Anlatılan, imparatorlukların uluslar ve ulus-devletlere dönüştüğü bir tarihsel geçişin hikayesidir. Yeni dünyaya uyma ve uydurma kanlı soykırımlarla gerçekleşti.
Anlatılan hikaye, üç bin yıllık bir tarihe sahip silahsız-savunmasız-örgütsüz bir halkın nasıl acımasız bir şekilde üç bin yıllık tarihsel topraklarından zorla ve şiddetle koparılarak sürgün ve ölüm tarlalarında yok edilenlerin hikayesidir. Geride sağ kalan yaklaşık iki yüz bin kadın ve çocuğun nasıl İslam’a geçmeleri için zorlanarak asimilasyona uğradıklarının tarihidir.
Ve bir asır sonra yeniden külleri içinden ayağa kalkarak en fazla kıyıma-kırıma uğradıkları topraklar üzerinde bir Anka kuşu misali kendini yeniden yaratma ve bulma mücadelesidir verilen. Yeniden uyanış ve ayağa kalkışın çok önemli bir yerinde komutan Nubar Ozanyan vardır.
Onun davaya olan sonsuz bağlılığı, yorulmak bilmez emeği ve çabası, kıskandıran fedakarlığı ve sessiz kahramanlığı vardır. Tarihi kültürü ve iddiayı kendi kimliğinde bütünleştiren Martager (Nubar Ozanyan) yoldaşın saygın emeği ve yeri vardır. Anısına sonsuz saygıyla…
Ermeni Soykırımı’nın anlaşılması
Toplumsal sorunlar uzaktan ve dar bir pencereden bakılarak anlaşılamayacağı gibi Türk egemen sınıflarının resmi tarih tezleriyle doldurulmuş ideolojik etkisi altında kalınarak anlaşılamaz. Anlaşılmadığı gibi doğru bir tutum da takınılamaz. Dost ve mazlum bir halk, düşman ve hain olarak görülür. Tarihsel gerçekler ters yüz edilerek, çarpıtılarak üzerinde en fazla kasıtlı yalanlarla oynanan bir mesele haline getirilir. Soykırım kurbanları, hafıza katilleri tarafından bir kez daha suçlu ilan edilir.
Bütün tarihsel veriler ve elde edilen belge ve dokümanlar dönemin iktidar partisi olan İttihat Terakki’nin Anadolu’nun etnik ve dinsel olarak homojenleştirilmesini öngören Ermenilerin yok edilmesini amaçlayan bir politikayı bilinçli ve planlı bir şekilde uyguladığını doğrulamaktadır. Dönemin yöneticileri tarafından ortaya sürülen “cephe gerisinin güvenliğini sağlamak” iddia gerçek dışıdır.
Bir suç örgütü olan Türk devletine ve gerçekleştirdiği soykırıma yarım asır önce komünist önder İbrahim Kaypakkaya doğru bir bakış açısı getirerek devrimci bir değerlendirme yaparak sağlam bir tutum almıştır. Kısa ve özlü değerlendirmesi bile tarihin ve günün önemli bir toplumsal sorununa Türkiyeli devrimcilerin nasıl bakması ve nasıl yaklaşması gerektiğini öğreterek açıklık ve berraklık kazandırmıştır. O dönem konuşulmayan-tartışılmayan-gizlenen, bir sır gibi saklanan, yasak ilan edilen ciddi bir soruna büyük bir cesaret ve bilgelikle yaklaşmıştır.
Her fırsatta üstü örtülmeye çalışılan, anlaşılmaması için her türlü karartma ve çarpıtmaya maruz kalan, yasak ve tehditlerle dokunulması engellenen sorunların önemli bir yerinde Ermeni Soykırımı gelmektedir. İlk kurşun gibi “modern” Türkiye tarihinde ilk büyük karartma ve çarpıtma da Ermeni Soykırımı meselesiyle başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin en kabarık suç dosyasını oluşturan Ermeni Soykırımı meselesi en başta karartılmalı ve çarpıtılmalıydı ki sonra yaşanacak soykırımların çarpıtma ve karartmaların önü açılabilsin.
