Makaleler

12’ler ölümsüzdür! Aliboğazı şehitleri zafer pusulamızdır!

Rojava’da Kürt halkının, Suriye’deki gelişmeler kapsamında ortaya çıkan tarihi fırsatı değerlendirerek öz yönetimlerini, kendi iktidar organlarını inşa etmesiyle başlayan sürecin yansımaları yaşanıyor bugün.

TC devleti bu dönemde ilkin Rojava devrimini boğmak amacıyla bu bölgedeki cihatçı çeteleri YPG’nin üzerine saldı. Bu çetelere her türlü desteği vermekle kalmadı, doğrudan yönlendirdi, örgütledi, perpsektif sundu. Ne varki tüm bu çabalarına karşın ne Kobanê düştü ne de başta DAİŞ olmak üzere cihatçı çeteler Rojava Devriminin büyüyen özgürlük rüzgarlarını durdurabildi. Bunu fark eden ve gören Türk hakim sınıfları Rojava’da gelişen ve büyüyen, Türkiye Kürdistanı’nda yaşayan Kürt halkının şehitlerle bir parçası olduğu bu selin, “sınırlarından” içeri girmesinden korktu, panikledi.

Buna kaşrılık dönemin başbakanı Ahmet Davudoğlu’nun başkanlığını yaptığı MGK toplantısında “Diz Çöktürme Stratejesi” onayladı ve adım adım yaşama geçirildi.

Öz yönetim direnişlerinin T. Kürdistanı’nın dört bir yanında başlamasıyla TC devleti, bu planı devreye soktu. Temel amaç, merkezinde Kürt hareketinin olduğu, devrimci, ilerici güçlerin iradelerinin kırılması, teslim alınması ve onlara diz çöktürülmesiydi. Bu yönelimin merkezinde, düzene yönelen radikal silahlı hareketler vardı. TC devleti, siyasi mücadelenin başkaca araçlarla yürütülmesi anlamına gelen devrimci şiddeti, zoru, silahlı mücadeleyi sınırlandırmak, pasifize etmek, kitlelerden yalıtmak adına kapsamlı bir proje geliştirdi ve yaşama geçirdi. Öz yönetim direnişleri sırasında parça parça ilan edilen OHAL’ler, bölge halkının göç ettirilmesi; katliam ve vahşetle yaratılan korku iklimiyle yapılmak istenen tam da buydu: Halkı devrimci ve ilerici güçlerden uzaklaştırmak! Nitekim şehirlerde bu yönelime paralel olarak gerillaya dönük özellikle de tekniğin çok güçlü bir şekilde kullanıldığı, ardı arkası kesilmeyen askeri operasyonlar; sayıları onbinleri bulan ve adeta cadı avına dönen gözaltı ve tutuklama furyası eşliğinde sürdürüldü.

15 Temmuz başarısız darbe girişimiyle TC devleti, söz konusu konsepti daha etkin uygulama fırsatı buldu. İlan edilen OHAL’in sağladığı tüm avantajlar, “FETÖ’cüler ve darbecilere yönelik mücadele” adı altında devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerin ezilmesi susturulması, baskı altına alınması, hepsinin özeti olarak diz çöktürülmesi ve teslim alınması için kullanıldı. AKP’nin 16 Nisan referandumunda açıkça görülen yaklaşımı ve politikasını tarif eden; Kürt düşmanlığı ve şovenizmde MHP çizgisinin tutturulması, temel hak ve özgürlüklere yönelik azgın saldırılar buna paralel işçi sınıfı ve emekçi yıığınların kazanılmış haklarının gasp edilmesi ve daha fazla sömürü, bu yönelimin sac ayaklarıydı!

16 Nisan referandumunu çok açık bir şekilde hile yaparak ancak atlatabilen R.T. Erdoğan/AKP’nin önümüzdeki günlerde yine odağında Kürt halkının kazanımlarını yok etme çabasının olacağı su götürmez bir gerçek! Bu aynı zamanda, gerilla alanlarına yönelik topyekün imhayı hedefleyen kapsamlı operasyonların süreceği, TC devletinin radikal silahlı mücadele yürüten güçlere sözünü ettiğimiz hedefler kapsamında yönelmeyi sürdüreceği anlamına geliyor. Açık ki Türk hakim sınıfları, bu topraklarda en çok, mücadelenin silahlı halinden korkuyor. Zira, TC devleti tüm olanaklarına ve teknik üstünlüğüne rağmen gerilla karşısında acizleşiyor. Gerilla, ezilen yığınların geleceğe ve özgürlüğe dair umutlarını simgeliyor. Tam da bu yüzden faşizm ne kadar güçlü olursa olsun onun karşısında güçsüz ve zayıftır, yenilmeye de mahkumdur!

 

Diz Çökmeyişin Meşalesi Kopuşun Adı; Kaypakkaya!

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın darağacında 6 Mayıs 1972’de, 18 Mayıs 1977’de Antep’te Kürt hareketinin öncü kadrolarından Haki Karer’in, Amed zindanlarında 18 Mayıs 1982’de teslimiyete ve zulme karşı diz çökmeyen Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut Zengin’in direnişlerine ev sahipliği yapan Mayıs ayı bu bağlamda daha da önem kazanıyor.

