Açıklama: Aşağıdaki yazı YDG’nin 7. Konferansına giderken, konferans gündemleri içerisinde yer alan önümüzdeki sürecin alt başlıklarından birini oluşturuyor (Yeni YÖK Yasa Taslağı). Bu metin konferansta tartışılmak üzere hazırlanan bir taslaktır. Bütün YDG’lilerin konferansa bu metni önceden tartışarak gelmesinin önemli olduğunu vurguluyoruz. Ancak konferansa kadar sadece YDG’lilerin tartışması değil, aksine çevre çeperimizdeki demokratik bütün kişilerin önerisini almak önemlidir. Burada YDG’nin sürece dair politika ve taleplerini oluşturmaya çalışıyoruz. Bunun için de çevremizdeki kişilerin düşüncelerini almak, bizim kitle çizgimizin doğal bir sonucu olduğu için önemsemek, somut adımlar atmak, tanıdığımız YDG’li olmayan kişilere metni vererek, düşüncelerini almamız önemlidir.
Önemli bir noktayı da vurgulamanın yararlı olduğunu düşünüyoruz. Yukarıda da vurguladığımız gibi yapmaya çalıştığımız sürece dair YDG’nin politikalarını oluşturmak ve talepleri netleştirmek. Aşağıda da daha detaylı açıkladığımız gibi taleplerimiz esnek olabilir. Oluşturmayı düşündüğümüz hareketin talepleriyle kendi taleplerimiz arasında çelişki oluşabilir. Bu durum ne kendi taleplerimizi rafa kaldırmayı doğurur ne de oluşabilecek hareketin taleplerini sahiplenmemeyi. İkisi arasında ince bir fark olduğunu görerek, herkesin görüş ve önerilerini alarak, konferansa gelmek önemlidir. Bütün YDG’lilere iyi çalışmalar diliyoruz.
Yeni YÖK Yasa Taslağı ve Görevlerimiz
Önümüzdeki süreçte, önemli gündem maddelerimizden birisi de yeni YÖK yasa taslağı olacaktır. Bilindiği gibi neo-liberal saldırıların üniversitelerdeki ayağı, egemenlerce Bologna Süreci olarak ifade ediliyor. 2001 yılından bu yana sürecin içerisinde olan Türk egemen sınıfları da geldiğimiz aşamada mevcut olan YÖK yasasının işlevini yitirmesinden kaynaklı yasanın güncellenmesi ihtiyacını doğurmuştur.
Burada dikkat edilmesi gereken, egemenler tarafından yapılan ideolojik saldırılardır. Demokratikleşiyoruz söylemleriyle paralel her alanda saldırılarını yoğunlaştıran egemen sınıflar, üniversiteler ayağında YÖK yasasının güncellenmesini farklı bir biçimde sunuyorlar. Öyle bir hava veriliyor ki, mevcut yasa darbe anayasasıyla oluşturulduğu için değiştiriliyor. Sanki demokratik bir yasa hazırlayacağı izlenimi vererek süreç içerisinde çıkabilecek muhalefeti itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. İşin gerçeği şudur ki mevcut yasa, tarihsel rolünü yerine getirmiş, artık işlevsizleşmiştir. “Sistem için, artık işlevini yitiren YÖK Yasası”, darbe sürecinin yasası olduğu için değiştiriliyor söylemleriyle, niyetler gizleniyor. Darbe sürecinde oluşturulan YÖK, emperyalistlerin neo-liberal politikalarına uyum sağlamak amacıyla yeniden yapılandırılması gereken devletin üniversiteler ayağında yarattığı kurumdu. Egemenler açısından o dönemin “nazikliği” herhangi bir esnekliğe olanak vermediği için, tüm topluma dayatılan baskı, şiddet ve sindirme operasyonlarının üniversiteler ayağını oluşturuyordu. Geldiğimiz aşamada egemenlerin neo-liberal politikalarda ilerleme kaydetmesi için yasanın güncellenmesi ihtiyacı doğuyor. Yeni yasanın yapılma nedeni bu… Bundan kaynaklı tasarı darbe süreciyle hesaplaşmanın bir adımı değil, darbe sürecinin açtığı yolda ilerlemenin, daha ileri boyuttaki saldırılara hazırlığın ifadesidir. Darbecilerin açtığı yolda, farklı metodlarla yürümenin andaki durumu bu yasa taslağıdır.