Sahte resmi tarih yazımında oldukça yetenekli ve usta olan Kemalistler, herkesin gözü önünde gerçekleşen kırımı, aradan neredeyse 106 yıl geçmesine karşın hafızalardan silmeye, konuşulmasına bile müsaade etmeyerek suç işlemeye devam etmektedir. Herkesin gözünün içine bakarak gerçeği çarpıtmakta, alt üst ederek yalan tarih yazımına devam etmektedirler.
Resmi tarih üzerinden eğitim alan, bunun üzerinden okuma yapan gençler ve çocuklar, tersyüz edilmiş bir gerçeklik karşısında tarih ve halklar huzurunda suçlu durumuna düşürülmektedir. Düşünsel dünyası karartılmakta ve duygusal dünyası zehirlenmektedir. Sadece Türkiye toplumu değil kendisine “aydın-sanatçı-yazar-gazeteci-solcu-demokrat ilerici” diyen herkes Türk egemenlerin gerici-faşist-baskın ideolojisiyle lekelenmekte ve birer suçlu pozisyonuna düşmektedirler.
Ermeni Soykırım meselesi kendi içinde birçok başlık taşıyan temel toplumsal sorunları ve gerçekliği bağrında taşır. TC ulus-devlet gerçekliğini, tarihini, devlet aklı ve elini, parlamentonun niteliğini günümüzün temel toplumsal meselelerini daha kapsamlı ve bütünlüklü anlamak, açıklamak, doğru tutum almak için başvurulması gereken konudur, Ermeni Soykırımı.
Bir kavşak olan bu toplumsal mesele doğru yön bulunup yol alındığında bugün yakıcı olan her birisi temel özgürlük sorunu olan Kürt, inanç, kadın ve ezilen cinsiyetler meselesinde doğru bir tutum alıp kararlılık gösterir.
Günümüzün Kürt-Alevi-Kadın-Özgürlük sorunlarını ve mücadelesini tarihsel arka planıyla daha gerçekçi şekilde anlamak için dönüp Ermeni Soykırım meselesine bakmak, doğru okuma yapıp doğru tutum almak gerekir. Resmi tarihten yana olan, sosyal şoven bir pencereden bakan anlayış sahipleri bu soruna neden bu kadar önem verildiğini, neden bu kadar büyük anlam yüklendiğini sorabilir. Oysa yakına yaklaşıldığında, daha derinlemesine okuma yapıldığında görülecek ve anlaşılacak ki yüzeysel ve üstünkörü bakış açısıyla ne tarih anlaşılabilir ne de günün temel sorunlarının doğru çözümlenmesi yapılır.
Soykırım gerçekliği
Alman emperyalizminin onay ve desteğiyle İttihat Terakki Cemiyeti tarafından gerçekleşen “modern tarih”in en utanç dolu soykırımı Ermeni Armenosidi (soykırım)’dir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu’nun nüfusu 15-17 milyon iken bunun yaklaşık 2 milyonunu Ermeniler oluşturuyordu. Kimi yerlerde Ermeniler Müslüman komşularından fazlaydı. En nüfuzlu ve en zengin Ermeniler, İstanbul’da yaşıyordu. Görünürlükleri onları hem resmi hoşnutsuzluğun hem de Müslüman halkın memnuniyetsizliğinin hedefi haline getiriyordu.
Osmanlı devleti her yönüyle yıkımın eşiğine doğru gidiyor, Balkanlar’da toprak kayıplarına uğruyordu. 1915 yılının başında Osmanlı, Kafkasya cephesinde Sarıkamış’ta büyük bir yenilgiye uğrar. Jön Türkler bu kaybı Ermenilerin ihanetine bağlar. Bir yandan Avrupa’nın dayattığı Ermeni vilayetlerinde reformları kabul ettirme çaba ve zorlamaları Jön Türkler’de ciddi bir şekilde Ermeni düşmanlığının zeminini güçlendirir. Osmanlı Devleti’nin gayrı-müslimlere karşı muamelesini değiştirmekle kalmaz. Ermeni Soykırımı’na giden yol arayışına, nihayetinde Ermeni “sorununa” “nihai çözüm” bulmaya iter. Ermenilerin büyük felaketle sonuçlanan kırımı yaşar.
