarının “dağlılar” lehine olması Rus ordusunun istilasına geçit vermiyordu. Slavlaştırma politikaları da karşılık bulamamış, boşa çıkmıştı. Rus ordusu, önemli bir askeri gücünü bölgede bulundurmasına karşın istediği sonucu elde edemiyordu.
Ruslar, nihayetinde parça parça da olsa Kuzey Batı Kafkas halklarına yönelik baskılarını yoğunlaştırır. Parçalı haldeki Çerkes boylarına karşı amansız bir savaşa girişir ve çoğunu dize getirir. Özellikle 1856’da Şeyh Şamil’in yenilmesi son darbe niteliğinde olur ve manevi açıdan telafisi zor bir yenilgiye dönüşür. Rusya; 1864’de Batı Kafkasya’da yaşayan Çerkes boylarının tamanı kontrol altına alır ve Karadeniz kıyısına sürer. Binlerce Çerkes bu Rus işgaline karşı savaşlarda yaşamını yitirir. Ölümler, sürgün yolculuğunuı beklerken de kol gezer.
Bu ölümcül sürgünün tek sorumlusu Rusya değildi. Osmanlı da kendi çıkarları doğrultusunda bu sürecin bir parçasıydı. Rus gericiliği ve saldırganlığı, çerkesleri yurtlarından sökerek Karadeniz kıyılarına sürerken geri planda da osmanlı ile göçün diplomatik alt yapısını hazırlıyordu. Yapılan görüşmelerde de antlaşma sağlanmış ve Osmanlı devleti göçün “sorumluluğu”nu üstlenmiştir. Muhacir komisyonları adıyla tez elden oluşturulur.
Peki Osmanlı neden bu göçe destek veriyor, parçası oluyordu?
Bir çok neden sıralanabilir. Öncelikle öteden beri” “dağlıların” Osmanlı ile ticari, dini, siyasi ve askeri bağları vardı. Osmanlı idari ve askeri yapısında üst düzey görevlerde bulunan Çerkesler bulunuyordu. Bir çok padişah eşi ya da annesi Çerkesdi. Haremde çerkes kadınların sayısı az tutulmazdı. Yine halifelik kurumu ile birlikte gelen çok güçlü bir dini bağlılık durumu sözkonusuydu. Hac vazifelerini Osmanlı’nın kolaylaştırıcı tutumlarıyla yapabilmeleri ve Osmanlı’nın öteden beri sürdürdüğü dini propagandalar gibi dinamikler Çerkeslerin O)smanlı algısını şekillendiriyordu.
Çöküşün eşiğine gelmiş Osmanlı, Çerkeslerin nüfus yoğunluğundan, savaş gücünden ve kendilerine yönelik eğilimlerinden yararlanmak istiyordu. Hristiyan halkların yoğun olarak bulunduğu alanlarda müslüman varlığını arttırma fırsatı gibi görüyordu Çerkesleri. Yine egemenliği altındaki diğer halkların etnik temeldeki olası isyanlarının bastırılmasında etkin olarak kullanmak istiyordu. Bir de Rus tehtidinin bulunduğu sınır hatlarında Çerkeslerin askeri gücünü kullanarak tampon bölge oluşturup caydırıcı olmak istiyordu. Osmanlı için Çerkesler böylesine çıkarlar demekti.
Böylesine çıkarlar sarmalında 21 Mayıs !864 itibariyle Kuzey batı Kafkasya’nın %90’lık nüfusu; yani Çerkesler ölümcül sürgüne kurban edilirler.sürgüne terkedilen nufüs hakkında farklı rakamlar telaffuz edilse de; 1,5 ile 2 milyon arası olduğu tahmin edilmektedir. Bu nüfusun da en az 1/3’ünün sürgün esnasında açlıktan, başta tifo olmak üzere bulaşıcı hastalıklardan, elverişsiz koşullardan, taşınan gemilerdeki sıkışıklıktan kaynaklı ezilmelerden, havasızlıktan kaynaklı yaşamını kaybettiği, yine karaya çıkanların bir bölümünün de devam eden yolculuklarda ölümden kurtulamadıkları bilinir. Bu ölümcül sürgünde apırlıklı nüfus Çerkeslerden, Adıgeyler, Abazalar, Şapşığlar, Ubitler, Bijeduhlerdir. Geride kalanlar ise 1883 itibari ile Kuzey Kafkasya’nın batısında 16 bin Abaza, 12 bin Bijeduh ve 2 bin 5 yüz Şapşıg olmak üzere 56 bin Çerkesdir.
Osmanlı devleti için ölen kırılan yüzbinlerin anlamı yoktur. Emellerine ulaşma arzusu esastır. Yüzbinlerin ölümüne aldırmaksızın planlamış olduğu çirkef iskan politikalarını uygulayabilmenin pişkin telaşındadır. Hayatta kalan Çerkesleri; başından beri planladığı biçimde Balkanlara; (200 bin ile 400 bin) Anadolu’ya (1 milyon) Suriye-Ürdün (25 bin ) ve Kıbrıs’a (10 bin) yerleştirir. Balkanlarda Rusya’nın slav yayılmacılığının önüne geçmek ve hirstiyan halkların isyanlarını bastırmak; Anadolu’dan Rusya sınırına yakın be aynı zamanda Ermeni nüfusun olduğu yerlere yerleştirerek tampon alanlar oluşturmak ve nüdusu dengelemek; Suriye-Ürdün hattında da olası Arap-Bedevi kalkışmalarının bastırılmasında kullanmak gibi hesaplarla Osmanlı kirli emellerini gerçekleştirmişti. Daha sonra 1877-78 Osmanlı-Rus harbinde Osmanlı’nın yenilmesi sonucu, Rusya Balkanlara yerleştirilmiş Çerkeslerin; Osmanlı içlerine yeniden göç ettirilmesini dayatır. Yaklaşık 300 bin Çerkes bu defa da Balkanlardan Ortadoğu’ya ve Anadolu’ya sürgün edilir. Binlerce Çerkes yine ölümle tanışır.
Çerkesler sürgünde ölüdürüldüler. Yurtsuz bırakıldılar. Savaş gücü olarak öne sürüldüler. Ezilen, baskı altında tutulan ve özgürlük kavgasına tutuşan halklara düşman edildiler.Süratle asimile olsunlar diye bilinçli, planlı iskan politikalarıyla dağıtıldılar. Benliklerini koruyabilmelerine engellemek için bir arada yaşamları dağıtıldı. Hakim kültürlere asimile edildiler. Dillerini, kültürlerini, ekonomik-siyasi birlikteliklerini sürdürebilme ve yaşatabilme imkanları ellerinden alındı.
Sonuç olarak; Rus çarlığının haksız savaşları ve istilalarıyla; osmanlı’nın gerici, çıkarcı ve bağnaz emelleriyleÇerkesler topraklarından sürüldüler, öldürüldüler ve sürgün yaşamlara mecbur bırakıldılar. 21 Mayıs 1864 tarihi Çerkesler için aynı zamanda ulus olarak var olabilmenin, ulusal birliklerini sağlayabilmenin ve kendi yazgılarını belirleyebilme koşul ve olanaklarının gasp edilmesi demektir. Osmanlı’dan Kemalist Türk Devleti’ne ve günümüze kadar süren yalan yanlış tarih dizimine inat ezilen tüm halkların geçmişine ışık tutmak ve tarihin gerçek dinamikleri içerisinde yeniden ifade etmek devrimci sorumluluğumuzun gereğidir. 21 Mayıs 1864’ü ,ve tüm 21 Mayıs’ları da bu çerçevede bilerek, unutmamalıyız.
Bir Tutsak Partizan