Dünyanın büyük patronları, sermayenin sahipleri emperyalist güçler, hakimiyet ve üstünlük için daha fazla silahlanarak, savaş hazırlıklarını artırırken, adeta aklını yitirmiş bir şekilde dünyayı geri dönülemez bir sona doğru sürüklüyorlar. Yaşamın değil ölümün, özgürlüğün değil köleliğin hesaplarını daha planlı ve hesaplı yaparak yıkım ve kırımdan başka bir şey insanlığa sunmamaktadırlar. TC devleti ise faşist iktidarların elinde bir oyuncağa dönüşmüştür.
Türk egemen komprador sistemi, uzun süredir yaşadığı ekonomik-mali-siyasal-toplumsal krizden bir türlü çıkamamaktadır. Çatırdayan, her yönüyle çürüyen sistem halka daha fazla baskı ve zulümden başka bir şey sunmamaktadır. Yüzyıldır gündemlerinden düşürmedikleri “güvenlik” ve “beka” sorunuyla halk daha derin bir yoksulluk ve katlanılamaz zulüm belasıyla terbiye edilmeye çalışılmaktadır.
AKP-MHP faşist iktidarı, çözüm bulamadığı yapısal ve temel sorunlarını daha fazla Kürt, emek ve özgürlük düşmanlığı yaparak, saldırganlıkla çözmeye çalışıyor. Kendi yasa ve hukuklarını ayaklar altına almaktan çekinmeyerek Kürtlere, işçilere, kadın ve çocuklara yönelik ırkçı faşist saldırılar artarak çoğalmaktadır. Zulümden en büyük payı kuşkusuz işçiler, kadınlar, köylüler, zindanlardaki tutsaklar, gazeteciler almaktadır. Bir de Kürt olunca tüm bu saldırılar iki katına çıkmaktadır.
Son dönemde hemen her gün daha fazla sayıda ırkçı faşist saldırganlığa dair haberlere rastlanılmaktadır. “Batıya çalışmaya giden işçilere Samsun’da faşistler tarafından saldırı gerçekleşti”, “Amed spor forması giyen işçilere faşistler saldırdı”, “halay çeken gençler tutuklandı”, “Kürtçe şarkı söyleyen işçiler saldırıya uğradı”, “Mardin’in Savur ilçesine bağlı Sürgücü mahallesine DEDAŞ ekipleri asker eşliğinde baskın düzenledi” vb. başlıklara neredeyse her gün rastlıyoruz.
Bir yandan açlık, derin yoksulluk, kitlesel işsizlik yetmezmiş gibi tehdit, korku ve ölümün de artık sürekli hüküm sürdüğü bir coğrafyada halk deyim yerindeyse sadece yaşamaya çalışıyor. Bir avuç sömürücü komprador ve yandaşları dışında hemen herkes tehdit, geçim ve yaşam kaygısı içinde yaşamakta; direnmektedir. Sefalet ve sefahat, derin yoksullukla hesapsız zenginlik iç içe yan yana ve karşı karşıyadır.
Asalak egemen sınıfın temsilcileri, politik parti yöneticileri her geçen gün üsluplarını bozarak düzeysiz, geri, kaba ve uyduruk bir sınıf olduklarını göstermektedirler. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta tehdit ve baskı dilini kullanmaktan geri durmuyor. Çürümüş, kokuşmuş sınıfına ve kültürüne yönelik en ufak bir eleştiriyi bile kabul etmeyerek ait olduğu sınıfın en berbat temsilcisi olduğunu göstermeye devam etmektedir.
Birleşik mücadele zorunluluktur
Ülkeyi hapishaneye ve suskun mezarlıklara çevirmek için faşist AKP-MHP iktidarı, süreci yönetmede oldukça zorlanmakta, kitleler ise mevcut durumdan ve gidişattan oldukça hoşnutsuz durumdadır. Her işçi direnişinde büyüyen öfke örgütlenmeyi ve sınıf bilincine sahip olmayı beklemektedir. Emek, özgürlük ve Kürt düşmanlığına karşı her alanda ortak devrimci mücadeleyi örgütlemek ve büyütmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Sömürülen ezilen baskı altında olan hiçbir kesim ve sınıf tek başına özgürlüğün ve kurtuluşun kapısını aralayamaz. Birleşik mücadele bilinci, isteği ve eğitimi ön planda olmalıdır. Farklı kesimlerin bir araya getirilmesinin, örgütlenmesinin oldukça sancılı, sıkıntılı ve zorlu olacağı önceden bilinip öngörülmelidir.
Farklı dil, farklı renk-kültür ve seslerin ortak bir direniş ve mücadele potasında birleştirilmesi için güçlü, sabırlı, iradeli, öngörülü bir mücadele gerektirir. Yıllarca birçok sebepten dolayı gelememiş kesim ve eğilimleri, ortak bir mücadele platformunda birleştirmek-birleşmek büyük bir sabır, sağlam bir kararlılık ve güçlü bir inanç gerektirir.
İşçilerin basitten karmaşığa, azdan çoğa doğru küçük ekonomik taleplerden politik taleplere doğru bir eğilim içinde mücadele yürütülmelidir. Demokratik halk devrimini esas alan sağlam kitlesel örgütlenmeler yaratmak esas alınmalıdır.
Bugün çoğalarak her tarafa yayılan ve günlük yaşamın her anında emekçilerin karşısına çıkan ırkçılığa-faşizme karşı mücadele, komprador burjuva sistemine karşı mücadele içinde ele alınmalıdır. Bu temel perspektifle çalışılırsa mücadele anlam ve güç kazanır. Irkçılığa, faşizme karşı savaşım aynı zamanda demokratik halk devrimi için savaşım olmalıdır.
Sınıf bilinçli proleterler çalışma yürüttüğü alanda kitlelerle düşünsel ve duygusal olarak yakın olmalıdır. Onlarla birlikte çalışıp, yaşamayı ve mücadele etmeyi öğrenmelidir. Kitleleri anlamaya, onlarla yakınlaşmaya çalışan, onların güvenlerini kazananlar, gerçek anlamda kitleler tarafından kabul görür ve öncü rolünü oynayabilir. Öncü, öncülük ettiği kitleden emek ve mücadele pratiğinden kopmadan kitlelerin güvenini kazanabilir. Emek ve mücadeleden uzaklaşmadan fedakarlık ve çalışkanlık içinde kitlelerin güveni kazanılır. Kitlelerle birleşilip bütünleşilir. Öncü ve kitleler bütünleştiğinde o zaman işçilerin bayramı, faşistlerin yas günleri olacaktır.