Alman devleti başından itibaren Osmanlı’yla iyi ilişkiler içinde oldu. Ermenilere karşı ise tam bir kayıtsızlık sergiledi. Biriken toplumsal sorunların çözümsüzlüğü ve ağırlığı, Avrupa’da hızla kurulan ve yayılan ulus-devlet yapılanması ve artan ihtiyacı İttihat Terakki yönetiminde ve çevresinde yeni arayışlara götürdü. Avrupa’da gelişen milliyetçilik fikrinin gelişimi Türk milliyetçilerini de etkiledi. Osmanlıcılık, Pan-İslamcılık yerine Türklerin ırka dayalı bir Türk milliyetçiliğinin izlemesi gerektiği fikri yaygınlık kazandı. Türk ulusu fikri, pan-Türkçü ideale uzanıyordu.
Osmanlı Devleti’nin alacakaranlığında Türkçülüğün etkisi ne kadar az olursa olsun bu fikirler I. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi ve sonrasında gelişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ideolojisi haline geldi.
Mehmet Talat Paşa “Ermeni sorununun çözümü konusunda Abdulhamit rejiminin 30 yılda başardığının fazlasını 3 ayda yaptım. Ermeni politikamız kesinlikle sabittir. Hiçbir şey bunu değiştirmez. Anadolu’nun hiçbir yerinde Ermeni kalmayacak. Ancak çölde yaşayabilirler” diyordu. Ve yaptıklarından asla pişman olmadığını belirtiyordu.
Oysa aynı M. Talat kendi partisinin üyesi olan Ermeni Bedros Halacıyan’a “Hükümet razı olmadığı için kırsal kesimde katliam olmayacağının” güvencesini vermiştir. Ermenilerle ilgili belli bir politikasının olmadığını da belirtir. İkiyüzlülükte ve utanmazlıkta sınır tanımayan soykırım planlayıcıları tek vatan, tek millet ve tek iman yaratmak için her türlü yola ve yönteme başvurmuşlardır.
Talat Paşa’nın üç kısa kelimelik emri vardı “Yak-Vur-Öldür”. Keza soykırımın planlayıcı ve uygulatıcılarından Diyarbakır Kasabı Dr. Mehmet Reşit “Türklüğüm doktor kimliğimden üstün çıktı. Vücut millet için, kafa devlet için” diyebiliyordu. Türk ulusunun savunulması ve yaratılması kitlesel katliamın mantığı haline getirildi.
Alman devletinin rolü
Soykırım sürecinde ve sonrasında elde edilen kanıtlar göstermektedir ki, dönemin Alman hükümeti sürgün ve kitlesel katliamlardan haberdardır ve hiçbir şey yapmadığı gibi İttihat Terakki’nin suç ortaklığı olmuştur. Soykırımın başlıca esin kaynağı, emperyalist Alman devletidir. Özellikle Alman misyonerler, subaylar, diplomatlar, sağlık personeli Ermenilere neler yapıldığını iyi biliyorlardı. M. Talat Alman Büyükelçisi’ne “Ermeni meselesi hal olmuştur” diyerek bu sorun karşısındaki soykırımcı tutumunu ortaya koymuştur.
Mustafa Kemal milliyetçiliği
Kemalizm ile Jön Türk hareketi arasındaki bağlantıyı resmi tarih titizlikle gizlemeye ve inkar etmeye çalışır. Mustafa Kemal, Kasım 1918’de İstanbul’a döner dönmez M. Talat ve Enver’in yurtdışına gitmeden önce hareketi emanet ettiği Jön Türklerle yakınlaşır.
Hareketin ilk günlerinden itibaren İttihatçı olduğu bilinen ancak Talat ve Enver tarafından uygulanan soykırım politikasındaki rolünü ustalıkla gizler. Mustafa Kemal İttihatçıların yaptığı utanç verici zulmün sorumluluğunu üstlenmeden onların ülkeyi homojenleştirme, Türk ulusu yaratma projesini geliştirmek istediği Karadeniz’de Rumlara karşı işlenen soykırım suçuyla sabittir.
- Kemal’in kurduğu ilk meclisin 164 vekilinin büyük çoğunluğu “Ermeni milletini yok etme politikasını onayladığını”, 24 vekilin ise uygulanan şiddete doğrudan katıldığını belirtebiliriz. Kemalist hükümet, 8 Kasım 1920’de Kazım Karabekir’e çektiği telgrafta “Ermenistan siyasi ve fiziksel olarak yok edilmelidir” diye emreder.
Ermenilerin daha sonra ağırlıklı olarak M. Kemal önderliğinde Rumların katliamı ve sürgünüyle yaşadıkları topraklardan zorla çıkarılmaları Kemalist devletin temelini hazırlamıştı. Hayatta kalan Jön Türklerin birçoğu, Cumhuriyetin kurucuları arasında yer aldı. Tıpkı İttihat Terakki mensupları gibi M. Kemal’in Türk ulusunun ülkenin yegane hakimi ve sahibi üzerine kurduğu milliyetçilik homojen bir Türk ulusu yaratma projesiydi.
Ülkenin homojenleştirme politikası önce Ermeniler-Rumlar, Süryani-Asuri ve Keldani-Ezidiler üzerinde uygulanır. Sonra Kürtler-Aleviler üzerinde uygulanmaya devam edilir. Bugün bu politika bitmiş, tamamlanmış değildir.
Asimilasyon
Soykırımın bir parçası da katliam sonrası geride sağ kalan kadın ve çocukların asimile edilerek zorla Müslümanlaştırılarak Türkleştirilmesidir. İttihatçı-Kemalist iktidarın asimilasyon politikası, Hıristiyan halkları İslam’a zorlayarak Türkleştirmenin yolunu açmaktır. Gerek 1894-96 yıllarında, gerek 1901 Adana Katliamı’nda, gerekse 1914 Soykırımından sonra geride sağ kalan kadın ve çocuklar zorla İslam’a geçmeye zorlanmışlardır. Kürt, Türk, Arap aşiret ve ailelere verilen kadın ve çocuklar hayatta kalabilmişlerdir. Hayatta kalmanın başka hiçbir seçeneğinin bırakılmadığı Ermeni-Rum-Süryani halklar İslam’ı kabul ederek köklerinden koparılmış, ruhları ve bedenleri tutsak alınmıştır. Katlanamayacak zorluklara, kabul edilmez aşağılanmalara, çirkin ayrımcılık ve ötekileştirme uygulamalarına maruz kalarak sığıntı bir köle gibi yaşama tutunmaya çalışmışlardır. Kendisi olamayan başkası da olamaz. İki farklı uç kimlik ve inanç yaşamak zorunda bıraktırılan “kılıç artıkları” efendileri tarafından hep bir bedel ve diyet ödemek zorunda oldukları hatırlatılarak ezilmişlerdir.
Soykırım tarihçileri bu sayının yüzbinlerce olduğunu iddia etmektedir. On binlerce yetim çocuk yabancı misyonerlerin korumasına bırakılmış, bu çocuklar misyonerlerin asimilasyon politikasına maruz kalarak kendi gerçekliklerinden kopartılmışlardır.
Tam da bu kimsesiz yetim çocukların dördüncü nesil evlatları bugün Rojava Devrimi’yle birlikte uyanışa ve ayağa kalkmaktadır. Öz savunma örgütlülüklerini ve toplumsal meclislerini kurmaktadır. Bir yandan yaşamın zorluklarına ve yokluklarına karşı mücadele ederken diğer yandan AKP-MHP faşist diktatörlüğün bitmez tükenmez tehditlerine karşı direnmektedir.
Köklerini ve kimliğini arayan on binlerce Ermeni genç kadın ve erkek genç, toprağa dayanarak yüzlerini hakikate çevirerek başta utanç verici soykırıma karşı mücadele ederken diğer yanda kendilerini kimliksiz ve sahipsiz bırakan gericiliğe ve cehalete karşı savaşmaktadır. (Devam edecek)