Peki yasa taslağı ne getiriyor? İleri dereceyi bir kenara bırakalım, geri düzeyde de olsa bir demokratikleşme sağlıyor mu? Bunlara olumlu cevap vermemiz ne yazık ki mümkün değil. Olumlu cevap verebilmemiz için hazırlanan tasarıda, üniversite kurumunun öznelerinin hareket kabiliyetlerinin ne kadar gelişkin olduğuna bakmamız gerekiyor. Bizce üniversitelerin iki temel öznesi bulunuyor, ilki en geniş kitleyi oluşturan öğrenciler, ötekisi de akademisyenlerdir. Bu iki kesimin “hareket kabiliyetleri” göstermelik olmanın ötesine geçemiyor.
Yükseköğretim Genel Kurulu, tasarıda 21 kişiden oluşuyor. Beşi TBMM, beşi Bakanlar kurulu, beşi de Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. Yüzde 76’sı, bizzat devlet, egemenler tarafından belirleniyor. Kalan 6 kişi de Rektörler Kurulu tarafından belirleniyor. Yükseköğretim Genel Kurulunun yapısının ve politikalarının belirlenmesinde ne öğrencilerin ne de akademisyenlerin payı bulunuyor.
Tasarı, belirli şartları taşıyan üniversitelerde Üniversite Konseyinin oluşturulmasını hedefliyor. Konseyin görevleri arasında rektör seçiminden tutalım da üniversitenin kontenjanını belirleme gibi görevleri bulunuyor. Ancak şüphesiz ki en önemli görevi, üniversitenin stratejik rolünü belirlemesi. Kendisine hangi amaçları çizeceği, nasıl bir pozisyon alacağı gibi önemli konularda belirleyicilik, şüphesiz YÖK’ün çizdiği sınırlar içerisinde konseyin eline geçiyor.
Üniversitenin yönetim organı olarak ifade edilebilecek bu organın bileşenine yakından bakalım… 11 Kişinin 5’i üniversitedeki öğretim üyeleri tarafından seçilecek, ancak bir parantez açalım ki, tasarı sözleşmeli akademisyenliği revaçta tuttuğu için, sözleşmeli olan akademisyenlere oy hakkı tanınmıyor. Aynı işi yapan, aynı şartlarda çalışan -hatta sözleşmeli akademisyenlerin iş güvencesi olmadığı için şartları daha kötü- kişiler arasında sınırlar çizilerek akademisyenler içerisinde de var olan elit tabaka anlayışının derinleşmesi hedefleniyor. Egemenler, her üniversiteye burnunu sokmadan duramadığı için Bakanlar Kurulu iki kişi, YÖK de iki kişi seçiyor.
Bu dokuz kişi bir araya gelerek, üniversiteye en fazla “bağış” yapan ya da o ilin en yüksek vergi verenini Konsey içerisine alıyor. Bu en yüksek “bağış” yapan kişinin patronlar sınıfından birisi olacağı şüphesizdir. Böylelikle patronların üniversite yönetimlerinde yer alarak, üniversitenin stratejik planının belirlenmesinde söz hakkı olarak, üniversiteleri patronların çıkarları ekseninde değerlendireceği açıktır. Denilebilir ki demokratik bir oylamada çoğunluk esas alınacağı için, patronun oyu belirleyici olmayacaktır. Ancak mevcut yasa üniversitelere mali özerklik konusunda teşvik ederek, giderlerinin belirli bir kısmını kendi olanaklarıyla karşılamasını ön görüyor. Bundan kaynaklı patronun oyu 1 oy değil, aksine diğer oyları yönlendirebilecek esas oyu teşkil ediyor. Oyun ağırlığı diğer oyların ağırlığından fazladır.
Geriye kalan 1 kişinin ise üniversiteden mezun olmuş kişilerden seçiliyor. Bu seçimin nasıl yapılacağına dair bir belirleme bulunmuyor. Ancak bilinir ki öğrencilerin mezun olduktan sonra üniversiteyle bir alakası kalmaz. Buna rağmen mezunların yer almasının nedeni hiçbir şekilde açıklanmıyor. Şöyle bir izlenim var, kadrolu da olsa akademisyenlerin seçtiklerinin oylarıyla, devlet tarafından atananların oyları eşit. Rahat manipülasyon yapılacak bir kişinin eklenmesiyle, egemenler her şart altında işlerini garanti altına alıyor. Tabi bu durumda ortaya traji komik bir manzara da çıkıyor. Öğrenciyken, üniversite konseyinde söz hakkın olmadığı gibi, konseyin belirlenmesinde de söz hakkın olmuyor, ancak mezunken konseyin içerisinde yer alabiliyorsun.
Yasa tasarısı Ekim ayındaki metinle birlikte tartışmaya açıldı. Kasım ayında tasarının güncellendiğini görüyoruz. Bu iki tasarı arasında rektör seçiminde -başka maddelerde de- bir gerileme kendisini gösteriyor. Ekim taslağında rektör seçiminde öğrencilerin oy hakları tartışıldığı vurgulanırken, Kasım metninde tartışma sonlandırılıp, öğrenciye oy hakkı tanınmıyor. Üniversitenin öznelerinden biri olan öğrencilere oy hakkı yok, ancak üniversiteyle çıkar ilişkisi dışında ilişkisi bulunmayan patronların oy hakkı var. Tarihin cilvesi olarak seçilme yaşının 18’e düşürülmesinin tartışıldığı bir dönemde, öğrenciler parlamentoya girebilmesi, bakan olması tartışılıyor ancak kendi geleceğini en fazla ilgilendiren konularda, kendi geleceğini belirleme hakkı bulunmuyor.
Üniversitenin akademik konulardaki en üst organ olarak senatolar düşünülüyor. Senato rektör, rektör yardımcıları, dekanlar, konservatuar, enstitü müdürleri, her fakülteden fakülte öğretim üyeleri tarafından birer öğretim görevlisi, meslek yüksek okullarının kendi aralarında seçeceği üç müdürden oluşuyor. Üniversite öğrenci temsilcisinin de akademik yükselme ve atama konuları dışında oy hakkı olmaksızın toplantılara katılabileceği vurgulanıyor.
Senato bileşenleri sıralanırken, öğrenci temsilcisine gelene kadar net bir ifade kullanıyor: “senato şu şu kişilerden oluşur” gibi… İş öğrenci temsilcisine gelince katılabilir deki muğlak ifadenin toplumsal deneyimimiz sonucu biliyoruz ki pratikte öğrencilerin toplantılara katılmaması olarak kendisini gösterecektir. Kaldı ki öğrencilerin oy hakkı da yok. İşin garibi Ekim taslağında senato bileşenleri sıralanırken, net bir ifade ile öğrenci temsilcisi de senato bileşeni olarak sıralanırken, Kasım taslağında ifade muğlâklaştırıldığı gibi, öğrenci temsilcisinin oy hakkı olmaması net bir şekilde tasarıya sokulmuş, mevcut tasarı bir ay önce yayınlanan tasarıdan bile geri durumda. Bu durum bile kendi başına tasarının ne kadar demokratik olduğunu gösteriyor.
Üniversitenin idari konulardaki en üst organı olarak Üniversite Yönetim Kurulları gösteriliyor. Senato bileşenleri içerisinden belirli kıstaslara göre seçiliyor. Öğrenci katılımı konusunda birebir aynı maddeler bulunduğu için, öğrencilerin katılımı açısından bu organda senatonun taşıdığı anlamı taşıyor.
Artık aşina olduğumuz Ar-Ge faaliyetleri “Araştırma Geliştirme ve Yenilik Daire Başkanlığı” bünyesinde toplanıyor. Görev tanımı aynen şöyle konuluyor: “Üniversitenin sanayi ve iş dünyası ile olan ilişkileri düzenlemek, geliştirmek, üniversitenin araştırma geliştirme faaliyetlerini koordine etmek.”
Ayrıca “bilgi lisanslama ofisleri” adı altında üniversite bünyesinde bir şirket kurulması hedefleniyor. Ofisin görevi şöyle konuluyor: “Yükseköğretim kurumlarında, araştırmacı, uzman, diğer personel ve öğrencilerin yapacakları bilimsel çalışmalar itibarıyla ticari değeri yüksek konulara yönlendiren; araştırma sonunda üretilen bilgi ve ürünlerin ticari açıdan değerlendirilebilmesi için gerekli faaliyetleri ve ticari değeri olan bilgilerin fikri mülkiyet kapsamında korunması amacıyla gerekli tedbirleri belirleyen; ticari değeri olan bilgilerin ilgili kişi, kurum ve kuruluşlara pazarlaması, lisanslaması, devrini veya transferini yapan; bilgilerin ürüne dönüştürülmesi çalışmaları destekleyen anonim şirket statüsünde bilgi lisanslama ofisleri kurulabilir.”
Üniversitelerin ticarethaneye dönüştürülmesi de tamamlanmış oluyor. Daire başkanlığı sanayi dünyası ile ilişkileri geliştirip, düzenlerken, lisanslama ofisi de işin pazarlamasını yapıyor. Böylelikle üniversitelerin toplumsal çıkarları koruması yasa üzerinde de “tatile” çıkarılıyor -zaten pratikte yaptıkları da buydu-. Böylelikle çalınan minarenin kılıfı da yapılmış oluyor ancak taslak sadece yaptıklarını meşrulaştırmasını içermiyor, çok daha fazlasını yapacaklarını da teminat altına aldırıyor. Patronların çıkarlarıyla toplumun çıkarlarının örtüşmediğini, toplumsal pratiğimizden biliyoruz. Böylelikle üniversiteler kimin çıkarlarını hizmet ettiğini bir kez daha göstermiş oluyor.
2007 yılında hazırlanan YÖK Strateji Raporu’nda da üniversitelerin gelirlerini iki kaynaktan elde etmesi gerektiği vurgulanıyordu. Birinci olarak öğrencilerden, ikinci olarak da sanayici olarak adlandırılan patronlardan. Böylelikle üniversiteler araştırmalarını patronların daha fazla kar elde edebileceği alanlara yönlendirmiş olacaklar. Daha fazla kar, daha fazla geleceksizlik, daha fazla işsizlik demek olduğunu hemen herkes bilir.
Taslakta öğrencilerin temsil edilmesini de ÖTK’lar olarak bilinen Öğrenci Konseyleri’ne havale ediyor. Zaten taslağın bütününde öğrencilerin katılımı göstermelikken, ÖTK’lara öğrencilerin itibar etmediği, bu kurumların kıstas getirmesinden kaynaklı öğrencilerin bütününü zaten temsil etmediği bilinen bir durumdur. Öğrenci katılımının göstermeliği, ÖTK’larla birlikte iyice anlamsızlaşıyor. “Tavuk suyunun suyu” durumu geçerli…
Taslak birçok konuda ayrıntılı saldırılar içeriyor. Ve vurgulananın aksine, taslağın demokratik norm ve ilkelerle uzaktan yakından bir alakası yok. Bundan kaynaklı mevcut yasa taslağı kabul edilemez. Taslak tartışmaları gündemdeyken, taleplerimizi bir kez daha vurgulayalım.
1- Üniversitelerin iki öznesinden biri olan öğrencilerin bütün kademelerde temsilinin en az yüzde 50 olması
2- Öğrencilerin temsil edilmesine dair en ufak bir kısıtlama tedbirlerinin konmaması. Üniversitede kaydı bulunan bütün öğrencilerin bütün kademelere seçme ve seçilme hakkı, öğrencilerin örgütlenme haklarındaki bütün kısıtlamaların kaldırılması
3- Öğrencilerin geleceğinin siyasetle ilişkili olmasından kaynaklı üniversitelerdeki bütün siyasi yasaklamaların kaldırılması
4- Üniversite harçlarının tamamen kaldırılması
5- Üniversitelerdeki eğitimle ilgili bütün konuların parasız olması
6- Üniversitelerde eğitimin bilimsel olması ve üniversiteler çalışmalarında toplumsal sorunları esas alması
7- Üniversitelerin patron sınıfıyla ilişkilerini tamamıyla kesmesi. Patronların veya temsilcilerinin üniversite yönetimlerinde hiçbir şekilde yer almaması
8- Egemenlerin üniversitelere karışmasının engellenmesi, YÖK’ün ve oluşabilecek ona eş değer kurumların tamamen kaldırılması, üniversitelerin mali özerklik konusu dışında tamamen özerk olması
9- Anadilde eğitimin bir hak olmasından kaynaklı, üniversitelerde eğitimin anadilde eğitimi de içermesi
10- öğrencilerin kısmi çalışma adı altında sömürülmesine son verilmesi
Politikanın Yaşama Geçirilmesi Üzerine…
Bologna Süreci olarak ifade edilen neo-liberal saldırıların andaki biçimi olan taslağa karşı mücadele sürecin bütününe olan mücadeleden ayıramayız. Egemenler yeniden yapılandırma ekseninde uzun vadeli bir saldırının içerisindeler. Bundan kaynaklı, karşı koyuşunda uzun vadeyi içermesi kaçınılmaz bir durumdur. Bundan kaynaklı, bütün yoğunluğumuzu, kısa dönemli bir propagandadan ziyade, uzun soluklu bir mücadeleye ayırmalıyız.
Saldırıdan etkilenen bütün kesimleri birleştirmeliyiz. Yasa tasarısına karşı çıkabilecek en geniş kesimle birlikte hareket etmenin doğru politika olduğunu düşünüyoruz.
Politika bir yönüyle müttefiklerle yapılır. Egemenlerin bu saldırılarına karşı müttefiklerimizi nerede arayacağız. Birinci olarak, öğrencilerin kendilerini ifade ettiği kitle ve meslek örgütleridir. Bunların içerisine öğrenci derneklerinden, öğrenci kulüplerine, TMMOB, TTB, Eğitim-Sen’in öğrenci örgütlülüklerine kadar geniş bir yelpazeyi içeriyor. Müttefiklerimizin ilk kademesini bunlar oluşturuyor.
İkinci olarak, her üniversitede bulunan, duyarlı, demokratik reflekse sahip ancak bir örgütlülükte kendilerini ifade etmeyen öğrenci kesimleri.
Üçüncü olarak, siyasi öğrenci hareketleri.
Bu üç kesimi ortaklaştırmak, saldırılara karşı toplumsal muhalefetin öğrenci ayağını örgütlemek en önemli görevimizdir. Politikayı yaşama geçirmek için, bütün faaliyet alanlarında en geniş kesime giderek, bu kesimlerle taleplerimizi tartışmak, talepleri ortaklaştırmamız gerekiyor. Bu durum doğal olarak taleplerimizde esnek davranmamızı gerektiriyor. Önemli olan bütün kesimlerin taleplerini ortaklaştırmaktır.
Bir başka nokta da, süreç içerisinde çeşitli örgütlenmelerle merkezi görüşmelere kapalı olmadığımız bilinmelidir. Ancak öğrencilerin örgütlülüklerinin merkezi olmamasından kaynaklı, merkezi oluşumlardan ziyade yerel oluşumlara ağırlık vermek, yerellerde bu eksenli örgütlenmeler yaratmamız önemlidir. Bu anlamda YDG’nin merkezi politikasının yaşama geçmesi her yerelde farklılık taşıyabilecektir.
Belirli konulardaki ilkesel tutumlarımız olacaktır, ancak kitle hareketi yaratılması konusunda ilkesel konuları abartmamanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun için iki konuda kesinlikle esnememeliyiz.
Birinci olarak, sürecin her aşaması kitle katılımına tamamen açık olmalıdır. Bununla birlikte sürece katılan herkesin süreci etkileme, değiştirme hakkının altını kalın çizgilerle çizmeliyiz. Hiçbir şekilde kitlelerin katılımı, düşüncelerini ifade etme, süreci etkileme ve değiştirme hakkı engellenmemelidir. İstanbul üniversitesi yemekhane boykotunda görülen, farklı kesimlerin ya da örgütsüz kişilerin sürece katılımı engellenmemelidir. Ayrıca süreç kendi içerisinde bir kurumsallaşma dayatırsa, oluşabilecek tüm kademelerde bütün demokratik teamüllerin yaşam bulması garanti altına alınmalıdır.
İkinci olarak da sürece faşizmin uzantıları olan örgütlenmelerin katılımının tamamen engellenmesi…
Bu iki konuda esnemeden, diğer bütün konularda esnek bir çalışma tarzı uygulayarak, kitle muhalefetini örgütlemenin adımlarını atmamız, en geniş kesimi ortaklaştırmak için görüşmeler ve toplantılar gerçekleştirmemiz önemlidir.