Toprağa bire bin vermek üzere  düşen mayıs şehitleri tıpkı bugün olduğu gibi OHAL koşullarında, zulmün ve vahşetin gemi azıya aldığı bir iklimde, direniş meşalesini canlarıyla harladılar.

71 faşist askeri cuntasına karşı Mahirlerin ve Denizlerin direniş bayrağını devralarak Kürdistan’da, Dersim’de gerillanın ilk tohumlarını atan Kaypakkaya yoldaşın duruşu ve bu anlamda öğreticidir! Kaypakkaya yoldaş “kırmızı ışık altında gitar çalmanın bile yasak ilan edildiği” bir siyasal iklimde, halkının özgürlüğü ve kurtuluşu uğruna soluğu dağlarda almış, radikal silahlı mücadeleyi örgütlemiştir! Kaypakkaya, 71 cunta koşullarında, teslim alınmak istenen emekçi yığınların özgürlük düşlerinin diz çökmeyen meşalesi olmuştur! Kaypakyaya yoldaş, Amed zindanlarında 90 günlük kanlı, ağır işkenceler karşısındaki direnişi ile Türkiye halkının kalbine “ser verip sır vermeyen” bir direnişin kahramanı olarak kazınmıştır! Önder yoldaş, tam da komünist kimliğinin bir gereği olarak faşist cellatlar karşısında, Kürdistanın kalbinde diz çökmeyen Kürt halkının, işçi sınıfı ve emekçi yığınların adeta bir temsilcisi olmuştur.

Yoldaş Kaypakkaya, bir devrimcinin temel mücadele dinamiğinin sürekli bir değişim ve dönüşüm buna bağlı olarak da kopuş olduğunu yaşamı ile ispat etmiştir! O, ruhunu bilginin bitmek tükenmek bilmeyen kaynağıyla beslerken, daima bir gelişim, ilerleme ve kendini aşma tutumu içinde olmuştur! Bu yüzdendir ki, Kürt sorunu ve Kemalizm, resmi ideoloji başta olmak üzere pek çok başlıkta döneminin çok ilerisinde ufuk açıcı tespit ve analizlerde bulunmuştur! Kaypakkaya yoldaşın, üç fidanın, Haki Karer ve Dörtlerin, kanlarıyla açtıkları özgürlüğe ve kurtulaşa giden yolun taşları bugünde can bedeli bir mücadele ile döşeniyor!

 

Anıları Mücadele Gerekçemizdir!

 

“Bilirim karanlığı yırtmak

Yıldızları yakalamak

Emek ister, sevda ister, düş ister

Kavgada harmanlanmış

Yaşamla tomurcuklanmış

Patlamaya hazır isyan ister

İster de; en önemlisi

İnançla bütünleşmiş

Kararmayan bir yürek ister

Ve bir de;

Dostluk can işi olursa

Her şeyi ölümüne paylaşmak ister!”*  

 

 

Dersim Aliboğazında 24-28 Kasım (2016) tarihleri arasında faşist ordu güçlerinin yürüttüğü kapsamlı ve sonuç almaya odaklı operasyonlarında son mermisine kadar çatışarak toprağa düşen Munzur (Serkan Lamba), Aşkın (Hasan Karakoç), Cem (Umut Polat), Bakış (Samet Tosun), Orhan (Alican Bulut), Tuncay (Murat Mut), Hakan (Ersin Erel), Ferdi (Doğuş Fırat), Zilan (Esrin Güngör), Özlem (Hatayi Balcı), Ekin (Gamze Gülkaya)  bu mirasın taşıyıcısı olmuşlardır.

On iki Partizan, faşist diktatörlüğün, Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan, cins ve kimliklerden Türkiye halkına yönelik, teslim alma, diz çöktürme, boyun eğdirme konseptine silahları ve türküleriyle karşı durmuş, direnişi büyütmüştür! TC devleti, gerillaya yönelik bu operasyonuyla, halk ordusunu bitirebileceğini, yok edebileceğini düşünüyorsa fena halde yanılmaktadır! Zira, halk ordusu, baskı ve zulüm altında acı çeken halkın silahlı gücüdür. Kuşkusuz halkımızın bu acıları bitmedikçe de varlık nedeni de ortadan kalkmayacaktır!

On ikiler, Kaypakkaya yoldaşın, diz çökmeyen, zulüm karşısında geri adım atmayan direnişini bir meşale gibi taşımış onu canlarıyla harlamış ve dünyanın dört bir yanından görülecek bir isyan ateşi yakmıştır! Küçük derelerin, ırmakların denize akması gibi oniki şehit yoldaşımızın her biri farklı mücadele alan ve bölgelerinden gerillaya akmış, halkımızın özgürlük umudu olmuşlardır!

27-29 Nisan tarihlerinde yine Aliboğazı’nda direnişleriyle düşma kök söktüren on HPG gerillası; Gezi İsyanından Rojava devrimine akan Devrimci Komünarlar Partisi kurucu önderi ve BÖG komutanlarından Ulaş Bayraktaroğlu’nun anıları mücadele gerekçemizdir!

 

* 2 Şubat 2011’de şehit düşen TİKKO gerillası,  Dersim Bölge Siyasi Komiseri Sefagül Kesgin

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu