Partizan tarafından Kadıköy’de “Sınıf Hareketinin Öğrettikleri Işığında Ne Yapmalı?” başlıklı bir forum yapıldı. Forumun düzenlendiği salona, “Emeğin kurtuluşu için Birliğe ve Direnişe”, “Polonez’de direniş kazanacak”, “Kayyumlar gidecek biz kalacağız”, “Metal işçisi kazanacak. Tüm işçi sınıfı kazacak”, direniş işçilerinin isimlerinin olduğu ve üzerinde “Birleşen işçiler kazanacak” yazılı pankartlar asıldı.
İşçi sınıfının kurtuluşu; eşitlik, özgürlük ve devrim mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan 1 dakikalık saygı duruşunun ardından etkinliğe neden ihtiyaç duyulduğu üzerine kısa bir açıklama yapıldı.
Yapılan açıklamada, son 4-5 yıldır ülkenin birçok yerinde bazen küçük bazen büyük bir çok direnişin yaşandığı, bu durumun sınıfın içinde bulunduğu hareketliliğe dair bir işaret olduğu vurgulandı. Konuşmada, “gücümüz oranında bu işçi direnişleri, grevleri ile bir ilişkilenmeye çalışıyoruz, sınıfla daha fazla ilişkilenme, daha fazla temas kurulması, sınıf içinde örgütlenme çalışmasının tartışmalarının bir sonucu olarak bugün birlikte tartışma ihtiyacı doğmuştur.” sözlerine yer verildi.
Bu açıklamanın ardından Forum’a geçildi.
İlk konuşmaya geçilmeden önce 19-22 Aralık katliamında yaşamını yitirenler anılarak devletin hapishanelerdeki katliam politikaları üzerine vurgular yapıldı.
Moderasyon tarafından yapılan konuşmada, “2024 yılında ülkenin hemen hemen her yerinde işçi eylemleri, işçi direnişleri grevler gerçekleşti. Yıl boyunca As plastik, Belvado, Gratis, Agrobay, Polonez, Özalp Tekstil, Fernas Madencilik, Belediye İşçilerinin, Schneider vb. işçi eylemleri yapıldı. İşçi sınıfı sermayeye karşı her dönem farklı şekillerde mücadele etmesini bilmiştir. 70’lerin ikinci yarısında örgütlenen birçok eylem içerisinde ekonomik talepleri olsa da politik talepler de dönem dönem gündeme taşındı. 12 Eylül’de grevleri yasaklamak, sendikaları kapatmak, devrimci işçileri tutuklamak gibi emekçilerin elini kolunu bağlamaya, haklarını budamaya ve etkisizleştirme yoluna gittiler. Günümüzde sendikaların içinin boşaltılmasına rağmen işçilerin direnişleri devam etmektedir. Bu süreçte bizim yapmamız gereken bu süreci daha sağlıklı daha ileriye taşınmasının konuşulması. önümüze koyacağımız görevlerin neler olduğunu konuşmamız gerekiyor” denildi.
Sendikaların durumu üzerine ilk sunumu yapan hizmet iş kolundan işyeri temsilcisi olan konuşmacı, “Son dönemde ve yakın tarihimizde sürdürülen işçi mücadelelerinin 2020’lerden sonra ülkemizin hemen hemen bütün bölgelerinde işçi hareketlerinin yoğun olduğunu görmekteyiz. Sermaye ve baskın güçlerin sistemlerinin artık işlemediği ve işçi sınıfının 2020’lerden sonra işçi direnişlerinde eylemlerinde gözlemlediğimiz temel şeyler; esas olarak bu direnişlerde işçilerin direnişe geçme sebepleri sendikalaşma, işten çıkartılma, iş güvencesi, toplu iş sözleşmelerinde uyuşmazlık, vergiden muafiyet, çalışma koşullarında iyileştirme, tazminat hakkının gaspı, aşırı çalışma vb. Yani işçi sınıfı sendikalaşmak istiyor.” diyerek sendikalaşma nedenlerine dair bir değerlendirme yaptı.
Sunumda, işçi sınıfının daha çalışma koşulları ve sendika mücadelesinin siyasi özü ve daha fazla nasıl siyasi bir karakter kazanabileceğine dikkat çekildi:
“Bizim sınıf olarak siyasi taleplerimiz var mı? Sendikaların böyle bir talebi var mı Bugün demokratik hak talepleri olarak kalan bu istekler işçi sınıfı hareketi politik talepleri de ön plana çıkarak bir tavır edinmelidir. Sadece ekonomik taleplerle sınırlandırılmış bir hareket kendisini nereye taşıyabilir? Toplu sözleşme ile grev bitmiş oluyor ondan sonraki süreçte de işçi çalışma hayatına devam ediyor. Emek gücünü sunuyor ve hayatını belli bir ücretle devam ettirmeye çalışıyor, devamı gelmiyor”
“İktidar elindeki tüm mekanizmaları işçi sınıfına karşı kullanıyor. İşçi direnişleri sınıf hareketini geliştirmek için çok önemli adımlar. Salt ekonomik talepli direnişler güzel anlamlı ve dayanışması gereken hareketlerdir ama bu hareketler sönümlenmeye dönük hareketlerdir. Direnişlerin genel taleplerinden ekonomik ve demokratik talepler ücret iyileştirmesi, iş güvencesi gibi parasal konular, aile yardımı, kültürel faaliyetler vb ekonomik ve sosyal konular, sendikal hareket yönündeki engellerin kaldırılması, vergi muafiyeti vb talepler demokratik taleplerdir. Burjuvazi işçiyi o kadar hapsetmiş ki açıktan bir sendika süreci bile yönetilemiyor işyerlerinde”
“İşçilerin direnişleri arttıkça sendikal hareket de bundan etkileniyor.”
İkinci sunumda ise Partizan adına yapılan konuşmada işçi sendikalarının mevcut durumu, sendikalara hakim olan sendikal çizgi, sendikal mücadele ile siyasi mücadele arasındaki ilişki bugün işçi sınıfının sosyalizme olan uzaklığının nedenlerine dair değerlendirmeler yapıldı.
“Sendikal hareket ile devrimci demokratik hareket arasında çok yakın bir ilişki var. Polonez işçileri 156 gündür direniyorlar. Sendikaya üye oldular, haklarını istediler ama gelinen aşamada işçiler karşılarında yalnızca patronu görmediler karşılarında polisi gördüler, müdürleri gördüler hatta müftüyü bile gördüler. İşçiler işe sendikalı olarak girmek istiyorlar. “Sendikalı olmak istiyoruz, biz sendikalı şekilde çalışmak istiyoruz” sonuna kadar siyasal bir talep. Konfederasyon sistemi çok da işçinin lehine bir toplam değil. Sendikaların kendisiyle sendikalara hakim olan çizginin ayrı konuşulması gerekiyor.”
“Tekelleşen ve giderek merkezileşen bir sermaye görüyoruz. TÜSİAD başkanı Özilhan 2001 krizinde “Biz güneş doğmadan önceki son karanlığı yaşıyoruz” diyor ve arkasından AKP kuruluyor adım adım iktidar oluyor. AKP devletin yapısını adım adım merkezileştirdi. Bu sermayenin siyasal anlamda yansımasıydı. Her şeyin tek merkezden yönetilmesi aslında konfederasyonları da şekillendirdi.”
“Asgari ücret için toplantı yapılıyor Türk İş başkanına soruyorlar “ne konuştunuz?” diye ücretten bahsedilmediğini söylüyor, o zaman neden buluştunuz işçinin talebini konuşmayacaksanız? Dipte bir rahatsızlık, bir kaynama var. İşçilerin direnişleri arttıkça sendikal hareket de bundan etkileniyor.”
Yapılan sunumda sosyalizmin dünya işçi sınıfı bakımından geçirdiği süreçlere dair de kimi vurgular yapıldı:
“Sermaye 50’lerden 80’lere kadar sosyal devlet anlayışını işçilerin sosyalizm talebini bastırmak için kullandı. “Siz sosyalizm istemeyin, ben size sosyal devleti vereceğim” dedi. Devrimci-yurtsever güçlerin sınıfa dair etkin çalışmaları çok sınırlı. Aslında olması gereken işçi sınıfına dönük sistematik, düzenli oturmuş politikaların olması gerekli.”
Tekel, Migros direnişi Birtek-Sen’in Özak ve Akcanlar direnişine ilişkin değerlendirmeler yapıldı.
“Tekel direnişi devrimci yurtsever güçlerle işçi sınıfının bir araya geldiğinde neler olabileceğinin bir örneğidir. Tekel Direnişi iktidarla kıyasıya bir mücadele yürüttü. Migros Direnişi, DGD-Sen, depoda örgütlendi, ağır çalışma koşulları ve mobbbinge karşı örgütlenmeye gittiler. Migros direnişi bize iki noktayı gösteriyordu; eğer işçi demokratik nitelikli doğru bir sendikal çizgiyle buluşursa işçilerin direnişi başka direnişlerle, iş yerleriyle geniş kitlelerce desteklenirse kısa sürede başarıya ulaşabilir.”
“Konfederasyonların merkezindeki düşünce işçi sınıfının direnişinin gelişmesine yönelik değil, sınıfı geriletmeye yönelik. Gerçekten işçinin kendisini ifade edecek bir sendikal çizgi gerekiyor. Bu kadar çok işçi direnişi olmasına rağmen kayda değer kazanımlarımızın çok az olması bundan kaynaklanıyor.”
Polonez İşçileri: “Emekçi sınıfı uyandı, artık kimse size boyun eğmeyecek!
Serbest kürsü bölümünde, Eski Maden İş sendika yöneticisi ve Metal işçisi söz alarak kendi deneyiminden bahsetti:
“Biz işçilere Marksist Leninist eğitimler yapardık ama eksiğimiz eğitimler değildi. Eksiğimiz işçi sınıfının siyasal mücadelesiyle bağ kurmak meselesiydi. İttifaklar oluşturacağımız başka bir yol aramalıyız! İşçiler lehine siyasal program oluşturduğumuz bir ittifak kurmalıyız. Biz kendi sevdiğimiz düzeni inşa etmeliyiz.”
Forumda hazır bulunan Polonez işçileri, “Polonez işçisi kazanacak” sloganları eşliğinde söz aldı.
Direnişe dair konulan Polonez işçileri şunları vurguladı:
“15 temmuz onların zaferiydi 17 Temmuz da bizim zaferimiz olsun diye yola çıktık. Ben aşırı devletçi ve milliyetçi bir insandım. Benim çocuğum ağladığında devrimci sendikalar ve arkadaşlar bizim gözyaşlarımızı sildi, bu önemliydi. Yarınları görmezsek bugün hiç çiçek açmaz. Göklerde herkes istikbal bulur, önemli olan yerde uçmak. Yerde uçmak için jop yiyorsun, ters kelepçe yiyorsun. Bu zulmün adı ne? Hak mücadelesi! Sermayenin temelinde insanların yüzde doksanı çalışırken yüzde 10’u sana hükmediyor. Ben kafa kaldırmazsam, sen kaldırmazsan, o kaldırmasa sonu bizim gibi adliye sarayları önünde oturmak olur.
Gaz attılar, gaz attık. Tekme attılar tekme attık. 36 tane kalkan kırmışız, devlete büyük bir zarar. Mücadelenin temelinde dik durmak var, yoksa sizi kapılardan başınızı eğerek geçirirler. Ergün Atalay denen şahsı biz Polonez’in kapısına kadar getirdik. Ergun Atalay korkusundan bize randevu aldı”
“Emekçi sınıfı uyandı, artık kimse size boyun eğmeyecek! Sendikal eylem sadece sendikalarla kalmamalı! Mücadele emeğin mücadelesi! Sendikalar kusura bakmasın onlara da ağır konuşacağım! Ben olmasam sendika yöneticisi olarak sen Porche’a binemezsin. Sen bizim ödediğimiz paralarla alıyorsun onu. Sendikaları emekçiler yönetmeli ve sendikalara para ödememeliyiz! Bizim bir sloganımız var; Kürt’ün inadı, Türk’ün sabrı, Laz’ın coşkusuyla eze eze ilerleyeceğiz.”
Kadın Polonez işçisi “Benim sendika diye bir şeyden haberim yoktu ama öğrendim. Öğrendiğime de pişman değilim.” dedi.”
“Hak verilmez alınır” şiarı bizim zaten en büyük şiarımızdı.”
Forum verilen aranın ardından “Kamu emekçileri hareketinin dünü bugünü” başlıklı bölüm ile devam etti.
İkinci bölümün açılış konuşmasında geçmiş ile bugün arasındaki diyalektik bağın yakalanmasına dair vurgular yapıldı.
“Emeğin gasp edilmesi, özgürlüklerin engellenmesi, halkların eşitlik mücadelesinin önünde setler oluşması sistemin demokratik zeminde oluşmamasından kaynaklanıyor. Ulusal devletler sınıf bilincini baskıladı. Emekçiler bunu bilince çıkaramadı. Cumhuriyet dönemi zaten baskılarla geçti. Sınıf vurgusu bile partilerin kapatılma sebebi oluyordu.”
“60 darbesiyle işçilerden emekçilerden yana bir takım sendikal haklar yasalara da girdi. Bu yasalar uygulamaya gelince tam tersi bir icraat gösteriyor. 15-16 haziran kabaran işçi mücadelesini 70 darbesiyle baskılamak istediler. 12 eylül darbesiyle birlikte emekçilere yönelik stratejik bir saldırı planı oluşturdular. 89 bahar eylemlilikleriyle birlikte işçi sınıfının mücadelesinde yine bir kabarma gerçekleşti. 90’lardan sonra da işçi eylemlerinde yine bir yükseliş oldu.”
“2000 krizinde ABD’den getirdikleri Kemal Derviş vesilesiyle, ekonomik politikalar geliştirdiler ve emekçilerin haklarını baltalamanın yol-yöntemlerini geliştirdiler.”
Bu bölümün sunumunu yapan sağlık iş kolunda sendikal sekreteri olarak çalışmalarını sürdüren konuşmacı, TÖS’ten KESK’e ve bugüne kamu emekçilerinin mücadelesine dair bir değerlendirmede bulundu.
“Sendikal mücadelenin ciddi anlamda bir tıkanıklığını da yaşıyoruz. Ortak mücadele zeminlerini oluşturmak, işçi ve memur kamu emekçileri için çok önemli. Kamu emekçilerini de tarihsel olarak işçi sınıfının bir parçası görüyoruz. “Hak verilmez alınır” şiarı bizim zaten en büyük şiarımızdı. 61 Anayasasının 46. maddesiyle birlikte bu yasa bize “önceden izin almadan örgütlenme hakkı” tanınıyor. 69’da 4 günlük büyük bir boykot örgütlüyorlar, 162 bin öğretmen kamuda görevli çalışıyor ve 110 bini bu boykota katılıyor. Bu öğretmenler “çoksun güçlüsün, korkma” diyerek sendikaya çağırılıyorlar. 3000 bin toplum polisi ücretlerinin artırılması, hakları için yarım günlük bir boykot yapıyorlar. Düşünün o zaman kolluk kuvvetleri bile grev yapabiliyor. 65-71 yılları arasında toplam 600 memur sendikası kuruluyor. O zamanki memurların yüzde ellisi örgütleniyor.”
“1971 anayasasıyla birlikte bütün haklar gidiyor, memur dernekleri yasaklanıyor ama yine biraraya gelmenin yollarını buluyorlar. 80 sonrası örgütlenmek daha da zorlaşıyor, 1-2 kişinin biraraya gelmesi bile çok zor oluyor, yaşam alanları yok ediliyor. 80’den 89’a kadar bir sessizlik var ve bahar eylemleriyle birlikte bu sessizlik bozuluyor. 90’larla birlikte memur hareketi kendini tanımaya başlıyor, sendikal çalışmalarla fiili eylemler ilk adımları oluyor. 90’larla birlikte memur hareketi kendisini işçi sınıfı bir parçası olarak tanımlıyor ve “emekçi” kavramını kullanıyorlar.”
“Kamuda özelleştirmelerle birlikte devletin korumasında olan memurluktan, korunmasızlığa doğru geçiyor. Memurlar ikinci bir işe girmek zorunda kalıyor. Memurun yoksullaşması onu halktan ayıran duvarı yıkmış oluyor. 92 yılında memur hareketi açısından sendikalar kapatılıyor, sürgünler yaşanıyor. Devlet o zaman ilk kez Kamu-Sen’i kuruyor kendi eliyle. Memurları kendi kurduğu sendikaya yöneltmek istiyor ama kamu emekçileri bu sendikayı tercih etmiyor. Mahkeme kararlarıyla sendikalar tekrar açılmaya başlıyor. Memur hareketi bu şekilde yükselmeye başlıyor. Bu dönemde üye sayısı 50 binlerden 200 binlere çıkıyor. O dönem tabi ki sadece ekonomik talepler değil, siyasi bir çıkışı da var memur hareketinin.”
“94’le birlikte kamu çalışanları sendikalar platformu altında bir araya geliyor, sonra konfederasyon konuşmaları başlıyor. İş kolundaki sendikaların birleşmek zorunda kalmaları konfederasyon tartışmalarını da yükseltmişti. O dönemde 1 milyonu aşkın insan iş bırakmaya katılıyor 2/3 ‘si sendikalı değil. 4 Mart 98 kamu çalışanları platformundan, kamu çalışanları konfederasyonuna geçiliyor. 5 Nisan 94’e baktığımızda açıklanan bir yasa paketiyle örgütler bir araya geliyor ve kitlesel basın açıklamaları, iş bırakma eylemleri gerçekleşiyor. Sürekli yükselen bir mücadele devlet tarafından yasalarla, sürgünlerle, kapatmalarla yok edilmeye çalışılıyor.”
“AKP iktidarıyla birlikte Memur-Sen güçlendirildi, üye sayısı 41 binden 1 milyona geldi. Zaten 15 Temmuz’la birlikte kamuda baskı, korku ve mobbing seviyesi çok yükseldi. Bugün (memur sendikaları olarak) bir tıkanma yaşıyoruz. Dünyada yaşanan bir gerileme var. Her şeye rağmen devam eden bir mücadele süreci de var.”
Yapılan sunumların ardından yine söz katılımcılara verildi.
Serbest kürsü bölümünde, salondan söz alanlar da konuşmalarıyla tartışmaya katkı sağladı;
“Türkiye’de sınıfsal hareketin 100 yıllık bir geçmişi var. Ben bu 100 yıllık hareketin bizi getirdiği noktanın bu yaşadığımız olmaması gerekiyordu diye düşünüyorum. Sınıfsal hareketler zik zak yaparak ilerler, zaman zaman sıçrama yapar, zaman zaman da şimdiki gibi gerilemiştir.”
“Sınıf bilinci diye bir şeyden bahsediyoruz ama bunun neye tekabül ettiğini tam olarak konuşmuyoruz. Buna dair bir tartışma yürütmeye ihtiyacımız var. 2024 yılında çok fazla işçi direnişi olduğunu biliyoruz ama mücadelenin nasıl bir seyir halinde olduğunu anlamak için bu işçilerinin sınıf bilincinden ne anladığını da konuşmak gerekiyor.”
“Kafamızı kolumuzu bacağımızı kırdıkları ama işçi sınıfının iradesini kıramadıkları bir dönemdeyiz. İşçilerin emekçilerin gençlerin geçinemediği ve intihar ettiği bir dönemde, asgari ücret konuşmaları yine bir şey değişmeyeceğini gösteriyor.”
“AKP özelleştirmelerle üretimden gelen sendikalaşmayı yok etti.
Türkiye’de devrimciler, solcular işçi sınıfına akıl veriyor, yol gösterici yazılar yazıyor ama işçi sınıfının içinde değil. Türkiye’deki sol demokrasi konusunda ortaklaşmadığı, birlikte olmadığı sürece aynı yerde saymaya devam edeceğiz.”
“Kadınlar direnişe dahil olduklarında çok daha farklı bir şeye sebep oluyorlar. Son 4-5 senede olan bütün direnişlerde öncü pozisyonda yer alıyor kadınlar. Kadınlar fabrikalarda erkeklerden farklı olarak şiddet, mobbing ve tacize uğruyorlar. Bütün zorluklarla birlikte kadınlar hala direniş alanında önlerde yer alıyorsa, bundan hiç bahsetmeden işçi direnişlerini konuşamayız.”
Forumda iktidarın kayyum, Rojava’ya dönük işgal saldırılarından hareketle işçi sınıfının içine aldığı şovenist kuşatmaya da dikkat çekildi.
Forum sermayenin temsilcisi AKP-MHP iktidarının toplumun tüm kesimlerine karşı sürdürdüğü kapsamlı saldırılara karşı sınıfın farklı bölüklerinin sürdürdüğü direnişlerin çok önemli olduğu bunlarla dayanışmanın güçlendirilmesi gerektiğine dair vurgularla sona erdi.